• "temiz fikirleriniz olmasını istiyorsanız, onları gömlekleriniz kadar sık değiştirin" demiştir.
  • (bkz: 391)
  • öfkesinden ve aidiyetsizliğinden mizaha sapmış bir ressam.

    "udnie" adındaki tablosu ve "catch as catch can" resmi ile, o dönemin sükseli salonlarından olan salon dautomne'a zaten kendini kabul ettirmişti. bu galerinin 1912'den beri üyesiydi. ve her iki çalışması da, daha o dönemden, yirminci yüz yılın en dikkat çekici nonfigüratif resimleri arasında sayılıyordu.

    udnie: http://home.datacomm.ch/…ncis/bilder/udnie_1913.jpg
    catch as catch can: http://www.toutfait.com/…/rothman/images/34_big.jpg

    amerika'dan dönüşünde yepyeni bir picabia doğdu. yoğun bir dalga geçme, kafa bulma isteğiyle dolmuş olmalı; ondan hiç beklenmeyen şeyler yapmaya başladı. kibritler, tüyler yapıştırmaya başladı tablolarına. "bu adam ne yapıyor?" diye sormaya başladılar. daha sonraları "kutsallığın baş düşmanlarından" biri olarak bazı sanat tarihi kitaplarına geçmesinde bu durum etkilidir. duchamp'ın kankasıydı. ve o ünlü "mona lisa'ya bıyık çizelim" fikrini de beraber hayata geçirdiler. savrulduğu ülkeler arasındaki farklılıklar ve yaşadığı dönemin huzursuzluğu, bir sanatçı olarak onu daha da huzursuz kıldı. onun iç huzursuzluğu, yaşadığı döneminkinden bile büyüktü, ve bunu "kutsal" sanata saldırarak ifade ediyordu. babası bir devlet adamıydı, diplomattı ama bir önceki nesle bakınca, "sanatçı bir aileden" geliyordu. ve bundan da nefret ediyordu. sadece, bazen hoşuna gidiyordu. ilk kez on yedi yaşında "artistes français" sergilerine katılmıştı. sanatın "kutsal" heyulasından bunalmıştı picabia. okuduğu kuramlar, teoriler, ekoller... heyecanlandırmıyordu onu. "hiç bir şey olmak" istiyordu picabia. hep çocuk kaldı ve "çocuksu zeka" ile özdeşleştirildi. 1900'lerin ilk yarısında bir mektupta şunları yazıyor:

    "psikanaliz deyimleriyle dadaistlerin kendilerini adadıkları çocukluğa dönmek, erken bunama ile tamamen ilişkisizdir. bu kolayca ıspatlanabilir: bunama, iradenin ortadan kalkmasını veya en azından körelmesini gerektirir. ancak biz, irademize sahibiz...." [olivier revault d'allones yayınlamış bu mektupları sonra]

    sinema kımıldıyordu. hayat sıkıcıydı. düşler lazımdı. hareket edebilen, hareketle oynayabileceği sinemayı es geçemezdi. böylece ent'acte'ye de bulaştı. (bkz: #5470108) ......yeni insanlar çizmeye başladı... gözler... birbirine geçen, geçişli yüzler. kıvrılan çizgiler. sürrealizm hakkında bilgi sahibi olmadan bile fikir sahibi olunabilecek resimler çizdi. picabia'nın "hera"sına, ya da 1925-1928 arasında yaptığı palyaçolar tablosuna bakınca görülür bu rüya gezginliği hâli. bunlara "transparanslar" adını vermişler. şeffaflık, üstüste binmişlik, akışkanlık olduğu için... bence rüyaya en yaklaştığı resimler bunlar, mekaniklikten uzak olan. ve, içe dönük.

    miro, onun gergin olduğunu söylüyor bize. tırnak yiyen biri gibi mi? ya da tikleri olan?...

    belirsiz. ama gerilimli.

    doğru, yanlış, güzel, çirkin... peşinde değildi. kendi peşindeydi picabia. kendimi daha ne kadar bozup, ne kadar yıkabilirim, bundan sonra ne yapabilirim derdindeydi. "köklerine saklanmayan ve yalandan bir tutarlılık kurmadan, nereye kadar ben olabilirim?" sorusu ona aitti. sanırım, sonunda sıkılmaktan ve arayıştan bile sıkıldı. durdu.

    ...

    derken, 1945'te drouin'de "elli zevk yılı" adında bir sergi açtı. retrospektif bir şey. geçen yüz yılın tam ortasına doğru, paris'te yeni yeni filizlenmeye başlayan ressamlar ona bayıldılar. adına "kutsamak" demediler. eskiden olduğu gibi "kutsal" tavırlar sergilemediler. fakat, saygılarıyla picabia'yı durağanlaştırdılar. ya da, sanat tarihi kitaplarının francis martinez de picabia'sı olarak çerçevelendi işte. kanımca, huzursuzluk ve tatlı bir saldırganlık dolu elli yıl, bir savaşa uzaktan da olsa tanıklık etmiş o elli yıl... "elli zevk yılı" olarak adlandırıldığı için bile sivri dilli, ve mizahiydi.

    o son sergisinde, o nispeten çağa aşina olan tablolarla dolu sergide biri çıksaydı ve picabia'nın bir resminin yanına yaklaşıp yalasaydı, eminim çok hoşuna giderdi picabia'nın. ölmeden önce böyle bir şey daha yaşamış olmaktan, belki son bir kez kızabilmiş olmaktan tad alırdı. çünkü, zekasıyla, orada bir güzel öfkelenip ona iyi de bir ders verirdi.
    ruhu acaba nerede şimdi....
  • "basimiz dusunceler yer degistirebilsin diye yuvarlaktir." demis insandir...
  • picabia, dada sanatçıları arasında en aykırı, nihilist ve en şiddetli sanat düşmanı olanıdır. ressamdır. kendisinin ilk dadaist olduğunu savunur. andre breton 1922 yılında yazdığı "dadadan sonra" makalesinde, gerçekten de tristan tzara'ya gelene kadar dada'nın ilkelerinin en önce picabia ve marcel duchamp tarafından belirlendiğini öne sürer. 1921 yılında tzara'yla, 1924'te de breton'la yollarını ayırır.

