• 1962 yapimi ilginc bir luis buñuel filmidir.
  • burjuvaziyi yine kendi silahiyla vurmus bir filmdir. filmi ilgisiz izleyen icin cok bir numarasi yoktur ama burjuvaziyi yiyip bitiren yine kendi "nezaket"leri olmustur. "siz buyrun", "ah, olur mu, onden siz buyrun"lara kapilan bir grup acinasi burjuvanin hikayesidir.
  • l'age d'orun uzatılmış salon sekanslarının andırıyor. filmin başrol oyuncusu sayabileceğimiz salon, sosyeteyi temsil eden bir şuur düzlemi gibi . nitekim şuur eşiğini geçemeyen,irade tutulmasına yakalanmış karakterler de bu irrasyonel mizansene sonuna dek sadıklar. tıpkı filmin sonunda onların yerine kiliseye doluşan koyunlar gibi...
  • mekan ve mekan algısı açısından çokça benzediğini düşündüğüm l'année dernière à marienbad'dan sadece 1 sene sonra çekilmiş, klostrofobik, "içeridekiler - dışarıdakiler" ve yeni burjuvazi üzerine bir bunuel filmi.

    --- spoiler ---
    burjuva bir topluluk, bir mekanda kendi kendilerini hapsetmeleri sonucu zamanla akıllarını kaybeder, her zaman sadık kaldıkları tüm ahlak değerlerini yerle bir eden davranışlar sergiler ve hatta ilkelleşirler. içindekileri dökmeye, en salt duygularına dönmeye başlarlar. ve tabi ki en sıkıştıkları anda dine sığınırlar. filmin sonunda adeta yanlış bir sığınma yolunu seçtikleri vurgulanır.
    --- spoiler ---
  • yıl 1962.. luis bunuel iktidar, ekonomi ve cinsellik arasındaki karmaşık ilişkilere inanılmaz göndermeler yapar.. peki burjuvazi neden ve nasıl bir zorlamaya maruz kalmıştırda böyle kapanmıştır? sorular ve cevapları hep aşama aşama akla takılır..
  • sürrealin, reali makaraya alışının en güzel örneklerinden biri. bunuel'in zenginler ve fakirler arasındaki simbiyotik ilişkinin burjuvazinin tüm insanlık dışı kusurlarını nasıl örttüğünü gösterdiği şahane filmi. "insanlık dışı" koşullarda yaşayan proletarya esasen burjuvazinin "insan" olmasına, "insan" kalmasına yardımcı olur. proletaryanın manasız bir şekilde ortadan kalktığı herhangi bir anda, burjuvazi beceriksiz ve korkak bir halde en basit adımı bile atamadığı bir dünyada bulur kendini. sadece büyük bir alay yok bu filmde, aynı zamanda insanın yüzüne tokat gibi çarpan bir ifşa da var. bunuel'in yaramaz yaratıcılığı (muhtemelen sinematik dehası da, işin tekniğinden anlayanlar daha iyi açıklayabilir) da cabası. filmdekilerin kapıyı açıp çıkamama hali, sözümona özgürlük kavramsallaştırması üzerine de çok şeyler düşündürüyor. temel ihtiyaçların proletarya tarafından karşılanmadığı bir dünyada kimin ne kadar insan kalabileceğini, ne şekil bir özgürlükten bahsedebileceğimizi her gün kendinize sormuyorsunuz hemen başlayın derim. ya da bu filmi izleyin, (düz kafayla, kalas gibi değil yalnız, biraz metaforik düşünmeye çalışarak) ondan sonra bir daha konuşalım.
  • --- spoiler ---

    bunuel viridiana ile başlayan "burjuvaziye eleştiri bombardımanı"nı devam ettiriyor. filmin başında 10-15 kişilik bir elit grup bir partiye geliyor ve bir süre eğleniyorlar. zaman geçip gitme vakti geldiğindeyse sebepsiz bir şekilde kimsenin gidesi gelmiyor. aynı zamanda hem garip hem de gayet olağan olabilen bir şekilde herkes salonun bir köşesine yerleşiyor ve orada uyumaya başlıyor. sabah olduğunda ev sahibi durumun garipliğinin farkına varıyor. misafirlerin arasındaki iki-üç kişi de gitmek için bir deneme yapıyorlar fakat kahyanın getirdiği kahve onları da içerde tutuyor. buradan sonra insanlar inanılmaz bir şekilde gitmelerinin engellendiğine inanmaya başlıyor. kapıdan çıkıp gitmelerini engelleyen hiç bir fiziki durum olmamasına rağmen hiç biri bunu denemeye yanaşmıyor ve orada hapis kaldıklarına kendilerini inandırıyorlar. bunuel bu insanlara o salonda geçirttiği bir kaç gecede hem toptan burjuvazi çılgınlığıyla alay ediyor hem de kendi aralarında geçen durumlar sayesinde de ahlak, kibarlık gibi anlayışlarını yerin dibine sokuyor. olayın ilk başında saf ve yumuşak bir aldanış olarak gördüğümüz bu "hapsolma inancı"nın ne kadar yobaz bir düşünce olduğunu, ölmek üzere olan orkestra şefini hastahaneye götürmeleri gerekmesine karşın götüremediklerinde ve ölmesine neden olduklarında görüyoruz. burjuvalar, sonunda tıpkı hapis kalmalarına buldukları neden kadar saçma bir nedenle dışarı çıkmayı başarıyorlar. ama bunuel onların peşinden ayrılmıyor ve onları bu kez, evden kurtulduklarında koşa koşa gittikleri kilisede hapsediyor. filmin en sonunda da sürü halinde kiliseye giren koyunları görüyoruz. bunuel, burjuvazi ahlakının ve davranışlarının dünyadaki en yobaz düşüncelerden biri olduğunu açık bir dille anlatıyor. ayrıntılarla boğdukları hayatlarında küçücük sebepsiz ayrıntılara takılarak kendi kendilerini mahkum etmelerine biz de hiç şaşırmıyoruz.

