• hirokazu koreeda'nın 2004 cannes festivalinde dikkat çeken filmi. terk edilmiş 4 çocuğun hikayesini anlatır. başrol oyuncusu yuya yagira en iyi aktör ödülünü almıştır.
  • nobody knows adiyla da taninan zarif, icli kore-eda filmi. cocuk oyuncu kullanma ve ufak mekanda film cekme konularinda kopmus gitmis...
  • aslında konusu bakımından hotaru no haka'ya oldukça benziyor. özellikle abi ve küçük kız kardeş arasındaki bağ ve hatta parkta küçük kızın şeker kutusunun içindeki son şekeri araması bile bu benzetmeyi yapmaya yetiyordu. film iki küsür saat ve yavaş ilerlediği için belki sıkılabilirsiniz, ama şahsen ilgi ile izlediğimi söyleyebilirim. 30 milyonluk bir şehirde yalnızlık ve çaresizliğin ne demek olduğunu iliklerinize kadar hissettiriyor..
  • 2004 flanders altın mahmuz ödülü almış film. gayet kolay sömürüsü yapılabilecek, gayet kolay bir şekilde hemen her sahnede seyirciyi hüngür hüngür ağlatabilecek bir konunun bu kadar sade, doğal işlenmesi büyük bir artı; 120 dakika kalsa hiçbir eksiğinin olmayacağı bir filmi 141 dakikaya yaymak küçük bir eksi.
  • sadece ailesinin babasi rolunu ustelenmis olan 12 yasindaki akira'nin * degil, diger uc kucuk oyuncunun da muhtesem bir sekilde kotardigi, tiplerin ozenli secildigi, son derece dogal ve sade bir sekilde cekildigi, cocuk bakis acisini yansitmakta basarili olan yirmidorduncu uluslararasi istanbul film festivalinin en guzel filmlerinden biri. ancak uzakdogu sinemasinin karakteristlik ozelliklerini gostermesi, genelde gozlemci durusu ile fazla yorumda bulunmamasi ve filmin aralarinda gecisler esnasinda ara ara uzun esler verilmesi kimi zaman bu ozelliklere pek alisik olmayan avrupa ve amerikan sinemasi izleyicileri icin yorucu olmustur. **
  • 140 dakika olmasi eksisi mi yoksa bilinçli bir tercih mi oldugu tartisma yaratabilecek film. uzayan ve sarkan planlar insani gercekten yipratiyor, yönetmen de galiba bunu istiyor.

    --- spoiler ---

    yuki'nin mezarinin kazildigi sahne mesela. kaz, kaz, kaz allahim kaz... zaten seyircinin içi disina çikmis aglamaktan... daha ne istiyor bu yönetmen? üzüldük ya, yetmez mi? filmin sonlarina dogru ayni o cocuklar gibi yipranmis oluyor seyirci. göz pinarlari kurumus, tirnaklari yenmis, giysileri kokup burusmus, hatta saçlari uzamis oluyor. bu seyirciye de yazik yahu.

    --- spoiler ---
  • gereksiz uzun. daha kisa olsa daha da vurucu olurdu. gerçi bu haliyle bile seyredenin beynine bögrüne inen yumruklar seklinde zaten.
    bu uzunlukla 10 dk aranin mutlaka olmasi lazim. festivalde seyredince insanin basuru aziyor.
  • 24. istanbul film festivalinde gördügüm en güzel filmlerden biri. sömürüye bu kadar açik bir konu ancak bu kadar samimi ve yalin anlatilabilirdi.

    --- spoiler ---
    küçük kizin ölümündeki donukluk, hiçkiriklarla degil sakinlikle daha olgun bir hüzünle izlettiriyor insana bu bölümleri bile. orda bile hiçbir sekilde asiriya kaçmiyor koreeda.

    agirbaslilikla kabullendiriyor olani biteni.

    durumun genel hüznü içinde ufak mutluluklari da kesfetmeyi sagliyor, filmin kahramanlarinin çocuk olduklarini unutturmuyor.
    --- spoiler ---
  • birçok kliseye uymamasi açisindan takdire sayan bir filmdir.
    normalde filmin türüne göre belli duygusal etkileri uyandirmak için kullanilan belirli uyaricilar kullanilmadan seyirci üzerinde istenen etki yaratilabilmistir.
    örnegin müzik. yahudi soykirimi anlatilirken klezmer çalmak, korku filminde yaylilari uzun uzun germek gibi. bu filmde t sonsuza -ya da 141'e- giderken sifira giden bir müzik kullanimi var.
    ikinci uyaran görüntü. çesitli filtreler kullanarak rengarenk görüntülerle seyirciyi etkilemek -sari ile hüzün, mavi ile huzur, kirmiziyla gerilim gibi- mümkünken bu filmde böyle bir yönteme de basvurulmadigini görüyoruz.
    üçüncüsü ise duygusal sahneler. film türlerine göre degisen; dramalarda ölüm sahnelerinde hüngür sakir aglayan kendini yerden yere atan insanlar, korku filmlerinde çiglik çigliga bagiranlar seyircinin o an hissetmesi gerekenleri ona dikte eder gibidir. bu filmde böyle seylere de rastlamiyoruz. en fazla bir iki damla gözyasi ve kan görüyoruz. çocuklar bilmis laflar edip acikli ifadeler takinmiyorlar.
    kisaca yönetmen elindeki malzemeyi heba etmiyor, hisleri, zamanin geçisini, fakirligi, mutlulugu küçük sembollerle (kuru boyalar, küçük kizin sekerleri, balkondaki çiçekler, yerdeki oje lekesi vs.) anlatiyor. seyirciyi belli seyleri hissetmeye zorlamadan, hikayesini duyarli,içten ve sade ama son derece etkileyici bir sekilde anlatiyor.
  • çocuklarin yasadigi çaresizligin ayaklarindan anlatilmaya çalisildigini düsündügüm film. dört çocugun da ayaklari tüm ayrintilariyla öyle bir gözünüze sokuluyor ki, bir süre sonra sadece ayaklardan çocuklari taniyabilecek hale geliyorsunuz. örnegin film esnasinda su gibi diyaloglar yasandigi görülmüstür:

    - yuki'nin ayaklari degil mi onlar?
    - evet evet... yanindaki de shigeru sanki!

    simgesel olarak kesin bir anlami vardir ama biz bilemedik.
    bunun disinda sevimli bir film evet... ancak salonda yer bulunamayacak bir kalabaliga sebebiyet verebilecek bir film de degildi kesinlikle. gördügü yogun ilgiyi çocuk oyuncularina baglamak geçiyor benim içimden de...
hesabın var mı? giriş yap