• tercih etme davranışı ve depresyon ilişkisini ortaya koyan önermedir. tercih etmek öyle ya da böyle yaşayan her insanın yaptığı bir davranıştır. "ben tercih etmem" diyene hatırlatılacak en önde ve belirgin tercih halen yaşamayı tercih ediyor olması durumudur, dolayısı ile yaşayan her insanın yaptığı bir davranıştır tercih etmek. yaşanılan ya da yaşanılması muhtemel her depresyonun, başlamasında ve süregidebilmesinde de benzeri tercih durumu söz konusudur. durumu kabullenip çözüm yolları aramak ya da durumu kabullenip depresyona dair yaşantıları adım adım takip etmek ve hatta konulan bir tanı sözkonusu ise bunun getirdiği ilgi görme, kendini ruhsal hastalıkla tanımlamak vb. sekonder kazançlardan yararlanmak, bunun en kısa açıklamasıdır, her durumda ve her depresyon da (en azından majör olanı) olmasa dahi bu önermenin geçerliliği literatürün özellikle antipsikiyatri kanadında şiddetli bir kabul görmektedir. önermenin sosyal fobi ve benzeri, son zamanda pek de popüler tanı gruplarına uyarlanması ise kaçınılmazlığını zaten kendi içinde barındırmaktadır.
  • prof. dr. üstün dökmen'in trt'deki programında cok güzel örneklediği hadise:
    (telefon calıyor)
    -acmalı mıyım arkadaslar sizce?
    seyirciler: -eveeet
    -neden?
    -??
    -hayır arkadaslar acmak zorunda degilim. bu benim tercihim! işte depresyon da böyle bir şey.. depresyona girmek isterseniz girerseniz,istemezseniz girmezsiniz!
  • ama bu lanet dünyada yaşamak tercih değil zorunluluktur şeklinde çemkirilerisi söz öbeğidir.*
  • lahavlevelakuvveteillabillaaliyyülazim! diyerek başlayalım entrye

    depresyon tercihtir! buyurmuş üstat. depresyon denilen duygulanım bozukluğunun bu aralar en geçerli tanımı bilişsel psikoloji ile ilgilenen uzmanlar tarafından yapılmaktadır. o zatlar da basitçe der ki; karşılaştığınız olaylara "bakış açınız" hisedeceğiniz duyguyu/ vereceğiniz tepkiyi belirler. her bireyin düşünme biçimi, olayları değerlendirme tarzı, karşılaştığı olaya anlam verme süreci... farklıdır. bu farlılık ta kişisel tarihinizin yansımasıdır. çocukluktan itibaren kafanıza sokulan irrasyonel inançlar, savunmalar, yaşadıklarınızdan çıkardığınız anlamlar... size ait bir bilişsel harita oluşturur ve bu çok ta bilinçli olmayan bir süreçtir. iş bu halden o düşünceler "otomatik" sıfatıyla neşredilir. peki bilişsel terapiyi kendine şiar edinen uzman ne eder? öncelikle insanların pek te farkında olmadıkları (ki etkiye tepki deriz mesela; etkiye nasıl anlam verdiğimizi es geçeriz) o "olaya anlam verme süreci" ni danışana aktarırlar, farkındalığını yükseltirler, sonrasında bu hızlı işleyen süreci tüm ayrıntısıyla irdelerler, bir bilişsel harita çıkarırlar ve "rasyonellik" ekseninde bu harita figürlerini tartışarak danışanla birlikte alternatif düşünme biçimi oluştururlar, bunu transpoze ederler diğer yaşam alanlarına ve hayatını bu yeni açıyla sürdürmesi için bolca pratik yaparlar.ince ince oya gibi işlenen bu yeni bilişsel haritayı edindikten ve pratiğe geçirdikten sonra hala gidip depresyona yola açan düşünme biçimlerine meylediyorsa tercihtir (aslında başarısız bir terapinin meyveleridir ama hadi tercih diyelim biz gene) ama hiç bir şeyden haberi olmayan bir allahın kulunun depresyona girmesini tercih olarak değerlendirmek, hele hele bunu uzman kılığında yapmak densizliktir.
  • öncelikle bilişsel psikoloji ile davranışçı ekolü ve ikisinin bileşiminden oluşturulan bilişsel- davranışçı ekolü birbirine karıştıran arkadaşı bu konu üzerinde biraz daha okuma yapmaya davet edelim tüm misafirperverliğimizle. lise çağlarından itibaren beynimize çakılan pavlov deneylerinden ibaret sandığımız davranışçı ekole ait kimi tekniklerin klinik psikolojide zaman zaman kullanıldığını ve oldukça başarılı sonuçlar verdiğini, hatta hiç bir tedavi yöntemiyle bu sonuçların alınamadığını her profesyonel bilir. misal; enürezi (alt ıslatma) , enkoprezi (dışkı kaçırma) , parmak emme, tik bozuklukları... gibi rahatsızlıklar hiç bir problem yaşanmaksızın "token economy" tekniğiyle halledilebilmektedir bir bilir elinde ve bu teknik bir davranışçı ekol hediyesidir psikoloji literatürüne. buradan davranışçı olduğum çıkarılmasın lütfen! sadece psikoloji alanında bir lisans iki de yüksek lisans yapmış, 9 yıldır da pratikte çalışan bir uzman olmama rağmen maalesef eklektisizm denilen ulvi (bakın ciddiyim bu konuda) noktaya ulaşabilecek birikimi hala yapamamış bir insanın biraz ordan biraz burdan toparladığı bilgiler ve tedavi sürecine dayanarak konuşuyorum ve bahsettiğim durumlarda bu tekniği kullanıp bolca da alkış topluyorum. henüz eklektik bakamıyor olmamın kökeninde de elin gavur uzmanının kırk yılda ulaştığı ekole 10 yılda ulaşacak kadar zeki olmamam yatıyor sanırım.
    depresyon denilen hastalığa psikiyatrik bakışın dışında nasıl bakılabilir biraz kafa yoralım şimdi. psikanalizden bir başlayalım mesela; freud'dan önce batıda uzun süre bilimsel olmayan bir biçimde hastalık tedavi eden mesmer'in zannımca bu konuda bir fikri yoktu. freud ve diğer freudianler bilindiği üzre daha çok histeriklerle çalışmışlar ve psikoloji bilmine daha çok insan doğasına dair yaptıkları açıklamalarla katkıda bulunmuşlar. bu açıklamalarından yola çıkarak depresyonun üst benliğin kişiyi aşırı baskılaması sonucu ortaya çıktığını yordayabiliriz. üst benliğin nasıl oluştuğunu, ne kadar bilinçli olduğunu da aşağı yukarı hepimiz biliriz. bilinçsiz olduğumuz bir süreç içerisinde oluşan ve yavaş yavaş kendini büyüten bir süperegoya karşı herhangi bir bilinçlenme olmadan verilecek bir savaşın ihtimalini de. varoluşçular da bu sürece kuvvetle muhtemel kişinin kendini var edememesi, "şimdi ve burada" kavramından koparak geçmiş ve gelecek deryasında kaybolması çerçevesinde bakacak ve bireyi yaşama davet edip an'ı yaşamayı, kendini var etmeyi, üretkenliğe yönlendirmeyi önerecektir ve bilinçsiz olarak karşımıza çıkıp duran "ana rahmine dönme" kaygımızla bu dünyaya tutunarak başedebileceğimizi fısıldayacaktır kulağımıza. rich, cinsel enerjinin gerektiği gibi boşaltılamaması durumundan dem vuracak özgür (katılıyorum kesinlikle) cinselliği savunacaktır. fromm, kapitalist sistemin insan doğasını nasıl baskıladığını, tetiklediğini söyleyecek, adler, aşağılık duygunuzu yenebilecek bir üstünlük çabanızın olmamasına yanacaktır, kaçıncı çocuk olduğunuz sizin yaşamdaki duruşunuza yansıyacaktır...

