• inka imparatorlğunun sonunu getiren hadisedir. savaş demek ne derece doğru olur bilemiyorum. olayın detayları şöyledir.

    o dönemde inkalar arasında iç savaş vardı ve atahualpa iç savaştan galip çıkmış muzaffer bir komutandı. 80.000 kişilik bir kuvveti vardı. ispanyollar bu dev ordu karşısında savaş günlüklerine dahi geçen kendi tabirleri ile altlarına ettiler.

    pizzaro inkaları alt etmenin tek yolunun imparatoru ele geçirmek olduğuna karar verdi. aynı metodu daha önce meksika da aztek imparatorluğunu ortadan kaldırırken uygulamış ve başarılı olmuştu.

    atahualpa yı şehre davet etti. atahualpa 6.000 kişilik bir heyetle ve silahsız olarak şehre geldi. kendine o kadar güveniyordu ki bir kaç yüz kişilik ispanyolların bir delilik yapabileceğine ihtimal vermedi. pizzaro şehrin etrafında bulunan duvarların ardına atlılarını gizledi.

    imparator şehir meydanına girince papaz valvarde imparatora haç ı gösterdi ve bir incil verdi. imparator ömrü hayatında kitap görmediği için ne yapacağını şaşırdı. evirdi çevirdi bir şeye benzetemedi. papaz yaklaşarak kitabı açtı. imparator sinirden kıpkırmızı kesilerek kitabı aldı ve yere attı. bunun üstüne papaz ' bu yaban kutsal kitaba hakaret etti ' diye haykırarak imparatorun üstüne atladı. bu işaretle süvariler saklandıkları yerden fırlayarak şehrin içine girdiler.

    o güne kadar at görmemiş inkalar paralize oldular. lama dan başka büyük hayvan görmemişlerdi. lamalarda atların yanında midilli gibi kalıyordu. ispanyollar şehir meydanında sıkışmış 6.000 kişiyi akşama kadar kılıçtan geçirdiler. öyle ki savaş kayıtlarına göre katliamda ölenlerin sayısının artmasını sadece güneşin batışı durdurdu.
  • jared diamond'un "tüfek mikrop ve çelik" isimli eserinde de (bkz: guns germs and steel) belirtildiği üzere aslında 80 bin kişiyi ne ispanyol'ların ateşli silahlarından, ne inka'ların atı evcilleştirmemiş olmasından ne de francisco pizarro'nun katliamlarından kaynaklanmaktadır. zira 80 bin askerin, her ne kadar daha metali işlemekten aciz bir şekilde, tahtadan sopalar ve oklar kullansalar dahi gerçekten de yaklaşık 160 ispanyol asker tarafından imha edildiklerini düşünmek gerçekten gülünçtür. burada dikkat edilmesi gereken asıl nokta tamamen evrimsel süreçtir.
    dönemde amerika'da yaşayan toplumların maruz kaldıkları hastalıklar ile eski dünyadan gelen akrabalarının tecrübe ettikleri hastalıklar alabildiğine farklıdır. avrupalılar geçen binlerce yıl içerisinde bağışıklık kazandıkları hastalıklar elbette ki amerikan halkları için ölümcüldü. kolera, grip, sıtma, kızamık ve suçiçeği bu hastalıklara örnektir. bu hastalıkların transferi hepsi olumlu ya da olumsuz sonuçlara sahip olan tüm yeni dünya-eski dünya değişiminin içerisinde bulunur. (bkz: the columbian exchange)
    her şeyden önce avrupa kara ölüm lakaplı büyük bir veba salgınını tecrübe etmiştir. sırf veba yüzünden sadece 200 yıl önce avrupa nüfusunun üçte biri yok olmuştur. (bkz: black death)
    tam da bu sebeptendir ki 168 adet ispanyol'un 80 bin kişilik inka ordusunu sadece sahip oldukları askeri teknolojiyle yok etmelerinin imkanı yoktur. asıl mesele inka'ların genetik zaafiyetleridir.
  • "tüfek mikrop ve çelik" kitabından bir alıntıdır.

    “vali pizarro, cajamarcalı yerlilerden bilgi almak istedi, bu yüzden de onlara işkence yaptırdı. yerliler, atahualpa'nın valiyi cajamarca'da beklediğini duyduklarını itiraf ettiler. bunun üzerine vali bize hareket emri verdi. cajamarca'nın giriş kapısına geldiğimizde 5 kilometre ötede, dağların eteğinde atahualpa'nın ordugâhını gördük. yerlilerin ordugâhı çok güzel bir şehre benziyordu. öyle çok çadır vardı ki hepimizin yüreğini büyük bir korku kapladı. o güne kadar böyle bir şey görmemiştik. biz ıspanyollar korku ve şaşkınlık içindeydik. ama korkumuzu belli edemez ya da geri dönemezdik, çünkü yerliler bizde bir zayıflık sezseler, kılavuz olarak yanımızda getirdiğimiz yerliler bile bizi öldürürdü. buyüzden sanki hiç korkmamış gibi yaptık, kasabayı ve çadırları iyice inceledikten sonra vadiye inip cajamarca’ya girdik."
    “ne yapalım diye aramızda uzun uzun konuştuk. hepimiz çok korkuyorduk çünkü sayımız çok azdı ve onların topraklarının öylesine içlerine kadar sokulmuştuk ki bize takviye gönderilmesine olanak yoktu. ertesi gün ne yapmamız gerektiğini tartışmak için hepimiz valiyle kafa kafaya verdik. o gece pek azımız uyudu, cajamarca meydanında nöbet tuttuk, yerli ordusunun kamp ateşlerini gözledik. kamp ateşlerinin çoğu bir tepenin yamacındaydı ve birbirlerine o kadar yakındılar ki yamaç parlak yıldızlarla beneklenmiş göğü andırıyordu. o gece yüksek ile alçak rütbeliler arasında olsun, piyade ile süvari arasında olsun, hiç ayrım yoktu. herkes tam anlamıyla silahlanmış olarak nöbet tuttu. sevgili valimiz de tuttu ve sürekli adamlarını yüreklendirdi. valinin kardeşi hernando pizarro orada bulunan yerli askerlerin sayısını 40.000 olarak hesapladı ama bizi korkutmamak için yalan söylemişti, çünkü 80.000’den fazla asker vardı." “ertesi sabah atahualpa’dan bir haberci geldi, vali ona, ‘hükümdarınıza söyle,' dedi, ‘buraya ne zaman isterse, nasıl, ne şekilde isterse gelsin, onu bir dost ve kardeş olarak karşılayacağım. çabuk gelmesi için dua ediyorum çünkü onu görmek istiyorum. hiçbir zarar ya da hakarete uğramayacak."
    “vali birliklerini cajamarca alanının çevresine gizledi, süvarileri ikiye ayırdı, birinin başına kardeşi hernando pizarro geçti; ötekinin başına hernando de soto. aynı şekilde piyadeleri de böldü, birinin başına kendisi geçti, ötekinin başına kardeşi juan pizarro. öte yandan pedro de candia'ya yanına iki ya da üç piyade alıp borazanlarla birlikte meydandaki küçük bir kaleye gitmelerini ve küçük bir topla birlikte oraya mevzilenmelerini söyledi. atahualpa ile birlikte bütün yerliler kasaba meydanına geldiği zaman vali, candia'ya ve adamlarına bir işaret verecek, bu işaret üzerine onlar topu ateşleyeceklerdi ve borular çalınacaktı, borular çalınmaya başlayınca süvariler mevzilendikleri büyük avludan dışarı fırlayacaklardı."
    “öğle üzeri atahualpa adamlarını toplayıp yaklaşmaya başladı. kısa zamanda bütün ovanın yerlilerle dolduğunu gördük, düzenli aralıklarla duruyor, arkalarındaki kamptan sökün eden yerlileri bekliyorlardı. ayrı müfrezeler halinde öğle sonrasına kadar akın akın geldiler. en öndeki müfrezeler artık bizim kampımıza yaklaşmıştı, yerli ordugâhından oluk oluk akan insanların arkası kesilmemişti. önden giden 2000 yerli atahualpa’nın geçeceği yolu temizliyor, arkasından da savaşçılar geliyordu, kalkanlarıyla birlikte savaşçıların yarısı bir yanında, yarısı öteki yanında yürüyordu."
