• perihan mağden'in 7 temmuz 2015 tarihli yazısına göre günümüzde şiddeti artmış olan baskı:

    http://t24.com.tr/…m-amanin-ben-ne-halt-ettim,12268

    bade işçil, yalnızca çok güzel ve yetenekli bir oyuncu değil, insanın içine işleyen bir yanı var.
    oynadığı son dizi olan ''kuzey güney''de zengin, şımarık ve acayip kötülükler saçan bir karakterken, senaristler de (bana kalırsa) dayanamadılar tatlılığına, içliliğine; onu esasında yaralı, kocasından eziyet gören bir banu'ya evirdiler.

    son günlerde, ayrılmadıklarını, bakın da nasıl mutlu olduğunu cümlemize bildiren, topaç gibi tatlıcan oğlu ortalarında, kocasıyla kameralara ''gülümseyen'' amsterdam pozuyla; hep aklımda!
    yara gibi gülümsüyor. zorla.
    rehine gülümseyişi: ancak böyle tasvir edebilirim, yüzündeki taklidi.
    geçen gün de alışverişte, yine aynı acıklı zoraki gülümseyişiyle, magazincileri savuşturmaya çalışıyordu.
    ''sürekli oğluylaymış.'' yine, bir nevi içimizi rahatlatma gayreti.
    evliliğim sürüyor, üstüme gelmeyin yalvarması, gözlerinde.
    geri çektiği boşanma dilekçesi, nasıl da hepimizin malumu oldu; anlamış değilim.
    özel hayat'a girmiyor mu boşanma dilekçeleri?
    geri çektiniz ya da çekmediniz, eşinizden boşanırken söyledikleriniz yalnızca, sizleri alakadar etmiyor mu?

    benim mevzum bade işçil'in (geri aldığı) iddiaları olmayacak bu yazıda.
    beni ilgilendiren; yılların playboy'u kocasıyla tanıştığında, evlenecekleri kesinleştiğinde (ki, çabucak karar verdiler) kameralar onları habire tespit ettikçe gösterdiği aşırı sevinç.
    gözlerinde, yüzündeki havai fişek gösterileri.

    nasıl ama nasıl mutluydu bade işçil!
    hatırlamamak elde değil.

    sonunda, o da kutsal kase'yi, yani onu sonsuza dek mutlu edecek, güven, refah ve aşk içinde yaşatacak (varsıl) beyaz prensi'ni bulmuştu!
    başarmıştı. kurtulmuştu. sınıfta kalmayacaktı.
    biyolojik saatinin tiktaklamaları, zonklama kıvamını almadan, yavrusunu doğuracak, o lanetli ''tek kadın'' statüsüzlüğünden, evli barklı çocuklu (ana kraliçelik) tahtına terfi edecekti.

    pek tabiidir ki, tüm bunları böylesine gıcık ve rahatsız edici tanımlamalarla, düşünmüyordu.
    hesap, kitap değil; aşk ve mutluluk peşindeydi.
    (bunları, 1 nevi inatçı bilinçaltı sesi olarak söyleyen, benim!)

    aşka düşmüş, aradığı fevkalade erkeği bulmuş; eforik bir haleti ruhiyeye, hevesle teslim olmuştu.

    bade işçil'in o aşırı mutluluğunun geçmiş görüntüleri, aklıma; 2 beyaz prens bulup aşka düşünce, mutluluktan çatlamak üzere fotoğraflarıyla, kadın nüfusumuzun hatırı sayılır bir kısmını, kıskançlıktan (orta yerinden) çatlatan 2 diğer ismi: meltem cumbul ve ayşe özyılmazel'i getirdi.
    meltem cumbul, tek taşını kameralara neşe içinde gösterdi diye, ne kezban'lığı kalmıştı, ne şımarıklığı!
    (canına tak etmiş, alın size pırlanta! yapmıştı. neşe içindeydi. ne vardı yani?)

    ayşe özyılmazel de öyle!
    handiyse, naklen, sahne saniye bizlere yaşattığı düğün coşkusu, ne kadar çabuk ağır bir düş kırıklığına ve kaçıp kurtulma arzusuna dönüşüverdi!
    hakikaten hazindi.

