• todd haynes'in yönettiği film. önce 2002 eylülünde bazı festivallerde, ardından kasımda amerika'da vizyona girecek olan film. julianne moore ve dennis quaid başrollerde bulunuyor.
  • basta douglas sirk'unkiler olmak uzere ellili yillarin hollywood melodramlarina ozenerek yapilmis film. daha girisindeki muzik ve yazi karakterlerinden belli. ayrica hikaye de o donemde gecmekte, klasik bir melodram. ilaveten film boyunca hersey 'soylenmeyenler' uzerinden gelismekte, sonunda da 'hueeee, nerde benim mendilim' seklinde birakmakta seyirciyi. ama tabii ki bir takim alayci seyirciler cikacaktir, 'nedir bu yahu, sacma sapan' diyecektir, ki o seyirciler zaten gelmesin bu filme. nerde benim mendilim?
  • todd haynes`in iyiden kendini kanitladigi film bu. haynes hem oyku anlatma hem de sinema dili acisindan cok yetenekli bir yonetmen. far from heaven`da 50lerde gecen bir oykuyu anlatirken 50lerin sinema dilini kullanarak hikayeye cok ilginc bir perspektif katmis. pleasant ville orneginde de hatirlanacagi uzere 50lerin ornek ancak neredeyse renksiz amerikan aile modeli uzerinden gelisen bir hikaye var onumuzde. 60larla birlikte cinsel devrimi yasayacak ve derinden sarsilacak aile bilincini sorgulamak icin cok dogru bir yer seciyor haynes. ancak filmi daha ilginc kilan haynesin bicimsel secimi. haynes kurgudan goruntu yonetimine, jenerikten, araba cekimlerinde mavi ekran kullanmaya kadar tamamen 50lerin sinemasina ozgun bir dili kullaniyor. film bu haliyle 50lerde hic anlatilmamis bir oykuyu sanki o zaman anlatmanin derdinde.
    haynes'in far from heavendaki karakterler ozellikle de frank cok saglam cizilmis. frank karisi onun gercek kimligini anlayincaya kadar ornek aile babasini oynuyor. ancak gercekler ortaya ciktiginda karisinin destek veren tutumuna ragmen icine dustugu kizginlik karaktere epey derinlik katmis. frank 50lerde filminde soyledigi uzere amerikalilarin genel tavirlari olan sorun yokmus gibi davranmayi yegliyor.
    hikayenin ana ekseninde yer alan irkcilikta yine ayni motif uzerinden islenmis. kimse alenen irkci oldugunu kabullenmese de, alisilagelmis kurallarin disina cikmaya calisan bir diger tabiriyle ayan* her karakter toplumun sallanan koca parmagiyla karsilasmayi goze almak durumunda.
    haynes 50lerin atmosferini tamamen postmodern yer yer komik bir sekilde gozumuze sokarken, o yillarda dayatilmaya calisilan amerikan hayatinin ne kadar sterilize ne kadar ozel kosullar icin tanimli dar bir giysi oldugunu son derece şık bir sekilde vurguluyor. mccharty`nin yaftalar dunyasina denk dusen bu donemde zenci degil insan oldugunun ayirdina varmak da kocanin escinsel oldugunun farkina varmasi da benzer sonlara yelken acana kucuk hapishanelere donusuyor.
    haynes bir onceki filmi velvet goldminedakine benzer bir sekilde kisisel hikayelerden carpici bir donem filmi cikarma yoluuna gitmis. pek de basarili olmus.
  • (bkz: hartford)
  • yönetmen "velvet goldmine" itibariyle bir sonraki filmini heyecanla bekledigimiz todd haynes, yönetmenin etkilendigi yönetmen hep izlemek isteyipte firsatini bulamadigimiz ama fassbinder'i etkilemesinden etkilendigimiz douglas sirk, dönem '50ler, konu irkcilik olunca, sigara parasini bi kenara ayirdiktan sonra kalan üc bes kurus parayi sinemaya yatirmak kacinilmaz oluyor idi; ve netekim evvelsi gece yaptigim sey oldu "far from heaven".