    "dadacılardan ayrıldım çünkü artık onlarla birlikte olmak bana boğucu geliyordu... aralarında fena halde sıkılıyordum... zaten dada ruhu yalnızca üç dört yıl sürdü ve benimle, marcel duchamp tarafından ifade edildi."

    "bay picabia dadacılardan ayrılıyor", 11 mayıs 1921'de comoedia dergisinde yayınlanmıştır.
  • "şeytan gece ve gündüz beni takip ediyor çünkü yalnız kalmaktan korkuyor."

    "sadece değersiz şeyler vazgeçilmezdir." sözlerinin sahibi avangart şair, ressam.

    empresyonizm ve puantilizm akımını deneyimledikten sonra kübizmle ilgilenmeye başlamıştır. absürt düzlemsel çizgiler taşıyan kompozisyonları oldukça renklidir ve zengin kontrast değerler taşır. abd ve fransa'da dada akımının erken dönem temsilcileri arasında hayli önemli bir isim olmuştur.

    1911 ortalarında puteaux grubu ya da altın bölge adını taşıyan içinde sanatçıların, eleştirmenlerin ve fikir insanlarının olduğu bir gruba katıldı. ressamlar daha çok kübistlerden oluşuyordu. erotik diline kurban olunası guillaume apollinaire ile burada haşır neşir oldu. yine dönemin hınzır ressamlarından marcel duchamp ile.

    2003'te bir müzayede sırasında andre breton tarafından sahiplenilmiş bir tablosu tam 1.6 milyon abd dolarına alıcı bulmuştur.

    (bkz: caravansérail)kervansaray adını taşıyan tek romanı şu sıralar yky aracılığıyla gözlerimizle buluşacak. çeviriyi ayberk erkay yapmış, editörlüğünü ersel topraktepe üstlenmiş.
  • “onları izlemeyi seviyorum, hükmetme arzularını dışavuran enerjik vücutları hoşuma gidiyor. hep önden gidiyorlar, sokağın köşesinden geçen doları yakalamak için ellerini uzatmış gibiler sanki. bir tanesi sıfırı çekince bana şöyle demişti: ‘olsun canım! dünyada dolanan o kadar fazla para var ki günün birinde elbet bir servete rast gelirim!'”

    “ama amerika’da yalnızca iş adamları mı var, sanatçıları, düşünürleri yok mu?”

    “çok var onlardan ama kişiliği olana rastlayamazsınız; çok iyi resim yapıyorlar, olağanüstü bir kabiliyete sahipler; renoir taklit eden birini tanımıştım mesela, ama onu elle taklit etmek fazla kolay olduğundan, ayaklarıyla yapıyordu resimlerini! amerika’da yüz tane baudelaire, kırk tane verlaine, yüzlerce rodin var ama ne yok asıl biliyor musunuz, amerikalı!”

    “dalga geçiyorsunuz benimle, nereden çıktı şimdi bu?”

    “fazlasıyla kozmopolit bir ülke orası, bireyselliğin karnı doymaz orada, sanat adını verdiğimiz şeyin sona ermiş bir şey olduğunu bize ilk gösteren orası oldu; sanat, her şeyden önce, bir çağın ihtiyaçlarının bütünü, bir toplumun medeniyetinin temsilidir. bütün toplumların kaynaşacağı gün, insanlık için sanat diye bir şey var olmayacak, eserlerimizin bütünü yalnızca mars gezegeninin sakinlerinin ilgisini çekecek. (…)”

    (bkz: francis picabia)
    (bkz: kervansaray), çev: ayberk erkay, yky, 2015, s.67
  • "kübizm fikir kıtlığıdır" diyen, "yaşayan bir varlığın reklamı yapılmaz, reklam cezanne için vardır, cadum sabunları için vardır, benim işime yaramaz, çünkü ben ne ressamım, ne edebiyatçı, ne ispanyol, ne kübalı, ne de amerikalı.." diyen ve yetinmeyen..

    "başkentin dev yüreği
    emsalsiz küpe
    sevgilimin göbeğindeki"

    kalbi kadar büyükmüş, cümbüş düşmanı..
  • dadaistlerin ruh dengesizliklerini gösteren " ne yaptığımızı anlamıyorsunuz değil mi? aziz dostlar onu biz sizden daha az anlıyoruz.ne saadet değil mi? hakkınız var! bir defa daha papayla uyumak isterdim, yine mi anlamıyorsunuz? ben de anlamıyorum. ne kadar hazin bu!" sözünü söylemiş dadaist ressam, şair.
  • "en büyük zevk, aldatmak, aldatmak, aldatmak ve sürekli aldatmaktır. bu yüzden, aldatın ama saklamayın! kaybetmek için aldatın, asla kazanmak için değil, zira kazanan kendini kaybeder.

    bir atın kulağına bilye sokmayın ama bir bülbülse eğer, bülbül yarışı, at da sizin üzerinize girdiği bahsi kazanır.

    bilgi ve ahlak sinek kapanından öte değildir; sineklere gidip günah çıkarma hücrelerinde yaşamalarını öneririm, günahlar boktan daha lezzetli yiyecekler ne de olsa."

    (sonradan görme isa isimli kitabından)
hesabın var mı? giriş yap