• craig thompson'ın yazıp çizdiği yaklaşık 600 sayfalık etkileyici bir grafik roman. muhafazakar bir amerikan kasabasında kardeşi ile çeşitli oyunlar yaratarak mutlu olmaya çalışan bir çocuğun büyüme ve ilk aşk hikayesi. son derece şiirsel bir metin ve ona uygun olarak karesine sığmayan çizimlerden oluşan bir 90'lar gönülçelen'i. 2003 yılının en başarılı grafik romanı seçildi.
  • muhafazakar bir ailede sekillenen,hastalıklı hristiyanlık anlayısının,kucucuk craig'in yaşamı uzerinde,ne derece etkili olduğunu hissettiren bir roman.ilk aşkını yasarken bile,yanından ayıramadığı incil,onun yasamına egemen mi?derken,sayfaları çevirirken yasadığı askla,hayatına,duygularına dair cesur adımlar atıyor. roman bitince zihinlerdeki,battaniyenin anlamı bile değişiyor.guzel olanda bu. gunesin uzerimizde sari bir leke olusturdugu,su gunlerde,kis mevsimini, tum guzelligiyle getiren bir roman.tesekkurler enis zenci.kutleli bir roman ama sayfaları cevirirken,dahada hızlı çevirmek istedim. bitti ama ardında,kocaman duygular bırakarak...
  • battaniye deyince eskiden aklima ilk gelen sey snoopy ve linus van pelt olurdu ta ki craig thompson'in bu indie grafik romanini okuyana dek.

    blankets'in cogu cizgi romana nasip olmayan bir ozelligini daha var, soyle ki tracker adli grubun bu cizgi roman icin hazirladigi enstrumental sarkilardan olusan resmi bir soundtrack albumu de mevcut:

    http://www.topshelfcomix.com/….php?type=3&title=410
  • dünyanın en iyi çizgi romanlardan biri addediliyor..

    cok guzel cok sade bir kapagı var http://www.topshelfcomix.com/…eview=blankets&page=1

    neil gaiman ise okudugu en iyi cizgi roman oldugunu soylemis.. almamam mümkün değildi yani.. üzerine sound track yapılmış bir kitap olması bile düşündürücü..
  • çizgi romandan öte bir eser. hani derler ya, bir solukta okudum.
    soundtrack'i varmış. şimdi öğrendim. okurken zaten duymuştum sanki müziğin sesini.

    craig thompson. yeni idolümsün.
  • ben pek beğenmedim. craig thompson'dan bir tek blankets'i okudum. önceki eserlerini ya da daha sonra gelen habibi'yi okumadım, ama okumayı düşünüyorum. çünkü her ne kadar blankets'da içime sinmeyen birçok şey olsa da adamın tarzını sevebileceğimi hissettim okurken.

    blankets sanki biraz toyluk zamanına gelmiş bir eser gibi. plotting'i zayıf. 600 sayfalık bir grafik romandan bahsediyoruz ve 4/5'i esas oğlanın ilk gençliğiyle, ilk aşkıyla, aşırı hıristiyan ailesi ve kendi inançlı kişiliğine yoğunlaşırken birden hoop-eleman o klostrofobik wisconsin kasabasından ayrılıyor, aşkını unutuyor, büyük şehre gidiyor, inancını yitiriyor. ve tüm bunlar bir çırpıda oluyor. sen o kadar background ver, sonra gelişmeyi ve sonu oldu bittiye getir. sanki tüm bunlara daha çok sayfa ayrılabilirmiş gibi geldi bana. o teenage romance biraz daha kısa tutulabilirdi. raina'lı bölümlerde çok fazla klişe var zaten. kıza omg you're so cheesy dedirtince cheesy'likten kaçamıyorsun sevgili thompson. kardeşiyle olan ilişkilerine yer verdiği kareler ne kadar tadından yenmezse raina'yla olan sıkıcı ilişkisi bitse de gitsek hissi uyandırdı ister istemez.

    yine de adamın tarzını sevdim. nedense habibi'yi okuyunca daha fazla ısınacakmışım gibi geliyor. tarzı insanda öyle bir beklenti ve güven oluşturuyor. umarım yanılmıyorumdur.
  • bir yazarın eserini oluştururken kafasının karışık olması kadar okuyucuyu rahatsız edebilecek az şey vardır. tabii söz konusu yazar ayşe kulin ise tartışılacak bir şey yoktur zaten*.

    eser sahibinin çocukluk ve gençlik dönemi üzerine otobiyografik bir çizgi roman. acımasızca kötü veya samimi olmayan bir çizgi roman ile karşılaştığımı söyleyemem ama ufak bir hayal kırıklığı yaşamadım değil. erkek kardeşiyle olan ilişkisi, raina ile yaşadıkları, din, lise hayatı ve aile gibi bir sürü konunun daldan dala atlanarak önümüze sunulduğu bir çizgi roman aslında. kimi daha ön planda kimi değil. daldan dala nasıl ve neden atladığını bilmiyor, öğrenemiyoruz. yazar, neredeyse hepsini kestirip atıp, işte benim de böyle bir hayatım var imajı yaratınca insan (bencilce de olsa) aldatılmış hissediyor.
  • okumaya başladığım ve ara vermeden, yaklaşık yarım saat önce bitirdiğim kitap.

    içinde bir çok duygusal ve derin temalar barındırdığı için kitap hakkında net bir yorum yapamıyorum doğrusu. kitabı bitirip kapağını kapattıktan sonra bir türlü kafamı toparlayamadım. daha doğrusu ne zaman kitapta neyden hoşlanıp hoşlanmadığımı değerlendirmeye çalıştığımda kitaptaki çeşit çeşit karakterler, alakalı alakasız sahneler ve diyaloglar gelmeye başladı. belki de kitabın sorunu, veya başka bir deyişle güzelliği buydu: hayatı anlatması.