    lakin koskoca münüh sehrinde filmin oynadigi sinemalardan hangisine gitsem diye düsünürken, gecenin 22sinde baslayacak matinenin bir gey sinemasinda oynadigini nereden bilebilirdim? bilemezdim cünkü sinemanin ismi gey sinemasi degildi, ve bileti alirken gisenin yaninda duran derginin geylayf filan gibi bir ismi oldugunu göremeyip, direk sinema dergisi olduguna hükmettiydim. bu escinseller masonlardan beter bir örgütlenme icindeler, helal olsun vallahi filan diye düsünmek, liberal bir yaklasim sergilemek bir yana, bir de sinemanin kafeteryasinda filmin baslamasina azicik kala kola icerken kimse gelip ates istemesin diye sigara yakmaya korkmak veya irreversible tarzi bi ambiyans yasaniyordur korkusuyla tuvalete gitmeye cekinmek baska bir durum oluyor. escinseller arasinda azinlik olmak bu filme girmeden evvel iyi bir antreman oluyor.
    filmin baslamasina 2-3 dakika kala, sanki her an sinema salonunun icinden bir hemsire cikacakmis ta "müjde! cocugunuz erkek!" diyecekmis gibi salon girisinin önünde volta ataraktan ve camekandan görünen "gay point!" isikli tabelasinin anlamini cözmeye ugrasaraktan sigarami ictikten sonra iceri girdigimde en ön koltuga kuruldum, en ön koltukta yanima kurulan olmaz diye. kurulma islemini yeni tamamlamistim ki perdeye dumur icinde bakakaldim. böyle bir dizayn olamaz. sinema perdesinin önünde, demirden bir kafes ve kafesin üstüne kirmizili yesilli filan bir isiklandirma yapmis amcalar. sanki her an kafes iki yana dogru acilacakmista arkasinda beyaz perde yerine bir sahne olacakmis, o sahneden en önde oturan bendenize "young man, there's a place you can go!" diye bir cagri yapilacakmis gibi fantastik bir atmosfer.
    bütün bunlari anlatiyorum cünkü ilk paragraflarda belirttigim motivasyon sinemanin girisine gelir gelmez bu tür sebeplerden ikinci plana atilmis, dikkatim dagilmis idi. ama filmin baslamasiyla beraber bütün bu dikkat dagitici unsurlar unutuldu, ve böyle bir hayranlik ile izlenmeye baslandi.

    todd haynes velvet goldmine ile, "ben sinemayla oynamasini gayet iyi biliyorum" demisti, bu film ile "ben sinema dilini tamamen cözmüs bir bireyim" diyor, bunu soyleyelim oncelikle. film, görsel yapi ve yönetim itibariyle tamamen '50ler sinemasinin atmosferini bastan canlandirmayi beceriyor. yanlis anlasilmasin, 50leri degil, 50ler sinemasini canlandiriyor haynes. daha dogrusu canlandirmiyor, o ölmüs sinemanin ruhunu cagirip, o dönem canliyken söyleyemedigi seyleri söyleme firsati veriyor ona. bugünün bunlari söylemeye alisik cesur ama yine azinliktaki sinemasi söylese belki o kadar ilgi cekici olmayacak irkcilik veya escinsellikle ilgili kimi seyleri, o sinema günah cikarircasina söylerken insanin cok daha fazla etkilendigini söylemek lazimdir. ve haynes'in politik dogruluk adina hicbir cabada bulunmayip amerikan toplumuna bu derece sert ve bel altindan girmesi, salya sümük hikayelerinin arkasina saglam toplumsal elestiriler sikistirmaya uygun bir tür olan melodrami secmesi ve böylelikle irkcilik ve escinsellere zulümü hikayenin birinci planinda degilmis gibi, sanki bulunulan ortamin dogal verileriymis gibi göstermesi filmi izlerken sinirlerini geriyor insanin.
    tüm bu özellikleriyle cok basarili bir film far from heaven.
  • sinemada izlerken çok sıkıldığım nadir filmlerdendir. renkler, giyisiler, oyunculuklar herşey fazlasıyla yapmacıktı. konu bi türlü ilerlemek, geçmek, bitmek bilmedi. hep "e hadi artık bişiiler olsun" die kendimi yiip durdum ama sonuç, nafile..
  • adinin zavalli cathy yahut cathy'nin aci dolu dunyasi diye turkce'ye cevrilmesinin daha isabetli olacagi film. zati teyzem gun yuzu gormuyor, ayip yani..
  • moralsizken izlenmemesi gereken ve bazı renklerin abartılı kullanıldığı film.
    oyunculukta nedense yapay geldi oysa oyunculuklarının süper olduğunu düşündüğüm 3 kişi*** oynuyordu. özellikle gece sahnelerinde mavi spot ışığı öyle bir kullanılmış ki sanki fosfor var oyuncuların ve çevredeki eşyaların üzerinde, tabii bu yapaylığı arttırıyor.
    kısaca aşırı melankolik bir film.
hesabın var mı? giriş yap