• murnau'nun 1924'te cektigi, basrolde emil jannings'in oynadigi sahane film.
    ozellikle ruya sekansi o donem icin oldukca deneyseldir. bir o kadar da basarilidir.
    film, izleyici tarafindan da oldukca ilgi gormus ve buyuk gise basarisi saglamistir.
    en onemli yanlarindan biri de filmin kendisine donmesidir. (sonlara dogru "film boyle bitebilirdi ama senaristimiz bunu istemedi..." yazar)

    "son adam" seklinde cevirilmesi gerekirken ingilizce ismi "the last laugh"tur.
  • sinema tarihinde ilk el kamerası kullanılan filmdir.
  • kammerspiel akımının en önemli filmi. ayrıca senaryosunu ünlü alman senarist carl mayer yazmıştır.
  • nuri bilge ceylan filmlerinden daha fazla hareketli kamera kullanılan film. yönetmen dayı "güzel bir şeyler buldum galiba lan" deyip kamera hareketlerinin bokunu çıkarmış sanki. hiç gerek yokken kulağa zoom çekti yav, baya gülmüştüm orada. neyse şaka bir yana çekildiği zamanı düşünecek olursak gayet başarılı filmdir. film boyunca hiç konuşma metni olmamasına rağmen verilmek istenilen dram, seyirciye gayet güzel aktarılmış, ayrıca birinci dünya savaşından mağlup ayrılmış alman halkının tasviri de çok başarılıydı.
  • ilginç (?) bir sona sahip olan unutulmaz sessiz film.
    özellikle emil jannings in oyunculuğu görülmeye değerdir.
  • bildiğim kadarıyla birbiri ardına gelen iki alternatif son içeren ilk sinema filmi. filmin iki ayrı isminin olması da bu duruma çok uygun düşüyor. ilk bakışta ikinci son çok zorlama görünse de, öncesinde bu durumun bir ara yazı ile izah edilmiş olması filme başka bir boyut kazandırmış ve onu aynı zamanda kendi içerisinde bir sinema ve sanat eleştirisi yapan ilk filmlerden biri haline getirmiş. elbette bunu son bölüm başlamadan hemen önce ekrana gelen yazıda kullanılan alaycı ancak samimi ifadelerden anlıyoruz.

    daha sonraları chaplin ve frank capra gibi yönetmenler sayesinde hollywood filmlerinin temel klişelerinden birisi olacak olan mutlu son kuralı, bu filmde seyircinin gözüne sokularak ve hatta dalga geçercesine uygulanmış. fakat burada asıl dalga geçilen, filmin kahramanını ızdırap içerisinde bırakan sosyal yapının ta kendisi. hatta ben bu filmin son kısmını bunuel filmlerindekine benzer bir burjuva eleştirisinin ilk örneklerinden biri olarak görüyorum. sadece bu yönüyle bile efsane sayılabilecek bir film.

    murnau bu filmden 2 yıl sonra hollywooda taşınıp, orada senaryosu yine carl mayer tarafından yazılan sunrise filmini çekmiş ve ne kadar büyük bir deha olduğunu bir kez daha ispat etmiş. fakat yine mutlu son kuralına uygun olarak.
  • alfred hitchcock'un hayran olduğu filmdir aynı zamanda.
  • ne yazık ki yerini büyük bir felakete bırakan weimar cumhuriyeti aynı zamanda kısa ömründe bizlere dünya sinemasının en tepe noktalarından birini hediye etmişti. bu film de o dönemin, alman ekspresyonizmin en vurucu filmlerinden.

    ünlü bir otelde "kapı görevlisi" diyelim "doorman" olarak çalışan (bellboydan farkı odalara bavul taşıyan değil de otelin ana kapısında durup kapıyı açıp taksi çağırıp bavulları otel dışından içine içinden dışına taşıyan kişi) yaşlı adam hem işini severek yapar hem de işinin ve üniformasının verdiği prestijle yaşadığı fakir mahallesinde saygı görür. bir gün işe geldiğinde kendi yerinde başka birisinin görevli olduğunu görür ve artık yaşlandığı için görev yerinin değiştirildiğini, bundan sonra tuvaletlere bakacağını öğrenir. üniforması da alınır. çok üzülür ama bir yandan da bunu evindekilere ve mahallesindekilere çaktırmamaya çalışır. yine de başarılı olamaz ve herkes durumu öğrenir. böylece yıkık ve yorgun bir biçimde tuvaletine döner ve oturur. burada muazzam bir şey olur ve bir yazı aslında gerçek hayatın böyle biteceğini ama yapımcıların baskılarından dolayı başka bir son eklemek zorunda kaldıklarını belirtir ve bundan sonraki 15 dakikada yaşlı adama saçma bir yerden miras kalır ve yaşlı adamı büyük bir ziyafette görürüz. yalnız bir de bir ara tuvalete gider ve oradaki yaşlı adama sarılıp büyük bir bahşiş bırakır ki bu da çok güzel sahneydi.

    çok ünlü sonundan başka öne çıkan sahnelerden sarhoşluk sahnesi komikti. eşinin durumunu öğrendiği sahne acıydı. ekleme sondaki tuvalet sahnesi de yukarıda yazdığım gibi güzeldi. sözsüz, minimum yazıyla acısını hissettiren bir film işte.

    bir başyapıt işte...
  • başkarakterin gözünden izlediğimiz sahnelerin ayrı bir güzel olduğu film. pamuk dedemle birlikte güldük, birlikte hüzünlendik, korktuk, hatta sarhoş olduk. görüntü yönetimi, müzikleri, senaryosu hemen her şeyi çok etkileyiciydi. yukarıda da bahsedilmiş, nefis bir rüya sekansı vardı. filmin mizahı hiç eskimemiş, ki en kolay eskiyecek türdür komedi.

    böyle bir şahyapıtı youtube'da değil de beyaz perdede izleyebilmek büyük şans.

    sinematek - dışavurumcu alman sineması
  • büyük bir beklentiyle izlemeye karar verip sonrasında hayal kırıklığına uğradığım film. yıllar önce bir ales'teki bir paragraf sorusunda bu film açıklanıyordu. o zamandan beri aklımdaydı ve bu akşam, roger ebert'ın muhteşem filmler listesinde de yer aldığı için, izleyeyim bari dedim.

    bu noktadan sonraki kısımlar çıtlatı içerir: filmde bir otelde üniformalı bir mevkide, valiz taşıyıcı olarak çalışan yaşlı bir adam anlatılıyor. bu adam görevden alınıyor ve görevden alınma gerekçesi yaşlı olması. ve kendisi otelde, bu sefer temizlik görevlisi olarak çalışmaya devam ediyor. yani adam işini kaybetmiyor. sadece mevkisi düşüyor ve bunu onur kırıcı olarak görüyor. içerisinde yaşadığı fakir çevre de, onun mevkisinin düştüğünü öğrenince onunla dalga geçiyor (halbuki zaten fakirler, neyin dalgasını geçiyorlarsa).

    filmin temeli; yaşlı adamın yaşadığı görev değişikliğinin, ki bu görev değişikliği yazılı olarak ve düzgün bir üslupla kendisine bildiriliyor, kendisinin saygınlığını zedeleyici bir şey olarak görmesi.

    bu filmde yaşlı adamın dramı onun mevkisinin değiştirilmesi dolayısıyla var. halbuki bu çok yüzeysel bir dram. asıl dram yaşlı adamın o yaşta hâlâ çalışıyor olmasıdır. asıl dram yaşlı adamın üniformalı bir mevki olduğu için saygın zannettiği valiz taşıma işini büyük bir iş olarak görmesi ve başka bir işe geçtiği için bunu onur kırıcı bulması. yani adam o küçücük işi gözünde kendi kendisine burjuvalaştırıyor, kendi burjuvasını yaratıyor o küçük işi gözünde çok saygın gördüğü için. asıl eleştiri gücü taşıyan budur bence ama film buna yaklaşan bir yaklaşım içinde değil ve filmin son kısmında yazar öyle ihsan ettiği için bizim fakir yaşlı adam zengin oluyor ve herkese para dağıtıyor. bu son derece gereksiz olduğunu düşündüğüm son kısımla beraber eser gözümden iyice düştü ve anlamsızlaştı bende.
hesabın var mı? giriş yap