    “önce satranç tahtası gibi farklı renkte giysiler giymiş yerlilerden oluşan bölük geldi. bölük ilerledi, yerdeki kuru otları toplayıp, yolu süpürdüler. daha sonra farklı giysiler giymiş üç bölük geldi, dans edip şarkı söylüyorlardı. daha sonra zırhlı birkaç adam geldi, büyük metal levhaları, altın ve gümüş taçları vardı. üstlerinde taşıdıkları altın ve gümüşün miktarı öylesine fazlaydı ki güneşte nasıl parladıklarını görmek şaşılacak bir şeydi. bunların arasında, çubuklarının uçları gümüş kaplı zarif bir tahtırevanın içinde atahualpa vardı. sekiz tane adam onu omuzlarında taşıyordu, koyu mavi üniformalar giymişlerdi. atahualpa’nın kendisinin kılığı da çok gösterişliydi, başında tacı, boynunda koca koca zümrütlerden bir gerdanlık vardı. tahtırevanının içinde çok süslü bir minderi olan küçük bir taburenin üzerinde oturuyordu. tahtırevanına çok renkli papağan tüyleri dizilmiş, her yanı altın ve gümüş kaplamalarla süslenmişti."
    “atahualpa'nın arkasından iki tahtırevan ile birlikte iki hamak daha geldi, bunların içinde yüksek rütbeli reisler oturuyordu, onların da arkasından altın ve gümüş taçlar takmış çeşitli bölükler göründü. bu yerli bölükleri ihtişamlı şarkıların eşliğinde meydana dolmaya başladılar, doldular doldular, meydanda hiç boş yer kalmadı. bu arada biz ispanyollar bir avluya saklanmış, hazırda bekliyorduk, korku içindeydik. pek çoğumuz hiç fark etmeden altına kaçırmıştı, sırf korkudan. atahualpa meydana ulaştığında omuzlar üzerindeki tahtırevanından inmedi, birlikleri onun arkasında saf tutmaya devam etti."
    “vali pizarro rahip vicente de valverde'yi atahualpa ile konuşmaya gönderdi, onu tanrı adına ve ispanya kralı adına hazreti isa'mızın yasasına uymaya ve majesteleri ispanya kralının hizmetine girmeye davet etmesini söyledi. rahip bir elinde haç, bir elinde kitabı mukaddes ile yerli birliklerinin arasından ilerleyerek atahualpa'nın bulunduğu yere geldi ve şöyle dedi: 'ben tanrı'nın bir rahibiyim ve hıristiyanlara tanrı'nın işlerini öğretirim, bunları aynı şekilde size de öğretmeye geliyorum. öğrettiğim şeyler bu kitap'ta tanrı’nın bize söylediği şeylerdir. bu yüzden tanrı vevhıristiyanlar adına sizden rica ediyorum, onların dostu olun, çünkü tanrı'nın isteği budur, bu sizin de iyiliğinizedir."
    “atahualpa bakmak üzere kitap’ı istedi, rahip de kapalı olarak kitap’ı ona verdi. atahualpa kitap'ı nasıl açacağını bilmiyordu, rahip açmak üzere kolunu uzatıyordu ki atahualpa büyük bir öfkeyle koluna vurdu, kitabın açılmasını istemiyordu. daha sonra kitabı kendisi açtı, harflere, kâğıda hiç şaşırmadı ve beş-altı adım öteye fırlatıp attı, yüzü kıpkırmızı kesilmişti." “rahip, pizarro'nun yanına koştu, 'koşun, koşun, hıristiyanlar!' diye bağırıyordu. 'tanrı'nın işlerini kabul etmeyen bu düşman köpeklere haddini bildirin. o zorba benim kutsal yasa kitabımı yere attı! ne oldu görmediniz mi? ova yerlilerle doluyken azametinden yanına yaklaşılmayan bu köpeğe neden insan gibi davranalım, aşağıdan alalım? yürüyün üzerine, size ben izin veriyorum!"
    “bunun üzerine vali, candia'ya işaret etti, onlar ateşe başladılar. aynı zamanda borular çaldı, zırhlı ispanyol birlikleri, hem süvariler, hem piyadeler saklandıkları yerlerden dışarı fırlayıp meydana doluşmuş olan silahsız yerlilerin üzerine saldırdılar, ispanyol savaş narasını atarak 'santiago!' diye bağırıyorlardı. yerlileri korkutmak için atlarımıza çıngırak takmıştık. silahların gümbürtüsü, boruların şamatası, çıngırakların çıngırtısı bir-eşince yerliler neye uğradıklarını şaşırdılar. ispanyollar onların üzerine çullanıp onları doğramaya başladılar. yerliler öylesine korkmuşlardı ki birbirlerinin üzerine tırmanıp yumak oldular, birbirlerini havasız bırakıp boğdular. onlar silahsız oldukları için onlara saldıran hiçbir hıristiyana bir şey olmadı. süvariler onları atlarıyla çiğneyerek öldürdü, yaraladı, kaçanları kovaladı. piyadeler geriye kalanların üzerine öyle bir saldırmıştı ki kısa bir sürede hepsi kılıçtan geçirildi."