    ne diyolar bu depresyona; çağımızın hastalığı. 21. yüzyıldayız ve kapitalizmin çehresini biraz daha yırtıcı gösterdiği her bir gün depresyon denilen illete kapılan insan sayısını da artırmakta. olaya bilişsel ekol çerçevesinden bakmamın tek nedeni de yüzyılın çağı olarak adlandırılan bu hastalığa bilişsel ekolden gelen kuramcıların hakettiği değeri vermesinden kaynaklanıyor. ret diye tabir edilen (rational- emotional therapy) kuram da, bilişselkuram da, gerçeklik kuramı da hatta ve hatta transactional analys de bu hastalığa "düşünme" ve "farkındalık" kelimelerini temel alarak bakar. yani depresyona yol açan sizin algılama/değerlendirme biçiminizdir ve siz bunu farkedip değiştirebilirseniz depresyon sizin muhattabınız değildir. insana "edilgen" bir gözle bakan kuramlara karşı "etken" gözüyle bakan kuramlar.

    "tercih" kelimesinde öz itibariyle bir seçme durumu vardır. basitçe; iki yolu da bilirsiniz ve birini seçersiniz/tercih edersiniz. iki yolu da bilmiyosanız alıp başınızı vurduğunuz yolun adı tercih değildir. küçük yaştan itibaren pek te bilinçli bir biçimde oluşmayan düşünme biçimlerinizin sizi ittiği yolun adı tercih değildir. bildiğinizdir, itildiğinizdir. saçma sapan şeyler yaşadığı halde hala laylaylom eğlenebilen bir insan evladıda atadan kalma "sıçarım alayına, yaşam var mı yarına" moduna alışmış ve yaşamını bu felsefeden kurmuştur. daha önce de belirttiğim üzre (bkz: #10367992), bir insanla yapılan terapi sonucunda kişi hala gidip ağlıyorsa bir tercihten bahsedebilirsiniz.

    dip not: "deli mi len bu ne böyle uzun uzun anlatmış" fikriyatı oluşması pek mümkündür; iş bu halden bunları yazdıran ama akabinde müsebbip entrylerini silen insan evlatlarını selamlıyorum buradan.
  • depresyonun olusmasina dair fikirlere bir ornek vermek gerekirse, bilissel aktivasyon-deaktivasyon teorileri bireylerde hem negatif hem pozitif semalarin varligindan bahsederler. "ben sevilmeye layik biriyim" ya da "insanlar kotudur" gibi. depresif duygulanmanin olmadigi donemlerde genellikle pozitif semalar hakimdir, ancak gun gelip de depresif duygulanma kapiyi calinca negatif semalar aktive olur ve kisi olaylara o gozlukle bakmaya baslar der.

    depresyonda genellikle degersizlik semalari ortaya cikarken, kaygi bozukluklarinda tehlike ve incinebilirlige dair semalar daha belirgindir. ornegin, "ben sevilmeye layik biri degilim" seklinde bir semasi olan biri buna karsilik kurallar ve varsayimlar uretecektir. "herkesin dedigini yaparsam, insanlar beni sever" ya da "reddedilmek berbat bir seydir" gibi.. otomatik dusunceler de bununla beraber sekillenecektir elbette. bu sebeple bilissel terapiler dusunce odakli calistiklari kadar duygu odakli da calisirlar, cunku depresif mod azaldikca negatif semalar erisilebilirliklerini kaybedeceklerdir.

    peki, bunu neden anlattim?

    bana oyle geliyor ki, depresyonun bir tercih olup olmamasi onemli olan sey degildir depresyonu anlamak ve tedavi etmek icin. eger ortada bir depresyon varsa, sebebi ister kotu cocukluk hatiralari olsun, ister negatif semalar, ister depresif duygulanma, kisinin nasil olup da depresyona girdigi konusudur oncelikli olan. "eh, tercih etmis iste" demek pek de yeterli olmayacaktir saniyorum. ancak depresyonun nasil olustugu saptanabilirse bu yararli olacaktir. eger bir klinisyen iseniz de amaciniz bir yarar saglamak olacaktir suphesiz. kisinin depresyonda olmasindan oturu ikincil kazanclari, gordugu yogun bir ilgi olabilir; kisinin depresyonda kalmasinin sebebi de bu olabilir.

    birtakim olaylar.....depresyon....ikincil kazanclar (ilgi gorme, kendine bir etiket bulma vb.).... eger bu boyle dogrusal ilerleyen bir surecse, ki genelde oyle olur, kisinin ikincil kazanclardan dolayi depresyonda kalmayi istemesi cok da beklenmedik degildir. ama bu nasil olup da depresyona girdigini aciklamaz sonrasinda gelmis seyler oldugu icin. ikincil kazanclari anlamak ve bunlari sorgulamak onemlidir, ama ikincil kazanci depresyonu esitlemek pek de dogru degildir

    simdi bu kisi depresyona girmeyi mi tercih etmistir, depresyonda kalmayi mi tercih ediyordur? kanimca en onemli ayrim bu. muhtemel her depresyonun baslamasinda bir tercih sureci etken olabilir mi? durup dururken? yoksa bunu tercih edecek insanin da negatif semalari acaba coktan aktive mi olmustur? niye istiyordur bu insan depresyonda olmayi? depresyona girmeyi isteyince giriliyor, istemeyince girilmiyormus. acaba isteyen neden istiyordur? kafasinda ne var bu insanin? bu istek zaten aktif haldeki temel semaya (orn. "sevilmeye layik degilim") karsin gelismis bir tutum, bir kural ya da bir varsayim olabilir mi (orn. "zayif gorunursem insanlar benimle ilgilenilirler, ancak gucsuz, mutsuz gorunursem insanlarin dikkatini cekebilirim")? bilemiyorum. bir dusunmek lazim bunlari da. tavuk yumurtadan cikiyorsa, yumurta da pekala tavuktan cikabiliyor.
  • klinisyen kimliğe sahip olduğu anda psikolojinin halen ve daima bir ayağı felsefeye bağlı sosyal bilim olduğunu unutanların, nicke göre karakter tahlili yapan ulu bilge psikologların ya da benzeri diğerlerinin anlamasına pek de ihtiyaç olmayan önermedir. anlasalar da kuş konduracaklarını sanmıyorum, zaten meseleye de diğer taraftan bakamazlar onlara göre psikolojiyi doğuran felsefe yoktur, zaten psikoloji de sadece ve sadece klinik bir bilimdir, çoğunlukla üvey babaları olan psikiyatriye yaranmaya çalışırlar ve ona hizmet ederler, onlara göre insan yoktur psikopatolojiler vardır, mahalle bakkalı hafif obsesif kompulsiftir, kapıcı paranoid kişilik bozukluğu, dolmuş şöförleri antisosyal kişilik bozukluğu. bu kadar psikopatoloji arasında psikolog olmak ne de zordur. aslında bunca zorluğun ortasında bir de bizim (bir dostumun da dediği gibi, sanal ortamda kimin kim/ne/neci olduğu bilinmediğinden) kendilerini çok kafaya takmamamız gerekir. meslek erbabıdırlar yine de katkıları büyüktür.
    felsefe ya da psikoloji okumak ya da (uygulamasından bahsetmiyorum) anlamak için psikolog olmaya da gerek yok, bu hep sizin yanılgınız oldu azizim.
    yıllar sonra gelen edit: adam nasıl da güzel anlatıyor
hesabın var mı? giriş yap