• classe tous risques için fransız suç dalgası ile fransız yeni dalgası arasında kalmış bir film diyebiliriz. becker daki gibi, melville deki gibi, dassin deki gibi hikayenin iskeletini karanlık adamlar, gangsterler, tersi pis suç dünyası ve şakası olmayan polisler oluşturuyor. diğer taraftan doğal mekana dayanan çekimler, katharsisten uzak, sona sahip olmayan bir hikaye. 400 darbe hassasiyeti, erkek egemen bir dünyayı olabildiğince maçoluktan uzak anlatma çabası. hatta şey gibi sanki, belmondo nun canlandırdığı karakter, bir tiyatrocu kızla beraber olan, godard için canlandırdıklarına benzer, şık bir dairede yaşayan, hınzır belki de entelektüel bir gangster. diğer tarafta lino ventura fransız suç filmlerinin kare suratı, ağır abisi, erkek adamı, ciddiyet timsalı. filmi böyle bir kırma gibi anlatıyoruz lakin bugünün postmodern çorbaları gibi değil elbet. ortada kesinlikle sarkmayan bir yönetim, kendini ve seyircisini ciddiye alan bir film var. belki de okunan bu ikili yapıdan haberi bile yoktu sautet' nin, içinden geleni çekti ve ortaya bu çıktı. bizler ise gelin güvey.
  • claude sautet’nin kanun kaçağı abel davos’a (lino ventura) duygusal, fatalist bir açıdan yaklaştığı classe tous risques klasik bir 19. yüzyıl romanının (balzac’ların, dickens’ların, dostoyevski’lerin, zola’ların, tolstoy’ların, flaubert’lerin dünyasından herhangi bir roman) girizgâhı gibi (kimdir anlatıcı? karakterlerden biri midir? hayır. anlatıcı belli değildir. anlatıcı, tanrı-bilici (auktoria) roman yazarının hüviyetindedir. öyleyse ona ‘yönetmenin ta kendisi’ denilebilir. yönetmen de 19. yüzyılın büyük romancıları gibi bir tanrı-bilicidir.) şu sözlerle açılır:

    "onu dikkatli olması konusunda uyarmak istemişti. ama ne önemi vardı ki? valizleri doldurup boşaltmaya başladığı andan beri hiçbir şey söylememişti. veya neredeyse hiçbir şey. çocukları peşinden geliyordu. okul hariç hiçbir şeyin eksikliğini çekmiyorlardı. bu son yolculuk için yanına sadece temel şeyleri almıştı. el çantasında kalan son paraları vardı. ama italya'dan ayrılıp sınırı geçmek, daha fazla şeyleri gerektiriyordu. para ise bu iki adam için elde etmenin tek yolunun olduğu bir şeydi. bu adam abel davos'tu, gıyabında idam cezasına çarptırılmıştı. kaçak olarak geçirdiği yıllar boyunca endişeli hali onu devamlı hareket halinde olmaya sürüklerken bile kaynaklarının gittikçe tükendiğini görüyordu. italyan polisi çemberi günden güne daraltırken fransa yeniden en iyi seçenek olmuştu. belki unutulabilirdi… bu da en iyi arkadaşı raymond naldi'ydi. onlar için şehir ne hoştu ne de nahoştu. onu hiç dikkate bile almıyorlardı. insanlar da gerçekliğini kaybetmişti."

    tanrı-bilici yönetmen, anti-kahramanların başına ne geldiğini, sonra ne geleceğini önceden bilmektedir. betimlediği kişiliklerin içinden geçenleri de bilmektedir. öyküsüne bütünüyle hâkimdir. geleneksel roman yazarı gibi tanrı-bilici yönetmen de klasik anlatım (narration) stillerinden yana tavır takınmıştır.

    claude sautet, ardışık anlatım biçimini benimsemiştir. aynı şey modern roman geleneği ve postmodern anlatı stili için söylenebilir mi? kuşkusuz hayır. ölümünü sırtında taşıyan abel davos fransa caddelerinde bir hayalet gibi yürürken son söz yönetmene aittir: "birkaç gün sonra abel davos tutuklandı. mahkemeye çağrıldı, mahkûm edilip akabinde infazı gerçekleştirildi." biz (seyirci) öykünün sonraki aşamasında ne olduğu konusunda bizzat yönetmen tarafından bilgilendiriliriz; ama örneğin idam sahnesini görmeyiz. çünkü her şeyi gören ve bilen yönetmendir; bir tanrı gibi dünyaya (dolayısıyla anlattığı kişiliklere) tepeden bakandır.
  • hiçbir olayı olmayan film
hesabın var mı? giriş yap