    o meltem cumbul ki; gezi'nin faturası üstüne yıkılmaya çalışılarak, çamur havuzu medyası'nın akıl almaz linç girişimine maruz kalmış olan, şahane insan memet ali alabora'dan oyuncular sendikası başkanlığı'nı devralmış.
    o meltem cumbul ki, şöhretinin zirvesinde çekip amerika'da oyunculuk okumaya gitmiş, döner dönmez de kendini oyuncu yetiştirmeye, örgütlemeye adamış.
    (yakın zamanda, denizden çıkan arkadaşına havlu tuttu diye, son derece ilginç bir psikolojik taciz bombardımanına da uğratıldı! kalıpların dışına çıkma arzusunu, fena ödetmek üzere aport bekliyor anlaşılan, birileri.)

    demem o ki; bu kızlar aşırı sevinip, buldum buldumcuk oldularsa, ''aman yarabbim, sonunda evlendim!!!'' diye coşup fotoğraflara taştılarsa, bu kat'i surette suç değil. kabahat değil, ayıp değil.

    sonra tabanları nasıl yağlayacaklarını bilememeleri de, öyle.
    zaten meltem'le ayşe'nin son sürat evlilik mahallinden uzaklaşmaları, nasıl da 1 beklenmeyen civciv'le (namı diğer: mr. hyde) karşılaştıklarının kanıtı.

    benim asıl altını çizmeye çalışacağım husus: kadının, evlenmesi, barklanması ve de çocuk doğurması için olagelen baskının, kati surette hız kesmeyip, yeni ve sinsi bir formda, daha da nefes kesiyor olması hali.

    geleneksel ve kırsal kına gecesi adetinin, son 10 yılda nasıl da hortlatılması, mesela.
    kadın kabileleri, histerik bir coşkuyla aralarından birinin ''yırtmış'' olması halini kutluyorlar manyakça.

    amerika'daki sakil bekarlığa veda partilerinin, türk folkloruyla harmanlanmış bu versiyonunda, bir de katılımcılar, (ordakinden farklı olarak) ağlayıp zırlıyorlar.
    ''yüksek yüksek tepelere'' filan da çalıyor (ajda şarkılarının yanı sıra) ve kimse kimseden 1 ınstagram öteye taşınmadığına göre -kimbilir, belki de hala evlenememiş olan (''loser'') kızların öz-durumlarına ağlayabilmeleri için, bir vesile doğmuş oluyor.
    ve sarhoşken arayıp mevcut erkek arkadaşlarını ''biz ne zaman evleniyoruz pardon?'' diye sıkıştırabilmeleri/ duygusal baskılayabilmeleri için müthiş bir vesile.

    neden yani tüm o gözyaşları? böyle nedenleri olmalı.

    kadınların; başka kadınlar için, ana babaları için, ''loser'' (eskiden: evde kalmış denirdi) telakki edilmemek için, mutlaka evlenmeleri gerekiyor!
    psikolojik ve belli bi saatten sonra biyolojik, saatli bomba habire tikliyor. tik tik tik.

    ünlü kadınlarınsa, üstüne bir de magazin basını için! tüm o amansız teşhirden kurtulmak için!
    1 an önce ve de zengin, yakışıklı, yüksek profilli biriyle evlenip, ''zavallı: ünlü ama yapayalnız'' satır arası tacizinden, sürek avından paçayı bir an önce kurtarmaları gerekiyor.

    ünlü kadın sokağa adım atmıyor ki, ''evlilik ne zaman?'' sorusuna muhatap olmasın.
    ünlü kadınlara yapılan bu biteviye taciz, ''normal'' kadınların da bilinçaltı/üstünde, sonsuz bir tehdit ve taciz olarak karşılığını/yansımasını buluyor.
    halka halka, bu adı/niteliği çarpıtılmış baskı, popüler kültür aracılığıyla, tüm kadınlara yağdırılmış oluyor.

    evlenip o soruyu savuşturduğu andan itibaren de, yeni stok soru hazır: ''bebek ne zaman?''

    yani, mahallelerdeki meraklı şukufe teyzelerin, korkunç akraba/yengelerin yerini, ünlü kadınların hayatında, magazin basını aldı!

    birinci bebeğin ardından ise, öyle bir ''kardeş var mı?'' baskısı başlıyor ki, sanırsınız, magazinciler devletten doğurttukları ünlü çocuğu başına, üç yüz lira maaş alıyor!

    ve ünlü kadınlar üstündeki bu tarz evlendirtme/çocuk doğurtturma baskıları, her açıdan örnek aldığımız amerika'da da aynen mevcut.
    jennifer aniston'ı kıl nişanlısıyla bi türlü evlendiremediler diye, elem ve keder içinde amerikalı magazinciler.
    geçenlerde ''nişanlılıkta ne kadar uzun, çok uzundur?'' diye sahte-bilimsel makale gördüm aniston'ın durumunu irdeleyen. tahayyül edin!

    jennifer aniston'ın brad pitt'ten ''kazığı yiyip de'' çocuk sahibi olamadan üstelik ayrılmış olması, büyük bir dram!
    kadın amerika'nın en çok kazanan oyuncularından biri, mutluluktan ışıyor; yetmiyor, gözleri doymuyor.
    evlenip çoluğa çocuğa karışmadığı sürece magazincilerin gözüne uyku girmeyecek!

    yani, son model (sinsi) bir muhafazakarlık, kadınları mutlaka ama mutlaka evlenmeye, tek taşını (mümkün olduğunca büyük) parmağına geçirdiği gibi, çocuk sahibi olmaya, sonra bir tane daha doğurtmaya, itekliyor da itekliyor.
    yalnızsa o kadından başarısızı yok, acıklısı yok, ''loser''ı yok!

    bi zamanlar (inanmazsınız evlatlarım!) kaybeden olmak, modaydı.
    değerliydi. beğenilirdi.
    ama ''kaybedenler kulübü'' dahi sırf erkek üyelerden oluşuyor! du.

    kadınların, tüm bu ittirmeye, baskılara karşı, kendilerini ve tek başınalığın değerini, önemini, hakkını tanımlamaları gerekiyor.

    yoksa, apar topar itildikleri beyaz prens'le kutlu evlilik havuzunda boğulmaları, işten bile değil.

    ne kadar kısa ya da uzun sürse de, boğulma boğulmadır!
    temennimiz, bir an önce suyun üstüne çıkmalarıdır.

    ayrıca kurtulma kayıkları tek kişilik ve kendi imalatları olmak zorunda.
    benden söylemesi.
  • zaman zaman gerek aile gerek arkadaşlar tarafından hissettirilen baskı.

    şimdi şöyle ki evet evlenmek istiyorum günün birinde. bi aile kurayım çoluğum çocuğum olsun evet çok güzel şeyler. ama arkadaş her gören de ne zaman evleniyorsun diye sormasın ya allah aşkına yani. bi gün birine sana ne arkadaşım gerdeğe mi gireceksin bizimle diyeceğim ayıp olacak.

    neyse efendim ben bu baskıyı bu ara sevgilimden değil ama etraftaki herkesten fazlasıyla hissediyorum. dün gece de bir rüya gördüm konuyla alakalı. sevgilim bana bi düğün davetiyesinin fotoğrafını yolluyor. bizim resimlerimiz var üzerinde ve tarih falan da var tabi. ben de bunu görünce aa bana böyle evlenme teklif ediyor herhalde diyorum ve düğünden bir gün önce arkadaşlarıma ben yarın evleniyorum diyorum. herkes apar topar geliyor ama bir öğreniyorum ki bana sadece öylesine yollamış sevgilim fotoğrafı ve ben kendi kendime evleniyoruz sanmışım. bir ağlıyorum bir ağlıyorum anlatılmaz yaşanır yani.

    sonuç olarak bir daha bana ee ne zaman evleniyorsun diyene evlenmiyoruz biz birlikte yaşamaya karar verdik diyeceğim. bi bırakın arkadaş biz bi düşünelim bi konuşalım bi karar verelim önce ya. size ne anlamadım ki.

    ohh be rahatladım.
  • şu sıralar üzerimde bokunu çıkardıkları baskıdır...