    "valinin kendisi de kılıcını ve kamasını alarak yanındaki ispanyollarla birlikte yerlilerin arasına daldı ve büyük bir cesaretle atahualpa'nın tahtırevanının yanma kadar gitti. atahualpa'nın sol kolunu korkusuzca yakalayıp, 'santiago!' diye bağırdı ama atahualpa'yı tahtırevanından aşağı indiremedi çünkü onu çok yüksekte tutuyorlardı. tahtırevanı taşıyan yerlileri öldürmemize karşın ölenlerin yerini hemen başkaları alıyor onu havada tutmaya devam ediyorlardı, böylece yerlileri alt edip öldürmek uzun zamanımızı aldı. sonunda yedi ya da sekiz süvari atlarını mahmuzladı, tahtırevana yan taraftan saldırıp büyük bir çabayla öteki tarafa devirdiler. böylece atahualpa'yı esir aldık ve vali onu kendi kaldığı yere götürdü. tahtırevanı taşıyan yerliler ile atahualpa'ya refakat edenler onu asla terk etmediler: hepsi onun yanında öldü."
    "meydanda kalan ve -şimdiye kadar hiç görmedikleri- ateşli silahlar ile atlardan ödü kopmuş olan yerliler bir duvar uzantısını yıkıp duvarın dışındaki ovaya kaçarak kurtulmaya çalıştılar. bizim süvariler yıkık duvarın üstünden atlayıp atlarını ovaya sürdüler. 'şu süslü kılıklı adamları kovalayın! elinizden kimse kurtulmasın! mızraklayın hepsini!' diye bağırıyorlardı. atahualpa'nın yanında getirdiği bütün öteki yerli askerler cajamarca'dan bir-iki kilometre ötede, savaşmaya hazır halde bekliyorlardı ama bir teki bile yerinden kımıldayamadı, bütün bunlar olurken tek bir yerli tek bir ispanyol'a silahla saldırmadı. kasabanın dışındaki ovada bekleyen yerlilerin görünce, korkuya kapılıp kaçtı. görülecek şeydi doğrusu, 20 ya da 30 kilometrelik bir vadiyi doldurmuş olan yerlilerin hali. karanlık basmıştı ve bizim süvariler tarlalarda yerlileri mızraklayıp duruyorlardı, o sırada bizi kamp yerinde toplantıya çağıran boru sesini duyduk."
    “gece olmamış olsaydı 40.000 kişilik yerli birliklerinden pek az kişi sağ kalacaktı. altı ya da yedi bin yerli ölüsü yerde yatıyordu, pek çoğunun kolu kopmuştu, pek çoğu başka türlü yaralanmıştı. atahualpa'nın kendisi bu savaşta 7000 adamını öldürdüğümüzü kabul etti. tahtırevanların birinde öldürülen adam onun çok sevdiği devlet adamlarından biri, chincha hükümdarıydı. atahualpa'nın tahtırevanını taşıyan adamların hepsi anlaşılan onun önemli reisleri ve encümen üyeleriydi. onların hepsi öldü, öteki tahtırevan ve hamaklardakiler de öldü. cajamarca hükümdarı da öldü, ötekiler de öldü ama o kadar fazlaydı ki saymaya olanak yoktu, çünkü atahualpaya refakat etmeye gelenlerin hepsi önemli hükümdarlardı. böylesine güçlü bir orduyla gelmiş bu kadaroğu, öteki yerlilerin bağırarak kaçıştığını güçlü bir hükümdarın bu kadar kısa bir zamanda esir alındığını görmek olacak şey değildi. gerçekten de kendi asker gücümüzle başarmamıştık bunu çünkü sayımız çok azdı.bunu yüce tanrı'nın inayeti sayesinde başardık."
  • bütün muharebede 6000 inkalı ölmesine karşın, 1 ispanyol askeri yaralanmıştır.

    kılıça, ata karşı tahtadan silahlar, samandan zırhlar.
  • yeni bir şey değil demekki insanoğlu eskiden de oç imiş.
    ispanyolların azteklerin 10 yıl gibi kısa bi sürede nerdeyse %80 imha edip kontrol almalarını yanı başındaki inkalar duymuyor, bilmiyor, haberleri olmuyor. hemen kıtanın yan tarafında aztekler katlediliyor çok uzakta olmayan inkaların hiç bir şeyden haberi yok.
    sonra bu ispanyolların yaptığı oçluğu yetmiyormuş gibi aynı katliamı inkalara da yapıyorlar ve neredeyse aynı taktikle.

    bu savaşta 6000 inkalıyı yaklaşık 200 ispanyol öldürüyor ama şöyle düşünün; bir tarafta timur var 100bin kişilik ordusu filler falan kılıçlar kalkanlar bi tarafta da 1000 kişilik modern ordu, ağır silahlar, roketler, tanklar falan

    böyle bi oçluğu yani
hesabın var mı? giriş yap