• türkiye'de 19 eylül 2003'te gösterime girmesi beklenen film.yönetmen koltuğunda yedi yıldır türkiye'de yaşayan amerikan paxton winters var.filmin müziklerini gökhan kırdar ve mercan dede yapmış.
  • galası bu gece fitaş sinemasında gerçekleşen bir film (ince kelime oyununa ve göndermeye dikkat!!!)

    filmin iyi niyetli bir çalışma olduğuna inandığımı söylemek isterim. bu kadar temennili bir cümle ile lafa başladığıma göre birşeyler olmamış diye düşünüyorum demektir, netekim bir noktada dayanamayıp sinemadan çıkmış olmam da kısmen bunu gösteriyor olsa gerek. film bitmeden salonu terketmiş olmam bir terbiyesizlik olarak ele alınabilir ve şahsi bazı zorunluluklar olmasaydı bunu yapmazdım herhalde. ama filmi de beğenmedim...

    öncelikle filmde çekimler, teknik ve müziğin kullanımı çok güzel, oldukça başarılı, bunu peşinen teslim etmek isterim. mercan dede'nin seyahatname albümünden alınan parçalar da yerlerine oldukça güzel oturmuş (demekki arkın cidden seyahat hissine uygun müzikler yapmış!). ama ne yazık ki olay yine konuya gelince kopuyor... (yeni paragraf, uzun olacak)

    öncelikle, ilk bakışta film sanki türkiye belgeseli tarzında bir çalışmaya biraz da konu serpiştirilmiş gibi duruyor. istanbul, beyoğlu, arka sokaklar, kenar mahalleler, biraz gece hayatı. sonra yollar yollar ve kapadokya, oradan mardin*, mardinden manzaralar, sonra doğu beyazıt yolları, dağlar karlar... ve oradan da bodrum!! bundan biraz sonra da film benim için bitti ama eminim en az bir tane daha değişik yurt köşesine gidilip oradan istanbula geçince bitmiştir film. (edit: filmin sonu böyle değilmiş, sonradan öğrendim) haa, bu arada filmin kahramanları da bir film çekmeye çalışıyorlar, voliyi vurup köşe olmak için kaçırıldık mizanseni içeren bir film. ama arada cidden kaçırılıyorlar! ne yazıkki bunu şimdiye kadar görüp geçirdiğimiz bir sürü filmden sonra pek etkileyici anlatamamışlar.

    bence, bu tür filmler iç pazara yönelik olmamalı, belki de sorun orada. istanbul ve sokakları bizim için pek de ilginç değil, modern istanbul insanı olarak beyoğlunda bir gece, babylon'da bir parti, keş tipler, eyüp veya fatih gibi bir garip ilçenin arka sokakları... bunlar zaten içinde yaşadığımız yerler olduğu için çok da ilginç gelmiyor. haa, lola rennt gibi bir film yapsa yönetmen, her zaman içinde yaşadığımız istanbul'da daha önce pek rastlamadığımız derinlikte bir hikaye verse eyvallah..

    neyse, filmin ağırlıklı kısmı istanbul dışında zaten. o kısımlarda da bir başka oturmamış bişeyler var gibi, biraz samimiyet eksik, yarım yamalak bir gözlem var. "bakın vatanınızın görmediğiniz köşelerinde hayat böyle akıyor". çok güzel ama yine bir sterillik, yine bir "film icabı"lık durumu hakim... e iyi de bu bir film zaten? ama o film işte beni açmıyor. belki almanya'da yaşayan birini açar, ilginç hayatlar der, ki kısmen de öyle. ama mardinli nargile tüttüren ağanın birden ingilizce konuşmaya başlaması, nedense bana hiç çarpıcı ve "hayatın içinden" gelmiyor. ya da şöyle, belki buna bir refleks olarak "hadi len" çekiyorumdur, belki de cidden mardin'de böyle adamlar da vardır, ağadır ama aptal değildir dil de biliyordur... ama o zaman nasıl oluyor da dağlar taşlar gibi ingilizce bilen bu amca çarıklarla, şalvarlarla dolaşıyor. olmaz böyle birşey. benim de kız arkadaşlarım var diyarbakır'dan gelen, sonra da amerikalara giden, babaları da oralarda hala ve eminim ingilizce de biliyorlardır. ama şalvarla da gezdiklerini hiç sanmıyorum. yok böyle bir realite türkiye'de, yok böyle bir "japon usulü" hem modern hem de kültürüne sadık durumu. oturmuyor işte.

