• norveçli bir yazar. gymnaslærer pedersen isimli kitabı (filmi de var) ve daha birçok roman ve hikayeleriyle güncel norveç edebiyatının gözbebeklerinden biridir.
  • nihayet türkçeye çevrilen yazar. "mahcubiyet ve haysiyet", yky tarafından basıldı.
  • “bir insanin hayatı boyunca kendisini kandırdığı şeyi aldığınız anda mutluluğunu da bitirirsiniz.”

    mahcubiyet ve haysiyet
  • güçlü bir anlatımı var, detaycı, üslupçu. "mahcubiyet ve haysiyet"i doyurucu bir okuma zevki sunuyor ama işte benziyor bernhard'a, özletiyor bernhard'ı. farkı, anlatılabilir olması.
  • iki kitabını okudum arka arkaya. “mahcubiyet ve haysiyet”i daha çok sevdim. kitaplarında karakterlerin hayatındaki kısa anlar küçük olaylar belli yönde bir değişimi tetikliyor. insanın kendi hayatındaki benzer anlara bakmasına vesile oluyor. belli bir an bir şey fark ediyorum, bir tercih yapıyorum... hayatın başka bir noktaya doğru savruluyor. büyük tercihlerden ya da büyük fark edişlerden bahsetmiyorum. bir kadın beni evine plak dinlemeye çağırıyor(romandan bir sahne) bütün hayatım değişiyor. bir öğrencim derste bir noktaya temas ediyor (yine romandan) daha önce görmediğimi görmeye başlıyorum. bir sabah uyandığımda kimseyle gerçekten konuşamadığımı yavaş yavaş toplum dışına atılmış bir fazlalık olduğumu anlıyorum. ( bu da romandan) gerçeklikle bağlantım o kadar kopmuş ki bir kurgu karakterine dönüşmek istiyorum. dönüşüyorum. “herkesin hayatında tek bir an var.” diyor borges, “kim olmaya karar verdiği an.” sonrakiler o anın doğrulaması. aslında tek andan çok daha fazlası var. ama dışardan bakmayı bilmiyor insan. küçük küçük binlerce an. anı. “hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.” diyor ya kemal. füsun falan bahane. adam kendini seviyor aslında. kendini anlatının içinde anlatıya dönüştürüyor. çünkü hayatın içinde sıkışmış kalmış. solstad karakterleri gibi. hepimiz gibi. kendimizi anlatıya dönüştürmekten öte yol yoksa yaşamakla anlatmak arasındaki fark nedir? çizgi hangisinin lehinedir?
  • acayip başarılı anlatıya sahip yazar. norveçlilerin hayatını merak ediyorsanız okuyabilirsiniz ve norveçlilerin dünya insanlarına çok benzediğini fark edersiniz. türkçeye üçüncü kitabı da jaguar yayınları tarafından çevrildi. solstad yeni klasikler arasına girebilecek kalibrede bir yazar.
  • yakın arkadaşımla - çoğunlukla ailelerimiz hakkında- konuşurken seslemediğimiz şeyler için kullandığımız bir ifade var: alt yazı olarak geçmek. hissettiklerimizin, düşündüklerimizin içimizden alt yazıyla geçtiğini hayal ederiz. sonrasında o ana birbirimizi şahit kılarız. dag solstad insan ruhunun alt yazısını detaycı bir kalemle, olmayacak yerlere köprüler atma konuyu başka mecralara çekme becerisiyle bu alt yazıları görünür kılan bizi o anların şahidi yapan bir yazar. t.singer ile ince köşelerin yılmaz bekçisi olan beni, kendisine hayran etmesinin ardından mahcubiyet ve haysiyet'i okudum. t. singer'da olduğu gibi tekrar okuma isteği uyanmadı ama iyi iz sürdüğüme ikna oldum. ayrıca mahcubiyet ve haysiyet'in çevirmeni banu gürsaler syvertsen'e adeta türkçe metin okuyor hissiyatı uyandırdığı için teşekkür etmek gerek.
  • yıllardır yazdığı onlarca kitap olmasına rağmen dört tane kitabının türkçeye çevrilmesi gibi bir puştluğa maruz kalan norveçli eski dostum dag.
  • son zamanlarda okumaktan bu kadar keyif aldığım başka bir yazar yok. sırf kendi dilinde okuyabilmek için iskandinav yarımadasında doğmak isterdim o kadar seviyorum seni dag. neyse ki çevirileri çok iyi.

    “profesör andersen'in gecesi” kitabından bahsetmeye geldim. 105 sayfalık kısa bir kitap ama ben bir haftada okudum. çünkü solstad her cümlesi farkındalıkla ve üzerine düşünerek okunabilen, karakterin iç dünyasını dramatize etmeden sadelikle verebilen size de muazzam bir içe dönüş yaşatabilen ender yazarlardan. prof andersen tarafından yapılan sorgulamalar insanın hayata anlam katma çabası, insanoğlunun sanat üzerinden ölümsüzlüğü araması yine yeniden herşeye rağmen hayatın anlamsızlığından sıyrılamama hali harika tasvir edilmişti. varoluşçuluğa direkt refer eden bir roman diyebiliriz tabi ki tavsiyedir.
  • 92 yılı sağlıklı geçmemiş olacak ki on birinci roman- gibi kötü bir kitaba adı sıçramış. sıçramışlığı belki sıkılıp yarısını tanıdığı birine yazdırması düşüncesiyle ortaya çıktı.

    bu kitabı geri teknik ve uhrevi metaforla aklamak dag'ı şımarık bir yazar yapıyor. ne yani, dag isim nüfusunu kullanarak şımarma lüksüne sahip ve sadece son bir metafor(o da meçhul) ile arkasında bomboş bir kurgu, üslupsuzluk ve anlamsız açıklamalar bırakabilir mi? "ben dag, yazdım bitti." ha? yok öyle, bırakamaz arkadaşım. bana diyorlar ki "klasik dag işte." dag bundan önce hangi kitabında metafor kullanmış, teknik kasmış, kopuk karakterler kurgulamış da klasik dag oluyor?

    çay bahçesinde, poşetinde taşıdığı kitapları ile masanıza gelip tanıtım yapan yaşını almış insanları kırmayıp da okumaya başlasanız ve dag'ın 92'si karşınıza çıksa, kitabı "neyse, yardımcı oldum" diyerek çöpe atarsınız; hiç öyle "kesin metafor", "acayip serseri bir tarz" demeden, pat diye atarsınız.

    böyle olmaması için "dag da kötü kitap yazabilir" demek gerçek dag severlerin borcudur.

    göğsüme bastırdığım t.singer, mahcubiyet ve haysiyet ile sahte dagcılarla sonuna kadar mücadele edeceğim.
hesabın var mı? giriş yap