    --- spoiler ---
  • kirli camasirlari ortaya doken bir klasik.

    --- spoiler ---

    zenginler (ki karakterlerin tamami burjuva mi bilemedigimiz icin zengin kelimesini tercih ettim.) odada tikilip kaldiklarinda iceride sadece bir tane calisan vardi. diger butun calisanlar bahanelerle evi terk ederken evde kalan tek yardimci evin itaatkar, zenginlere en yakin durusu olan calisaniydi. ve yine odada kaldiklari sure icinde agir isleri ona yaptirmak isteseler de bir sure sonra susuzluk sebebiyle kendileri de el atmak durumunda kaldilar.

    zenginlerin bir odadan cikamayislarini anlamladirabilirken calisanlarin evi neden terk ettiklerine dair net bir sebep bulunamiyor. oysa filmde odadakilerden biri "tehlikeyi sezerek gemiyi once fareler terk etti." yorumunu yapmisti. disaridan kimsenin iceriye girememesi de olayin baska bir cozulemeyen sorunu. bunun iki sebebi olabilir: 1. iceridekiler cikamadigina gore girersek biz de zarar goruruz endisesi, 2. onlari kendi baslarina birakma istegi. iceridekiler disaridakilere adim atmasi ile disaridakilerin harekete gecmesi de yine oyuna zenginlerin hakim oldugunu gosteriyor.

    ve koyunlarla ayinin insanlarla iliskisi. koyunlar tamam da ayinin rolu nedir? neyi simgeliyor ya da bir sey ifade etmiyor da yine luis'in bir kurmacasi mi bilemiyorum.

    --- spoiler ---
  • luis buñuel'in son nefesim isimli kitabından filme dair alıntılar.

    --- spoiler ---

    ...meksika'da çektiğim bu filmi paris ya da londra'da avrupalı oyuncular ve daha iyi kostümlerle çekemediğime hep hayıflanmışımdır. mekan olarak seçilen evin güzelliğine ve tipik meksikalı yüzü taşımayan oyuncular seçme konusundaki dikkatime rağmen, filmde pek çok zevksizlik vardır. örneğin iyi kalite sofra peçetesi bulamamıştık da yakın çekimde göstereceğimiz peçeteyi makyajcıdan ödünç almıştık. öte yandan seneryo son derece özgündür. konu tiyatroda oyun seyrettikten sonra birlikte akşam yemeği yiyen, yemekten sonra oturma odasına geçen, sonra da nedendir bilinmez, içinde bulundukları odadan dışarıya çıkamayan bir grup arkadaşın başına gelenlerdir. filmde doğrudan gerçek yaşamdan alınma bazı sahneler vardır. newyork'da gittiğim büyük bir akşam davetinde ev sahibesi türlü süprizler düzenleyerek konuklarını eğlendirmeye karar vermişti; servis yaparken birden halının ortasına uzanıp kestiren garson (tabi filmde konuklar onun bu muzipliklerini hiç de eğlenceli bulmazlar), örneğin newyorklu ev sahibesi bir ayıyla iki de koyun sokturmuştu salona; filme aynen aldığım bu sahneler eleştirmenleri simge arayıp bulma konusunda türlü aşırılıklara götürdü; ayı iç çelişkileri sonucu felce uğrayan kapitalist topluma tuzak kuran bolşeviklikmiş!

    sinemada da yaşamda olduğu gibi tekrarlar etkiler, büyüler beni. bazı şeyler neden sık sık tekrarlanma eğilimi gösterir bilmem ama, bunun böyle olmasını müthiş çekici bulurum. mahveden melek'de en az bir düzine tekrar vardır. iki erkek tanışır ve "memnun oldum" diyerek el sıkışırlar, biraz sonra yeniden karşılaşır ve önceden tanışmıyorlarmış gibi yeniden aynı şeyi yaparlar. üçünçü karşılaşmalarında ise büyük bir hararetle kırk yıllık dost gibi selamlaşırlar.
    bir tekrar da konukların hole girdiği sırada olur. ev sahibi baş uşağı iki kere çağırır. daha doğrusu, sahne aynı sahnedir de değişik açılardan çekilmiştir. birinci kameraman filmi kurgularken
    - luis baksana, burada büyük bir yanlışlık var
    dedi.
    - ne
    diye sordum.
    - eve girdikleri sahne iki kere çekilmiş
    her iki sahneyi de çeken kendisi olduğuna göre, nasıl olup da hem benim hem de kurgucunun gözünden böyle büyük bir yanlışın kaçtığını düşünebildi, hala merak ederim.

    el angel... bir kaç kere seyrettiğim ender filmlerimdendir. her keresinde eksikliklerine hayıflanırım, çok kısa zamanda çekilmiş olmasına yanarım. özetle yapmak istedikleri şeyi -bir odadan dışarıya çıkmak- yapamayan bir grup insanın filmidir bu. böylesi ikilemler, basit arzuları yerine getirmenin imkansızlığı filmlerimde sık sık karşısına çıkar seyircinin...

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap