• sorumluluk ister...
  • siyasetçiye bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir.

    (bkz: teknokrasi)
  • her zaman zor bir vazife olmakla beraber, basın ve medya + demokrasi, dünya tarihinde zuhur ettiğinden beri bizim gibi zor coğrafyalarda iyice zorlaştığı ve çıkmaza girdiğini düşündüğüm saha. zira gerçekten dürüst ve samimi bir idareci de olsanız, muhalifleriniz, düşmanlarınız, çıkarlarına dokunduğunuz zümreler, hakkınızda basın ve medya yoluyla tezvirâta başladıklarında, ahlaki ilkelere yüzde yüz sadık kalarak kendinizi ve icraatlarınızı müdafaada bulunmanız çok zor. hatta onların yaptığı algı operasyonları gibi sizin lehinize de algı operasyonları yapan basın ve medyanız yoksa, sizi destekleyen kitlenin karşı tarafın etkisinde kalmaması imkansız gibidir. yine de bu zor durumun, idareci pozisyonunda olanların adalet ve hakkaniyetle hükmetmelerine engel olduğunu düşünmüyorum.

    ilm-i siyaset, hükümdar ve idarecilerin ahlakı meselesi, yunan ve islam felsefelerinde hakkında çok güzel müstakil kitapların yazıldığı bir sahadır. islam ahlak felsefesi dersi notlarından taşköprüzâde'nin şerhu’l-ahlâki’l-adudiyye'sinden devlet yönetimi yahut hükümdarın ahlakına dair, iktibas ettiğim ilginç bazı pasajlar:

    " bilmelisin ki başkanlığa ancak âlemin yapısını bilen, onun sağlığını korumaya ve
    hastalığını ortadan kaldırmaya muktedir bir kimse layıktır. bu, üstünlük kurarak ya da yıkıcı bir savaşla olur. devletin temelleri toplumun görüş birliği içinde olması ve sağlam bir ideale sahip olmasına bağlıdır. devletin unsurlarının amaçlarının farklılaşması devletin sarsıntı geçirmesi demektir. devletin çökmesi devlet erkanının refah ve estetiğe rağbet etmesi, sabır ve tahammül yerine tembelliği tercih etmeleri, savaş ve mukâteleyi bırakmaları, savunma ve karşı koyma melekelerini unutmaları ve alçakların ve câhillerin âdetinde olduğu gibi parasızlık sebebiyle devletin gücü ve büyüklüğünde eksiklik ortaya çıkmasıyla olur ve, bu, mücadele ettikleri herkesin onları hezimete uğratıp üstün gelmeleri ve sanki hiç var olmamışlar gibi köklerini kurutmalarına kadar gider.

    düzenin korunmasında ona, yani hükümdara düşen dostlarıyla uyum içinde olmak ve düşmanlarını dağıtmaktır. bu iki husus halkın maslahatını gözetmek ve adaleti ifsat edecek şeyden kaçınmakla tamama erer. zikredilenlerin şartları ise şu üç şeydir: (i) devlet başkanı bedendeki dört unsurun dengesiyle mizacın itidalinin sağlanması gibi ulemâ, asker, ticaret ve ziraat erbabı arasındaki dengeyi sağlamalıdır. bunların ilki din ve dünya işlerini ayakta tutan fakihler, kadılar, tabipler, müneccimler, yazı, hesap ve benzeri mesleklerle meşgul olan ilim ve marifet sahibi bilginler sınıfıdır. bunlar dört unsur arasında su konumundadır. ikincisi askerlerdir, bunlar kendilerini halkın hayatına adayan yiğitlik ve cesaret erbabı olan savaşçı ve muhafızlardır. bunlar hava mesabesindedir. üçüncüsü ticaret erbabıdır, bunlar alım satım yapanlar ile erzak, yiyecek ve kıymetli giysileri alıp toplumsal düzenin temel ayakları olan halka getiren kervan sahipleridir. bunlar ateş konumundadır. dördüncüsü değirmenciler, çiftçiler ve temel gıda maddelerinin temini için zamanlarının büyük çoğunluğunu adayan diğer ziraat erbabıdır. bunlar da dört unsur arasında toprak mesabesindedir. toplumsal adalet sırasıyla bu dört sınıf arasındaki dengenin korunmasıyla gerçekleştiği gibi bu dört unsurdan bazılarının diğerlerine baskın gelmesi de mizacın bozulmasına ve bünyenin çözülmesine yol açar. hükümdar bu dört sınıftan herhangi birinin diğerlerine üstün gelmesine fırsat vermemelidir. çünkü bu, temelde toplumdaki doğal düzenin çözülmesine ve bunun bir sonucu olarak da birlik ve eşitlik anlayışının dumura uğramasına yol açar. şu, filozofların sözlerindendir: “çiftçilerin erdemi ziraat işlerinde yardımlaşmaları, tacirlerin erdemi ticaret mallarında yardımlaşmaları, hükümdarların erdemi siyasî görüşlerde yardımlaşmaları, metafizikçilerin erdemi de ilâhî hikmetlerde yardımlaşma içinde olmalarıdır.” allah teâlâ şöyle buyurur: “iyilik ve (allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın” (mâide, 5/2).

    ikinci şart, tebaanın, istidadına uygun olan mertebede bulunmasını sağlamaktır, çünkü insanların tümü üç sınıftır: doğaları iyiliğe yatkın olanlar, doğaları kötülüğe yatkın olanlar ve doğaları bakımından ne iyi ne de kötü olanlar. allah teâlâ şöyle buyurur: “onlardan (insanlardan) kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır” (fâtır, 35/32). birinci gruptakilerin iyiliği ya başkalarına ulaşır ya da ulaşmaz. ikincilerin [yani iyiliği başkalarına ulaşmayanların] hükmü şudur: onları şereflendirmeli ve azıklarını yeterince vermelidir. birincilerin [yani iyiliği başkalarına ulaşanların] hükmüne gelince, seçkinleri onurlandırmalı ve güçlü kılmalıdır ve bunları insanlar arasında kendine en yakın olanlar eylemeli ve halkın üzerinde hüküm sahibi yapmalıdır, zira bunlar halkın en değerli kesimi ve cevheridir, yüzüklerinin taşı ve en seçkinleridir.
    doğası gereği kötü olanlara gelince, bunların kötülüğü ya başkasına geçer
    ya da kötülükleri başkasına sirayet etmez. birinci haldekiler insanların en adisi ve en
    rezilleridir, mutlaka engellenmelidir. kötülüğü başkalarına zarar vermeyenlere gelince; bunlar zemmedilir veya iyiliğe çağırma ve kötülükten sakındırma, vaaz u nasihatler, dinin teşvik eden vaadi ya da caydırıcı azabıyla muhatap kılınır. böylelikle bunların hayra ve iyiliğe ulaşmaları umulur, aksi takdirde aşağılık durumda ve zelil bir halde kalırlar.
    doğaları bakımından ne seçkin ne de kötü olan üçüncü gruba gelince; istidatları
    elverdiği kadar yetkinliğe ulaşmaları için onları sıkıntıdan kurtarmak ve iyiliklere teşvik etmek lazımdır. ferdin ıslahında genel ilke, hekimin bir organın tedavisinde yaptığı gibi, öncelikle kamunun maslahatını gözetmek, sonra da bireyin maslahatına bakmaktır.
    hükümdar zikredilenler arasında rızık, muteber şeyler ve diğer nimetler gibi ortak iyiliklerin paylaşılmasında dengeyi gözetmelidir. bu, onların hak edişleri ve istidatlarına uygun olarak yapılır.

    ...hükümdarın çetin meseleler hakkında istişare edeceği bir vezirinin olması gerektiği bilinmelidir. vezir, devletin merkezi ve temelidir, gidilen yolların başı ve rehberidir. hükümdar onun idaresiyle yol alır ve onun aklı işlerde bir delil olur. kitap ve sünnet vezir edinmek gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. allah teâlâ meseleyi hz. mûsâ’nın diliyle şöyle beyan eder: “bana ailemden bir de vezir (yardımcı) ver, kardeşim harun’u” (tâhâ,20/29-30) ve yine allah teâlâ şöyle buyurur: “kardeşi harun’u da ona yardımcı yaptık” (furkân, 25/35) hz. peygamber de (a.s.) şöyle buyurur: “allah bir emir için hayır diledi mi ona doğru sözlü bir vezir nasip eder. bu vezir, ona unuttuğunu hatırlatır, hatırlayınca da yardımcı olur.”
    ...bu makam çok kıymetli olduğu için layık olanları azdır. vezirliğin özelliği, birtakım güzel vasıfları toplamasıdır. bunlar iffet, dosdoğru olma, güvenilir olma ve sadakattir. hilim sükûnetine ve ilmin uyarıcılığına sahip olmalı, emirlerin liderliğine, filozofların bilgeliğine, âlimlerin tevazuuna ve fakihlerin kavrayışına da sahip olmalı, tatlı dili ve güzel hitabıyla insanların kalbini yumuşatabilmelidir. vezirin güvenilir ve sadık olması ile hevâlardan hâli ve ihtirasının az olması iyi sayılmıştır.

    beden nasıl mizacıyla, mizaç nefisle, nefis de akılla ayakta duruyorsa, aynı şekilde ülkeler de hükümdar ile, hükümdar siyasetle ve siyaset de bilgelikle ayakta kalır. eğer bilgelik ihmal edilirse şeriat zayıflar, otoritenin azameti kaybolur, onur ayaklar altına alınır ve nimet zâil olur. ve ayrıca hükümdara kolay ulaşılmalıdır, yani hükümdar ihtiyaç sahiplerinden kendini saklamamalıdır. zira hükümdar fildişi kulede ulaşılmaz olursa zâlimlerin eline düşenlerin ona ulaşması mümkün olmayacaktır ve böylece düzen çözülecek, güçlülerin zayıfları ezmesinin önü alınamayacaktır.
    tüccar ve esnafın serbest dolaşımı sayesinde ülkenin kalkınabilmesi için hükümdar geçitleri koruma ve yol emniyetini sağlamada son derece titiz olmalıdır, güvenlik ve asker zümresine yaptığı ikramda eli sıkı olmamalıdır.
    hükümdar ayrıca hedeflere ulaşabilmenin önü kesilmesin diye yönetim konusunda düşünmeyi bırakmamalı ve özel hazlarını terketmelidir. zira özel hazlar, bazen onlarda daim olmaya yol açar ve sahibini hizmetler ve halkla ilgili vazifelerinden alıkoyar, bu da düzenin gevşemesine, hazların genel bir kabul görmesine ve halkın istekleri arasında çatışmaya sebep olur ki bunun peşinden kaos vuku bulur, ilâhî ilkeler rafa kalkar, halk için hayır namına bir şey kalmaz. bu durumda âdil, deneyimli hükümdara, yönetimi aslî hüviyetine döndürecek imama olan ihtiyaç da şiddetlenir.

    bil ki hükümdar insanların boyunduruğuna sahip olduğunu ve tasarrufunun onlara nüfuz ettiğini, bu sebeple de onlardan daha müreffeh, daha dingin, daha memnun ve daha rahat olması gerektiğini aklından bile geçirmemelidir. zira bu, bozulmanın en etkili sebebi, ülkelerin başına gelen felaketlerin en kötüsüdür. aksine onun takip edeceği yol, rahat ve eğlenceye ayırdığı vakitleri azaltmak, düşünce ve iş saatlerini çoğaltmak olmalıdır. hatta hayata dair zaruri şeyleri daha çok terketmeli, en önemlileri uyku ve benzer ihtiyaçlar olan teskin edici şeylerden bile gittikçe ayrılıp kendini ülke yönetimi ile ilgili kafa yormaya teslim etmelidir.

    hükümdar âkil adamlar ve basiret sahipleriyle, asil kimselerle, yüce gönüllülerle ve karakterli insanlarla istişare etmelidir. çünkü danışılan kişi güvenilen kimsedir. onun fikir ürettiği kabul edilir ve münakaşadan emin olur. hükümdar, sırlarını zayıf akıllılardan saklamaya çalışmalı ve düşmanı yönetimine muttali kılmamalıdır. bir görüşe karar verdiği zaman, bu görüşün gereği olan fiilleri çelişikleriyle birlikte değerlendirmeli, bütünüyle iki taraftan birine meyletmemeli ve bir fikre ulaşmada yolu bu olmalıdır. hükümdar, düşmanın ahvâlinden haberdar olmak ve davranışlarından hareketle düşüncelerine ulaşmak için gözcü ve casuslar görevlendirmelidir, çünkü bu, ihtiyaç halinde kullanıldığı ve ihtiyat zamanında o düşüncelerden uzak durulduğu için kesin kararlılığın en büyük vesilelerinden ve en faydalı zafer sebeplerindendir.

    hükümdar, yaptığı acziyet olarak görülmedikçe düşmanların kalbini kazanma ve uzlaşma hususunda en ileri aşamaya kadar gitmeli, savaşı engellemek için her türlü çareye başvurmalı, savaşı en son çare olarak görmeli, zorunluluk olmadıkça savaşa meyletmemelidir.
    ...eğer taarruz savaşı yapacaksa da amacı mutlak iyilik ve hak dini ayakta tutma arzusu olmalıdır. bu durumda da ancak kazanacağına eminse savaşa girişmelidir, aksi takdirde savaşa girmek, adamlarını ve techizatını riske atmak demek olur. savaşa ancak fikir birliğine sahip bir grupla başlamalı, zira bunu sağlamadan başlarsa onları yanında değil, karşısında görebilir.
    ayrıca hükümdar çarpışmaya bizzat katılmamalıdır. nitekim hz. ali (r.a.) iran savaşına çıkma hususunda kendisiyle istişare eden hz. ömer’e bir söz söylemiştir ki, bu sözün bir kısmı şöyledir: “yönetimi deruhte eden kişi, inci dizicisi gibidir ki bu kimse incileri toplar ve birleştirir, zira düzen bir kesilirse, dağılır ve gider. sonra asla toparlanamaz.” ordusunun başına yiğit, yiğitliğiyle şöhret bulmuş ve kalplere korku vermek için şanı yayılmış, hile ve savaş taktiklerini uygulayabilecek bir savaş zekâsına sahip, savaşlara girmiş, düşmanların kökünü kazıyabilecek ve dirliğini bozabilecek kadar harp tecrübesi olan birini atamalıdır. düzmece mektuplar gibi düşmanların birliğini bozabilecek hile ve taktiklere ve benzeri şeylere başvurmak caizdir. fakat hıyanet caiz değildir, zira bu onurlu olmaktan uzak bir durumdur. savaşın an meselesi olduğu durumlarda en önemli iş, gözcüler dikmek ve en ileri düzeyde teyakkuz halinde olmak, harp hallerinde ise orduyu kendine en elverşili olacağı konuma sevketmektir. zorunlu olmadıkça hendekler açmamalı ve barikatlar kurmamalıdır, çünkü bu düşmana cesaret verir. yiğitleri teşvik etmek ve onları harbe motive etmek için canını ortaya koyan ve meydan okuyarak düelloya çıkanları abartılı bir şekilde övmeli ve onlara ihsanda bulunmalıdır. kararlılık ve sabırdan ayrılmamalı, düşüncesizlik ve deli cesaretinden kaçmalıdır. düşman hakir olsa bile düşmanı asla küçümsememeli ve allah teâlâ’nın şu beyanını hatırlamalıdır: “nice az sayıda bir birlik allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir” (bakara, 2/249). muzaffer olduğunda öldürme emri vermemelidir, çünkü düşmanı canlı ele geçirmenin rehin ve esir tutma, fidye ve hediye alma gibi birçok faydası vardır. galip geldiğinde de usanmamalı ve sağduyuyu elden bırakmamalıdır. sonrasında da düşmanlık ve kıyımdan sakınmalıdır, çünkü zaferden sonra düşmanlar tebaa konumundadır.

    bil ki, bir kısım fazilet ehli kimse, hükümdarın riayet etmesi lazım gelen on madde zikretmiştir. her ne kadar bunların bir kısmı, yukarıda sayılanların bir kısmına râci olsa da bereketinden istifade etmek için bunları sırasıyla saymamız gerekir.
    ilki, onun hüküm konusunda kendisini halktan biri olarak görmesidir. öyle ki, şayet onlardan biri olsaydı kendisi için istemeyeceği bir şeyi onlar için de istememelidir.
    ikincisi, müslümanların ihtiyaçlarını karşılamayı en büyük ibadetlerden biri olarak görmesidir. hükümdar halkın ihtiyaçlarını gözler, onları kapısında muhtaç bir halde bırakmaz. onların ihtiyacını karşılamadıkça ibadetle meşgul olmaz, kendi bedeninin rahatlığı için halkın maslahatını bir kenara atmaz.
    üçüncüsü, yiyecek ve giyecek hususlarında hulefâ-yı râşidînin yoluna uyar, nefis ve leziz yemekler ile son derece alımlı elbiseler giymeyi âdet edinmez.
    dördüncüsü hükümdarın sözünde yüze gülmesi ve sebepsiz yere sertlik göstermemesidir, o insanların özrüne kulak vermekten yorulmamalı ve zayıf ve acizlerle konuşmaktan sıkılmamalıdır.
    beşincisi, hüküm verirken yaranmaya çalışmaması ve insanları hoşnut etmeyi de ihmal etmemesidir. ancak herhangi bir kimsenin hoşnutluğu için de şeriatın emrine muhalefet etmemelidir. kuşkusuz insanların yarısı, istekleri şeriatla uyuşmadığı için hâkimden daima rahatsız olurlar. hükümdar hakkaniyetle hüküm verdiğinde ise allah da ondan hoşnut olacaktır halk da. nitekim hz. peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “insanların hoşnutsuzluğuna rağmen allah’ın rızasını arayandan allah razı olduğu gibi insanları da ondan razı eder."
    altıncısı, hükümet etme ve yönetmenin ciddiyetinden gâfil olmamalıdır. çünkü bunlar ya lehine ya da aleyhine olacak şeylerdir ve niceleri hevâlarına uyduklarından dolayı dinin sınırlarını tahrip etmiştir. bugün ipler senin elinde, yapman gereken, ebedî devleti kazanmak için gayret etmektir.
    yedincisi, hükümdarın, âlim ve sâlih kimseleri ziyaret etmesi ve onlara muhabbet göstermesidir. her ne kadar günümüzde sayıları az olsa da allah’ın yardımı yanında olur da onlardan birini bulursa onu, hükümet ettiği zamanların şerefi saysın. ulemâ görünümündeki deccallerden ve sâlih kılığındaki şeytanlardan uzak dursun, çünkü onlar dünyalık için ona tapar ve onu yere göğe sığdıramazlar.
    sekizinci olarak insanları zorbalık ve büyüklenme ile nefret ettirmemeli, aksine kendisini zayıflara ve halka adaletle, ihsanla ve şefkatle sevdirmelidir. hz. peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “yöneticilerinizin en hayırlıları sizi seven ve sizin kendilerini sevdiğiniz, en kötüleri de sizden nefret eden ve sizin de kendisinden nefret ettiklerinizdir.”
    dokuzuncusu, yetki verdiklerinin haksızlığını ve vekillerinin hıyanetini takip etme konusunda gaflet sergilememesidir. hükümdar, çakalları halkın başına musallat etmemelidir. eğer onların bir haksızlığına vâkıf olursa hükümdara düşen, onları tüm âleme ibret olacak bir cezaya çarptırmasıdır. hükümdar yönetimde gevşek olmamalı ve devlet erkânını nasihatla eğitmelidir.
    onuncusu, hükümdar olaylar meydana geldiğinde ferasetle bakmalı, olayların özelliklerini ve sonuçlarını basiret gözüyle okuyabilmelidir. eğer olaylar apaçık ise şeriatın hükmüyle ayırır, olaylar karmaşık ve örtük ise bunları da feraset ile ayırır. hükümdar olayları kendisine aktaranların sözüne güvenmemelidir, zira hadiseler sonsuzdur ve meseleler olayları kuşatmada yeterli olmaz, işte bunun içindir ki ferasete ihtiyaç duyulmuştur. feraset iki kısımdır: birincisi dinî ferasettir. bu, yakîn nurundan meydana gelir. yakîn nuru ise kötü huylardan nefsi arındırmakla ve yerilen sıfatlardan kalbi temizlemekle oluşur ki, kişi nihayetinde allah’ın nuruyla bakar ve öyle bir hale gelir ki, allah onun gören gözü, işiten kulağı olur: “şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey allah’a gizli kalmaz” (âl-i imrân, 3/5). ferasetin ikinci kısmı felsefî olandır. bu konuda da filozoflar tecrübe ile huylara delalet eden emareler bulmuşlar ve bu alanda birçok kitap yazmışlardır.

    bilmelisin ki halkın hükümdar üzerinde hakları vardır. eğer halk müslüman ise onların hakkı şu yirmi maddedir:

    - hükümdarın halka karşı mütevazi olması ve saltanatından dolayı onlara karşı büyüklenmemesidir.
    - birinin, özellikle de fasıklardan olan birinin, bir başkası hakkındaki sözünü dinlememelidir. allah teâlâ şöyle buyurur: “eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın” (hucurât, 49/6). aynı şekilde hasetçilere böyle muamele etmelidir, zira onlar güzellikleri ayıp görürler. tamahkârlar için de böyledir, zira onlar bir lokma için insanlara çile çektirirler. belirli gayeleri güdenler için de böyledir, çünkü gaye yalana ve iftiraya sevkeder.
    - cezayı üç güne kadar ertelemesidir, fakat din için öfkelenip cezalandırma hariçtir. dünya işlerinde bağışlama yaraşır, âhiret işlerinde ise affı terketmek evlâdır, ancak kişinin tevbe etmesi durumu değiştirir.
    - adalet ve ihsanı halkın tümüne yaymalı, müslüman ve kafir ayırımı yapmamalıdır, çünkü sultan allah’ın gölgesidir.
    - müslümanların mahremine bakmamalı, evlerine izinleri olmadan girmemeli, izin istemeli, ancak izin verirlerse giremeli, yoksa çekilmelidir.
    - insanlarla derecelerine göre konuşup muamele etmelidir. kaba saba insanlardan ve ayak takımından nazik sözler, halkın câhil takımından fesâhat ve belâgat, köylülerden ve bedevîlerden seçkin meclislerin âdâb-ı muâşeretini beklememelidir. kimseye kapasitesinin üstünde bir şey yüklememeli, yapamadıkları şeylerde onları mazur görmeli, kimseyle görüşmekten kaçınmamalıdır.
    - yaşlılara, özellikle de dindarlara hürmet etmeli, çocuklara şefkatle bakmalıdır. hz. peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “büyüğüne hürmet etmeyen, küçüğüne şefkat etmeyen bizden değildir.” yine hadiste şöyle geçer: “bir genç bir ihtiyara yaşından dolayı hürmet ederse allah teâlâ da o gence yaşlandığında hürmet edecek kimseleri bahşeder.” bu hadiste bir yaşlıya hürmet edenin yaşlılığa ulaşacağına işaret vardır.
    - hükümdar vaadinden dönmemelidir.
    - yönetiminde sertlik göstermemeli, sıradan olsun seçkin olsun herkese güleryüz sergilemeli, zayıflara yumuşaklıkla muamele etmelidir.
    - insafı gözetmeli, kendisine yapıldığında hoşnut olacağı şekilde davranmalıdır.
    - arabulucu olmalı, husumetleri bitirmeyi geciktirmemelidir.
    - insanların günahlarını açığa çıkarmanın peşinde olmamalı, onların hatalarını araştırmamalı, her bir hatada cezaya çarptırmamalı, ortaya çıkan bütün çirkinliklerini de örtmelidir.
    - şüpheli şeyler yapmamalı ki insanlar çirkin şeyler yapmaya cesaret etmesin, töhmet altında bırakacak durumlardan kaçınmalı, eğer bir günaha mübtelâ olmuşsa da bunu gizlesin, çünkü halk hükümdarlarının âdeti üzeredir ve ona uyabilirler.
    - eğer ihtiyaçların karşılanması hüküm sahibinin şefaatine muhtaç ise bunu yapsın ve onda ihmalkâr olmasın, kendisinden çıkacak tek bir sözle biten büyük işleri bir ganimet bilsin.
    - sâlihler, fukarâ ve ehlullah ile çokça birlikte olsun, kalp aynasını her gün onların vaazlarıyla, nasihatlarıyla parlatsın, aciz ve fukarâ tarafında olmayı güçlü ve zenginlerin tarafında olmaya tercih etsin.
    - acizler, fakirler, dullar ve yetimlerin durumlarını takip etsin, onların ihtiyaçlarını karşılasın ve malın fayda etmeyeceği günü hatırlasın.
    - insanların iskan etmediği yerlere gözcüler yerleştirsin ve yol kesicilerin işgalini bertaraf etsin, onları yakalayıp başkalarına da ibret olacak bir cezaya çarptırsın.
    - ihtiyaç olan yerlerde han ve köprüler yapmayı ihmal etmesin.
    - hükümdar camiler yaptırmalı, imam ve müezzinlerin nafakalarını belirlemeli ki geçimlerini karşılama isteği vazifelerini ifa etmekten onları alıkoymasın.
    - iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı terketmesin, genele de özele de nasihat etsin, itaati emretsin ve siyasetiyle onları günahlardan alıkoysun. haberde şöyle gelmiştir: “allah bir kula bir halkı yönetme vazifesi vermiş de o kul, halkı nasihatle korumamışsa cennetin kokusunu bile bulamaz.” "
  • (bkz: #65551278)
  • devlet yönetimi yani iktidarın cilve ve entrikaları* basit insanlara kendini evlilikle ilgili her tür sosyal gelenekte ve ölüm sonrası miras kavgasında gösterir.
  • zamanımız siyasetçisi tarafından sırf zaman geçsin diye yapılan olay. ciddi bir iş olmasına rağmen pek fazla ciddiye alınmamaktadır.
  • bu konuda en özlü cümleyi bir büyük zattan işittim:

    "tuvalete bile nasıl girip çıkacağını tarif etmiş bir dinin devlet yönetimine dair bir fikri olamayacak, öyle mi!

    nitekim dini tamamlamak için gelen islam, bu yetkinliğiyle diğer semavi dinlerden farklıdır (semavi olmayanlarla kıyaslamak bile abes).

    kelimeyi duymak bile birilerinin tüyleri diken diken etmeye yetiyor, ama şeriat yani islam hukuku bugün gerek antik, iskandinav, gerek avrupa aydınlanma dönemi hukukundan kat be kat üstündür.
    ne ki bugün sözüm ona demokrasiyle işleyen sistemimizin anayasasında bu tartışmaları yapmak hayaldir.
  • gerçek siyasi devrimler veya yeni idari organizasyonlar, asla kesişen ve tesadüfi pek çok çevresel şartlar var olmadan ortaya çıkmaz ve daima çeşitli talihsiz sonuçlara yol açarlar. oysa hükümdar -demokratik, aristokratik veya monarşik- kendi faaliyet alanını sessiz sedasız ve dikkat çekmeyecek şekilde genişletebilir veya sınırlayabilir. genelde ürkütücü yeniliklerden kaçınmak suretiyle, amaçlarına daha emin adımlarla ulaşır.

    (bkz: devlet faaliyetinin sınırları)
  • ''en güçlülerin bile uygulayabileceği kuvvetin bir sınırı vardır; bu sınırı aştıklarında kendilerini yok ederler. devlet yönetiminde asıl sanat, bu sınırı saptayabilmektedir. gücün yanlış kullanımı ölümcül bir günahtır. kanunlar intikam aracı, rehine ya da şehitleştirdiği kişilere karşı bir tahkimat olarak kullanılamaz. bir bireyi tehdit ederseniz, bunun sonuçlarına katlanırsınız.''

    -muad'dib'in kanun üstüne sözleri-

    (frank herbert | dune mesihi)
    (ithaki yayınları'ndan dost körpe'nin çevirisiyle)
  • devlet yönetiminde ki, oy birliği ile seçilmiş vekiller ve atanmış kişiler tarafından değil, bu işin asıl derin stratejik ve ileriye dönük 50 yıllık 100 yıllık planlamasını yapan yapılar tarafından yönetilir. verdiğiniz oylar millete hizmet için kendinizi yönettirmek içindir.
hesabın var mı? giriş yap