    ama beni en çok güldüren güruh; işyerinde "evlen sen de artık oğlum.. lan evlensene bak kimse almayacak seni.. evlen lan.. evlen aga düzen iyidir.. oğlum sen de bi evlenemedin..." diretmeleriyle yıldırıp, evlendiğinin ertesi günü " ahahah asıl şimdi görecen ebeninkini... sıçtın oğlum.. sen de hiç akıl yok mu lan şimdi sorsalar kesin bekar gezerdim... şimdi sıçtın oğlum başladı maphus hayatı..." ikiyüzlülüğüne giren abilerdir... ben sıçtım sen de sıç felsefesinin ürünü bunlar hep... yer miyim lan ben bunu hiç... çakallar...
  • annenin "artık torun istiyorum" "evlen artık" yakarışları ardında bünye şaşmıştır. beyine iyice işlenen mesaj ardında yüzüklü evlilikli rüyalar görüp kabuslara dönüşmüştür.

    aşırı bir meriç olan arkadaş ile, 10 seneyi aşkındır yaşanan tuhaf ilişkiden hiç bir zaman memnun olmamış kızımız, hiç bir zaman meriç tiplemesini kabul de etmemiştir. çünkü erkek oğlan olan arkadaşımız piçliğin kitabını yazıp tam bir karakter olarak yürümektedir. bunun dışında kızımıza olan ilgisini ve aşkını katiyen gizlememiştir. amma velakin kendi karakterinin özelliği olan ilişki yaşayamama dürtüsüne her zaman yenik düşmüştür.

    evlilik, yüzük gibi olgulara kızımız da erkeğimizde inanmamaktadır fakat, erkeğimiz inanmaması dışında hiç bir şekilde beceremez de. en azından hatun kızımız ilişki yaşayıp saygı çerçevesinde işleri yürütebilmektedir. evliliğe en yakın olan düşüncesi ise, olur da bir gün birisi girerse hayatına evlilik değil fakat hayatını beraber yaşayabileceğini düşünür.

    gelelim rüyamıza,

    rüyada hatun kızımız büyük bir alışveriş ya da marketimsi bir yer de alışveriş yapmaktadır. yavaş yavaş, aheste aheste bakınır ve dolanır. bu sırada bu meriç olan kişiliğini görür fakat görmezden gelerek uzaklaşır. kendisini görmediğini ummaktadır.

    fakat mümkün mü? meriç tipimiz tabii ki hedefe kitlenmiştir. ama o da ne, meriç tiplememizin parmağında bir adet yüzük kolunda ise bir adet hatun kişisi mevcuttur. bir şekilde karşılarına çıkan çiftle sohbete girmek zorunda kalır hatun kişimiz. kısa bir muhabbetten sonra işim var diyerek sıyrılır.

    sıyrıldığını düşünür.

    meriç tipimizin gözlerinde şimşekler çakmaktadır. hatun kişimiz koşarak olmasa da hızlı adımlarda başka bir bölüme gidip ihtiyacı olmayan malzemelere çok istekli bir şekilde bakar ki çiftimizden kurtulabilsin. fakat bir anda alışveriş mekanında romantikli bir şarkı çalmaya başlar. ve meriç tipimiz hınzır gülümsemesiyle bir anda hatun kişisinin önünde belirir. elinde bir yüzük vardır. koluna sarmalanan hatun kişisinin parmağında ki yüzük mü yoksa o? ay evet kesinlikle odur. berkcan tipimiz, hatun kişimizin önünde diz çöker, evliliğini bitirdiğini, buradan çıktıktan sonra boşanma davası açacağını ve hatun kişimizi artık kaçırmak istemediğini hayatının onsuz ne kadar anlamsız olduğunu, tadının, renginin kokusunun olmadığını söyler. bir şekilde samimidir söylediklerinde. hatun kişimiz bunu görür, fakat evlilik denildiğinde bütün tüyleri diken diken olan hatun kişimiz nasıl evet desindir. üstelik meriç tipimizi fazla tanımaktadır, bilir bu işin sonunun ne olduğunu. hayır der, olmaz der, git der, yuvanı yıkma, eşini üzme, ben sebep olamam başkasının hüznüne vb. der ve meriç tipimizi yollar. alışverişine devam eder. sonra bir anda karşısında sinirli 10 kaplan gücünde olan "eski eş" belirir.
    "sen kimsin, bunu nasıl yaparsın, zaten hep meriçten seni dinledim, bıktım ama evliliğimi yıkamazsın" tarzı haykırışlar ardında direnmeye çalışan hatun kişimizin arkasından meriç kişimiz gelir ve sarılır. hatun kişi bir yandan 10 kaplan ile uğraşırken bir yandan da beline ve omuzlarına sarılmış kollardan kurtulmaya çalışır. sonra bir şekilde hatun kişimiz 10 kaplanı yumuşatır. kendini, derdini anlatır. kendisinin hiç bir alakasının olmadığını, aralarına girmek gibi bir düşüncesi olmadığını meriç tiplememizin tamamen kendisinin olabileceğini anlatır. özür diler yine de ve kendisinden yardım ister vücuduna dolanmış olan pençelerden kurtulmak için. rüya burada karmaşıklaşır, bulanır ve hatun kişimiz koşarak mekandan uzaklaşır.

