• stefan austs'un raf/baader meinhof hakkinda olan kült eseri. filmi de cekilmistir, movie olmustur artik. eylül sonu almanya'da gösterime girecek, moritz bleibtreu baader'i, martina gedeck meinhof'u oynuyor. bruno ganz da bonusu, yeme de yaninda yat bir sey olacaga benzer.. http://www.bmk.film.de/
  • baader-meinhof mitosunu yikmak gibi büyük bir iddiayla pazarlanan film. daha vizyona girmemis olmasina ragmen, yabanci film oscarina almanya adina aday gösterilmesinden, bruno ganz 'in raf sempatizanligina kadar hergün yazili ve görsel basinda yer buluyor/bulduruluyor. alman siyasetini, sanatini, kimligini, kültürünü bu denli derinden etkileyen ve güncelligini hala yitirmeyen raf'i ve popikonlarina dönüsmüs birinci nesil üyelerini bütün mitlerden arindirmak bu filmin harci midir, yoksa reklamcilarin kendini bilmezligi midir, yasayip görecegiz.

    konuya iliskin su an animsaya bildigim diger filmlerse:
    (bkz: deutschland im herbst)
    (bkz: die stille nach dem schuss)
    (bkz: die innere sicherheit)
    (bkz: die dritte generation)
  • (bkz: stefan aust)
  • baader-meinhof mitosunu yıkmaya gücünün yeteceğini sanmıyorum bu filmin. zira devrimci ideoloji, dönemin idealizmi, siyasi felsefesi neredeyse hiç ele alınamış filmde. sanki bir tek iran şahının almanya'ya gelişini protesto etmek üzere yollara döküldü bu kadar genç, sanki en başta örgütlenirken dünyayı, sistemi değiştirmek, daha insanca, hakça bir düzen kurmak gibi hedefleri yoktu....
    karakterler de sanırım pek gerçekçi aktarılmamış beyaz perdeye; andreas baader'in hiç de filmde gösterildiği gibi bir psikopat olduğunu sanmıyorum, ulrike meinhof'un kendi kişisel mutsuzluklarından kaçmanın yolunu silahta görecek kadar boş ve tabir caizse salak olduğunu da sanmıyorum.
    şiddetin herhangi bir türünü ya da raf'ın eylemlerini savunduğumdan değil, ama filmde ulrike meinhof'un çok güzel bir sözü var. hücre hapsinde bulunan meinhof mahkeme heyeti karşısında şunu diyor: "hücrede bulunan bir tutuklunun önünde iki seçenek var: ya susacak ve susarak ölümünü kendi hazırlayacak, ya da bildiği her şeyi itiraf ederek örgütü ele verecek." raf'ın da bence kendi ideolojisine göre iki seçeneği vardı, ya eyleme geçecek ya da olan biteni sineye çekecekti.... birinciyi tercih etti.
    bu seçenek meselesi üzerine kafa yorarken ve 30 yıl sonra dünyanın geldiği noktayı düşünürken eğer şiddete ve silaha inanmıyorsak, elimizde ne kaldığını düşünüyorum ben de. bize, ilkini yani şiddeti kabul etmediğmize göre, tek seçenek olarak ne bırakılıyor? susmak mı? devlet terörü neredeyse bütün dünyaya hakim olmuşken, demokrasi denen tatlı hayal ingiltere'de olduğu gibi kapitalizmin bekçiliğini yapan bir işçi partisi doğuracak kadar gerçeklikten uzaklaşmışken, bize, daha hakça, daha insanca bir düzen isteyenlere nasıl bir seçenek sunuluyor?
  • stefan aust 'la, basta raf'in kurulusunda yer alan, sonra filistin kampindan kacip alman hükümetine siginan peter homann 'in, baader-meinhof 'la tanisikliklarinin ekmeginin yiye yiye bitiremediklerini gözümüze sokmus, bol patlamali film. acikcasini söyleyeyim, senaristi duyunca pek bir objektiflik beklentisiyle filme gitmesem de, az bucuk hakkaniyet bekliyormusum demek ki, hayalkirikligina ugradim.

    film, degil mitosu yikmak, onu en klise en haliyle yeniden üretiyor. ilginc bir sekilde, 12 eylül'ü bilmeyen türk gencliginin gecmisi dizilerden "ögrendigi" gibi, deutsche herbst 'i, raf' i bilmeyen alman gencligi de raf'i bu filmle "tanidi". neyse biz mitosa dönelim:

    öncelikle ortada raf'in neden ortaya ciktigini, neden siddeti sectigini görmüyoruz. iki dakikalik bir antisah demosu, dolu bir anfi, rudi dutschke 'nin vurulmasi, meinhof'un televizyon röportaji arka arkaya yasak savar gibi acelece siralaniyor ki patlamalara filan gecelim. ne barisci ögrenci/isci hareketlerinin siddetle bastirildigini görüyoruz, ne politikacilarin/bürokratlarin, halkin taleplerine vurdumduymazligini ne bewegung 2.juni 'yi ne de eylemlerin ilk basladigi sirada baader'lerin neredeyse her besinci alman'dan buldugu halk destegini. sürekli bir vietnam-filistin muhabbeti dönüyor; zengin ülke sipalarinin maceraperestliklerine kilif olarak sectigi. arasira meinhof, arkadan bildiri okuyor; provakatif, cignene cignene ici bosalmis cümleler, sinirbozucu bir tonlamayla kulaklarimizi taciz ediyor.

    tiplemeler daha bir alem:
    baader psikopat, tüm hatunlarin dibi düsüren, buna ragmen kadin düsmani (ensslin haric, onunla güzel ciplak sahneleri var tabii), yakisikli asi. sürekli sukunetini kaybediyor, olur olmaz yerde patliyor, ona ragmen catisma sahnesinde sigara icecek, yoldasiyla cakmak alisverisi yapacak kadar über cool. disipline gelemiyor. tabii cezaevine düsünce durumun ne kadar feci oldugunu anliyor, ah ne yaptik biz oluyor, yine de mahkemede espri üstüne espri patlatiyor, zavalli hakimi sapsallastiriyor. dengesiz, malin önde gideni.

    meinhof, evinden sikildigi icin maceraya atilan, bos bos gezevelikler eden,ne istedigini bilmeyen, sinir krizinin esiginde hafif salakimsi ev kadini. zaten o güzelim hapis kosullarini da o yüzden kaldiramiyor, yoksa adamlar sana özel hapishane yapmis, gir icine otur, mis. yok, oraya buraya mektup yaziyor ortaligi ayaga kaldiriyor. holger meins 'in, aclik grevinde öldügü arada, kapilarin izole edildigi siralarda filan ara sira gardiyanlar sertlesiyor ama teröristsin o kadarina da katlan yanee.

    ensslin, seksi, siddet manyagi top model ama o da über cool bi hatun allah'i var.

    ensslin'le meinhof yanlis eylem secimi yüzünden sacsaca basbasa kavga eden tikilere dönüsüyorlar hapiste (gerci yönetmen bunu senaryoya kendilerinin soktugunu söyledi ama, olmus olabilir de yani) baader amsalak, ensslin ne derse ona kaniyor. meinhof'un üstüne bi gidiyorlar, bu da dayanamayip intihar ediyor mecburen. filistindekiler bu yoz tiplemelere sirf antisiyonist olduklari icin katlaniyorlar. (adamlara sorunlari olan yoldaslarini*israil ispiyonu diye öldürtmeye kalkiyor baader'le ensslin. o kisi de stepfan aust'la beraber bu filmi yapmaz mi, hay allah tesadüfe bak. bu olayin, kendinden baska yasayan tanigi olmadigindan, sözüne inaniyoruz tabii.) günde iki kere aranan hücrelerinde silahtan, kendi yaptiklari telefonlara kadar ne ararsan var zaten. en sonunda ortaligi o kadar gereksiz kana buladiktan sonra (etraf kan gölü, patlama üstüne patlama,amerikan üslerinde yerde can cekisen bacagi , kolu kopuk sahislara yakin cekim sahneleri, özel efektin anuna koyuyoruz, harika) intihar ediyorlar da biz de kurtuluyoruz hücrelerinde giderek zavallilasan bu tiplemelerden. filmin en akli basinda zati gizli servis baskani, garibim hükümete laf geciremedigi icin oluyor zaten bütün bunlar. (bu arada bütün vatandaslarin bilgileri ilk kez bir bilgisayar merkezinde toplaniyor. o zamanlar pc yok, bilgisayarlar devletlere satiliyor, almanya bu isin faidesini görünce, parasi yeten ne kadar devlet varsa siraya giriyor. buna güzel bir atif die dritte generation filminde vardir.) tabii hükümetin böylelikle az da olsa sucu var bu islerde olmus oluyor, kiziyor insan haliyle.

    ikinci ücüncü nesillerse zaten dangalak, gözü dönmüs, beyni yikanmis picler. ben bile gebertirim onlari, o derece.

    filmde senaristin buldugu tabii akisi bir sekilde heyecanli tutmak istedigi icin degistirdigi yerleri say say bitmiyor -sözgelimi jürgen ponto 'nun esi, gercekle bir alakasi olmayan sahneler yüzünden, bundesverdienstkreuz madalyasini geri verdi- ama hey, bu bir tarih dersi degil adamim, izleyicinin sinemaya gelmesi gerek.

    neredeyse figuran rollerine kadar alman sinemasinin crem de la cremini biraraya getiren castin oyunculuguna, söylecek pek bir sey yok. kafamizdaki terörist neyse onu fenafillaha erdirmisler. bruno ganz zaten baba. siddetin estetize edilisini filan ben patlamalardan göremedim. haa, su sahneye bakiniz derim yine de

    adamlar sanki memleketin en iyi korunan zatlarindan birine*suikast düzenlemiyorlar da, annie leibovitz 'e poz veriyorlar. ha hazir leibovitz demisken bir de bu var tabii
    nedir, hic mi kürklü ve converseli, hücresinde meditasyon yapan adam görmediniz?

    islak, aralik dudakli, kisik skerim bakisli, orijinal arama ilanlarindan esinlenilen afis de su

    alman sinemasina ilgiliyseniz, hatirla sevgili 'nin türk yakin tarihini dogru ve objektif yansittigina inaniyorsaniz, moritz bleibtreu 'yu, johanna wokalek 'i fantazilerimden eksik etmem diyorsaniz, buyrunuz.

    botox notu: linklere el attim. baska seyler de oldu sözgelimi, stephan aust basta brigitte mohnhaupt und christian klar gibi filminde kullandigi kisilerle hic görüsmemis, fikirlerini almamis olmakla övündü, brigitte mohnhaupt'un seks sahnelerinin, raf'in devrimci kisiligine acik bir saldiri oldugu gerekcesiyle yaptigi mahkeme basvurusu reddedildi. gerekce sanatci özgürlügü. "sadece ve sadece gercegi anlatacagiz, mitosu yikiyoruz"cular mahkemede her ne hikmetse "bu bir filmdir, gercekleri yansitmak gibi bir iddiamiz yok" dediler, ponto ailesine. ensslin'i hic bir tarihi gercege uymayacak sekilde önderlik, femme fatale vs. olarak stilize etmelerinin, alman teenagerlarina yönelik bir pr olayini oldugunu citlativerdi muhtelif röportajlarinda johanna wokalek. bu arada filmimiz tereciye tere satamadigindan oscar alamadi. hemen bana ne demeyin, ne kadar patlama gümleme fetisistinin, romantik kalbin kirildigini bir bilseniz...
  • 81. oscar odulleri yabanci film adaylari arasindaki ilk elemeye alinan 65 filmden ikinci asamaya girmeye hak kazanan 9 film arasinda yer almis alman yapimi filmdir.

    kaynak:

    http://www.oscars.org/…sreleases/2009/20090113.html
  • 81. oscar ödüllerinde en iyi yabancı film dalında aday olmuş, seyretmek için can attığım film.
  • almanların, tutuklu evinde topunu öldürüp, ''intihar ettiler'' dedikleri kızılordu fraksiyonu teröristlerine ait film.
  • --- spoiler ---

    bu film hakkında yorum yapanlar 2 kısma ayrılıyor bence. sol görüşe mensup olup, gerek raf'ın gerekse baader/meinhof karakterlerinin gerçeklerden uzak olarak yansıtıldıklarını düşünenler(haliyle filmi beğenmiyorlar) ve de gerçekte olup biten hakkında fazla bilgisi olmayan, olsa bile bunları göz ardı edip, filmin temposunu, hikayenin sunuluş biçimini, müziklerini, repliklerini beğenip, filme geçer not verenler. sanırım ben ikinci gruba dahil oluyorum.
    evet, belki tek tük hatalar var (mesela beni gülümseten bir tanesi; 77 senesinde bağdat'a giden grup elemanlarının bindiği taksi'nin radyosundan henüz 2003 yılında ıraklı bir imamın minber'den yaptığı israil ve amerikan karşıtı konuşmayı duyduk.) ancak cidden film insanı sıkmıyor ve ilgiyi sürekli diri tutuyor. bu yönden bakıldığında rahatsızlık vermiyor. he gerçi deseniz ki bu film'de şöyle efsane replikler, unutulmaz sahneler falan var mı? düşünmeden cevap vermekte zorlanırım, hatta düşündüm bak veremiyorum. ama yine de güzel, seyirlik bir film bence.

    bu arada "unutulmaz" olmasa da belirtmeden geçemeyeceğim bir sahne var; şah'ın protesto edildiği sahne ne kadar güzeldi ya. izlediğim en güzel eylem sahnesi diyebilirim rahatlıkla. gerçekçilik, kameranın olayları yansıtışı, şerefsiz alman polislerinin dayak yiyen komünistlere olan duyarsızlığının aktarılışı falan, süperdi cidden.

    --- spoiler ---

    film, ilk 1 saatlik bölümden sonra insanda feci şekilde 1 mayıs marşı dinleyip, puro eşliğinde che'yi anma isteği uyandırıyor.
hesabın var mı? giriş yap