    türkiye'deki modernleşme, taklit ve imajı benzetme ile yakından alakalıdır. sonradan görmelik durumu esastır, tepeden indirme (ama içi boş) kalıplar bolca görülür, aynen bazı geleneklerin devrim ile yıkılmaya çalışılması durumu gibi (bunun doğru veya yanlışlığından öte, böyle olmuş olması kastettiğim). yani armani marka takım elbise giyen ama ingilizce konuşamayan sosyete kıroları belki bir gerçektir. ama bir şekilde amerikan ingilizcesini çözmüş, bir şekilde bu kültüre maruz kalmış ama hala da şalvarını atmayacak kadar "bu benim gerçeğim buna sırt çevirmem" diyecek ağa bulunur mu, bana pek inandırıcı gelmiyor. bir nevi rüyada ak sakallı dede görmek gibi. bunu görünce de filmin bütün samimiyeti gidiyor. züğürt ağa'yı da seyrettik mesela, bir onu aklınıza getirin bir de bu filmi. tam bir karşılaştırma değil ama memleket gerçeğini anlatmak açısından züğürt ağa ya da eşkiya gibi bir film çok daha inandırıcı sanırım.

    hoş tabi filmin derdi memleket gerçeğini anlatmak mı? filmi çeken ne kadar türkiye'de yaşamış olsa da yabancı sonuçta. ama türk insanı ile ilgili yukarıda anlattığım gözlemler bana vahşi bir hayvanı anlatmak için evdeki miskin kediyi filme çekmek gibi geldi... dışarıdan bakan birisinin illaki daha derin bir gözlem yapabilmesini beklerdim, bu çok yüzeysel olmuş gibi.

    ah, bir de tabi gerçekleri yansıtabilme sorunu olsa gerek. bundan sonrası şahsi fantezim olacak ama yine de yazayım. yani mesela iran veya diğer bazı müslüman ülkelerde, memleket gerçekleri hakkında film çeken yönetmenlerin çoğu (bildiğim kadarıyla) ülkelerinde kibar ifadesi ile pek sevilmiyorlar. türkiye için de bunun pek farklı olmaması söz konusu. güneydoğu ve genel olarak doğu illerindeki hayatı anlatma iddiasında ciddi bir film eminimki bölge ile ilgili resmi devlet görüşüyle çelişebilir. bu da (bana göre) yönetmenleri tam da kestiremedikleri bazı riskler alıp gördüklerini anlatmak ile rakıya bolca su katıp böyle ucundan kenarından klişelerle geçiştirilmiş senaryolar yapmak arasında bırakıyordur.

    neyse, uzun oldu. bu yazdıklarımı okuyan da filme kan kusuyorum sanacak. yok, sadece bişeyler oturmamış işte, içimde kalmasın diye anlattım..
  • pierre loti hayacani ile cekilmis, gudik bir film alti ustu...
  • bir eleştirmen tarafından, çok yerinde bi tespitle "öğrenci filmi" benzetmesi yapılmış film. mercan dede'nin nar albümünden parçalar da kullanılmış. ve ipek değer'i gene iri yarı gavurlara* ilgi duyarken görüyoruz.
  • her ne kadar goruntuleri cok basarili olsa da (netekim yonetmen belgeselciymis aslen) biraz fazla turkiye turizm reklami gibi duran film. yillarca turkiye'de yasamis olan birisinden daha az orientalism dolu bir film beklerdim. sanki once goruntuleri bulmuslar, sonra goruntulere uyan hikaye dusunmusler. turk cocugun sanki turkiye'de baska sehir kalmamis gibi mardin'de akrabalari var ki mardin'in guzellikleri gozukebilsin.
  • amerikali turiz karakterlerinden birini david connolly isminde bir aktor canlandirir.
  • kaba, basit, kendine has bir tadı olmayan.
  • ing. ham
  • los angeles film festivali’nde en iyi film ödülünü ve elli bin dolarlık ödülü alan, uluslararası seattle film festivali’nde de jüri özel ödülünü kazananan, yapımcılığını mehmet eryılmaz'ın üstlendiği film. gökhan kırdar'ın bir de soundtrack albümü bulunmakta; keyf pleasure isminde.
  • (bkz: raw)
hesabın var mı? giriş yap