    sonrasında ise kan ter içinde soluk soluğa uyanır sanki kmlerce koşmuş gibi. bir an parmaklarına bakar "yüzük var mı lan yoksa" diye.

    hiç bir şey olmadığını görür ve rahatlar.

    annenin gücünü, bilinçaltına girme kabiliyetini farkedip bir daha anneye hayran kalır.

    "bu gidişle ben kesin evlenirim lan." diye serzenişte bulunur kendine.

    evlenmemeye fazlasıyla kararlı hatun kişinin yapısı bakalım daha ne kadar direnebilecektir.
  • bir üst basamaktaki karşılığı çocuk baskısı olan toplumsal baskı örneğidir. benim diyen nice özgür, bireyselliğine düşkün, toplum normlarını umursamayan genç bu yolda heder olmuştur. çare mümkün olduğunca uzak diyarlara gitmekten geçer efenim.
  • her gün babama 'aha dayıya sor' 'türban röportajı' ve 'ankara beni bulsun' videoları izletiyorum ama konu yine evliliğe geliyor. benden küçük iki kuzenimin nişanlandığını duyunca adama bi haller oldu. şimdi trabzon'da kızların neden erkenden kocaya kaçtığını anladım. şu baskıdan kurtulmak için.ilerde seçici olacakmışım bla bla. ee o zaman ilk önüme çıkana varıp gideyim yani. böyle saçmalık olamaz ya. evde ölü taklidi yapmayı deneyeceğim.
  • aile bireyleri tarafından yapılan psikolojik baskıdır.

    bizimkiler lafı dolandırarak söylemeyi tercih ediyorlar. en son şöyle bir olayımız oldu aile grubunda, vallahi bezdim.
  • aile büyüklerinin işe başlamanızdan takribi 1 ay sonrasında yapmaya başladığı baskıdır efendim. sevgiliniz olmasa size aday bulan nineler mi dersiniz, sevgiliniz olsa e hadi ciddi bir şey yok mu ? minvalindeki sorular mı ? hayır aileye de ne kadar evlenmek istemediğinizi söylemiş olursanız olun ısrarla devam ederler. kat’ a durmazlar, yılmazlar, yorulmazlar. bu baskıyı espriye vurarak yumuşatabilirsiniz ama asla bitiremezsiniz. zordur azizim zor. ne mutlu bu baskıyı yaşamayan bireye.

    bunun bir tık üstü “ çocuk var mı çocuk” dur. bazen hayatı zorlaştırıyorlar..
  • aileden, arakadaşlarda ya da partnerden gelebilir. fakat en kötüsü sosyal baskıdır, sözsüz fakat hissedilen.

    arkadaş grubunda herkesin bir bir evlenmesi, tek bekar kalmak zaman zaman buluşmalarda tek kişi kalmaya sebep olur ya da daha kötüsü o buluşmalar hiç olmaz.

    herkes patır patır çocuk yapar, yaşınız belki artık geçmek üzeredir biyolojik olarak ya da doğacak çocuğa uzun vadede bakmak için stres olursunuz.

    hissedilen baskı çoğu zaman maruz kalınan baskıdan beterdir. bekarlık sultanlıktır diyerek aileleri eleştirirsiniz. eve yalnız dönerken keşke derken bulursunuz kendinizi.

    yoksa anne yapsın baskıyı istemez geçersiniz. içten yiyip bitiren inanmadığınız baskı düşman başına.
hesabın var mı? giriş yap