    --- spoiler ---

    craig'in, ailesinin hristiyan yobazlığı nedeniyle hep bir günah işleme kaygısıyla geçip giden gençliğinde, raina ile tanışmasından sonraki mutluluk ve yaşama hissi, onun ve kendisinin aslında dünyadan soyutlanmış iki ruh ikizi olmadığını anladıktan sonra biter. özellikle eve ilk gelişindeki kaosu ve raina'nın ve ailesinin ne tür zorlu koşullar altında yaşadığını fark etmesi, bu değişimi başlatır. sonrasında raina'nın diğer insanlar gibi popüler olduğu ve bu dünyada kendisinin gibi yalnız olmadığını anlaması bütün dünyasını mahveder. her ne kadar birbirlerine romantik sözer söyleyip, her gece beraber uyusalar da craig, raina'nın üzerindeki sorumluluk yüklerini ve özgürlüğüne kolay kolay kavuşamayacağını anlayınca kendisini kandırılmış ve kullanılmış hisseder ve zaten film orada kopar.

    -raina ı'm calling up to say good-bye.
    -good-bye? where are you going?
    -ı'm not going anywhere

    kendisine raina'yı hatırlatan her şeyi tek kalemde yakar. battaniye hariç...

    bu kitapta hoşuma giden başka bir şey de hikayenin sadece bu iki gencin başından geçen realist macerayı anlatmamasıydı. kitapta yardımcı roller gibi görülen karakterlerin de aralara serpiştirilmiş hikayeleri de çok güzeldi.

    örneğin craig'in phil'le küçükken kurduğu dünyası fakat büyüdüklerinde bozulan ve tekrar canlandırmaya çalıştığı abi-kardeş ilişkisi, ben'in craig'in eve gelmesiyle beraber raina'yı kendisinden çaldığını düşünmesi, ailedeki sorunlara kendi de üzülüp bundan üvey anne-babasının boşanmalarını sorumlu tutması ve babasına kızıp bağırması, raina'nın babasıyla annesinin karşılıklı eve yardım etmesi, baba'nın hala eşiyle sorunlarını çözeceğine olan büyük inancı, craig'in kilise çevresinde kariyeri üzerine konuştuğu insanlar ve craig'e bahsettikleri akıl almaz sanat-din görüşleri gibi bir çok küçük ayrıntı, bu kitabı daha da güzel kılmış
    --- spoiler ---

    blankets'ın yukarıdaki bazı entrylerde olduğu gibi bir başyapıt olduğundan veya hayatımın kitabı olduğundan emin değilim. zaten böyle bir sıfatlandırmaya ve şartlandırmaya da çok karşıyım. sonuç olarak kitabın konusu ve karakterleri gerçekten hoşuma gitti ve beğeniyle okudum, ki zaten önemli olan da buydu. herkese de öneririm.
  • bir jimmy corrigan değil. boğaz düğümlemiyor ama yer yer düşündürüyor. kardeşi olanlarda ayrı bir tat bırakacaktır o kesin. %40 din, %35 aşk, %25 kardeşlik üzerine güzel bir coming of age kitabı.
  • başta kardeşlik bağı üzerine olduğunu düşündürüyor fakat aslında tertemiz bir "ilk aşk" anlatısı, kardeşlik bağı hikayesi geri planda kalıyor. craig thompson, kendi hayatından bu kadar derin izleri nasıl bu kadar kolaylıkla halka açmış hayret, çok da güzel olmuş fakat kim bilir yaratım süreci ne aşamalardan geçmiştir, pis bir merak içinde bıraktı. ailelere söylenen ufak yalanlar arasında birlikte uyumalar, alarmları erken saatlere kurup herkesin kendi yatağına gitmeleri, ilk öpüşler, ilk dokunuşlar, hepsi çok samimi anlatılmış fakat benim en çok hoşuma giden ilk aşk acemilikleri şunlardı ki; raina bir parti davetini kabul ettiğinde craig'in "birlikte odada oturup yalnız başımıza geçirebileceğimiz saatleri niye burada harcıyoruz?" sorgulaması, sevgililerin birbirine doyumsuzluğunun, raina'nın birlikte geçirilecek vakti başkalarıyla paylaşmak istediğinde craig'e verdiği isyan hissi ve raina ile birlikteyken yaratıcılığının sessizce uykuya yatışı, çünkü "üretim süreci, sevgilisine tapınmak dışında ne işe yarar ki insanın?" deyişi:

    https://eksiup.com/bf0648c9435

    bunlar ilk aşk acemilikleri çünkü, insan daha sonra aşkından beslenmeyi ve aşkını beslemeyi öğreniyor, ilk aşkın her şeyi olduğundan daha mümkün ve aynı zamanda olduğundan daha imkansız gösterişi çok tatlı anlatılmıştı, üstelik arka planda yürüyen hikayelerin acıklılığı da aşkın her ortamda, her tecrübeye rağmen, her şekilde yolunu bulduğunu gösteriyordu, craig thompson samimi bir sanatçıymış fakat daha da önemlisi güzel bir bakış açısına sahipmiş. sanatçının derdi yalnızca samimi olmak olmamalı, bir derdi olmalı ve o derdi samimi anlatmalı, bu yüzden okuyup okuyup "ay çok samimi," diye bitirince unutuverdiğimiz işlerden değil blankets, samimi fakat iz bırakan cinsteki işlerden.
hesabın var mı? giriş yap