• tennessee williams'ın 'yarattığı insan'. 16 yaşındayken kocasını bir erkekle basıp sonra hiçbir şey olmamış gibi ikisiyle birlikte aygölü gazinosuna dans etmeye gitmiştir.orada söylediği tek cümleyle adamın intiharına neden olmuş ve geri kalan hayatını alt üst olmuş ve artık toparlanması olası olmayan bir psikolojiyle geçirmiştir. kız kardeşinin kültürsüz ve kaba kocası stanley tarafından tacize uğradıktan sonra yine onun tarafından hasta olduğu gerekçesiyle deli gömleği giymesi sağlanmıştır. gerçek yaşamdaki saçmalıklara katlanamayan aslında hiçbir suçu olmayan güzel ama yaşlanmaktan korkan kadın..arzu tramvayı'nın getirip götüremediği yolculardan.
  • tennessee williams'in ihtiras tramvayi* isimli tiyatro eserindeki bas karakterlerden bir tanesi. genc ve guzel gorunme meraklisi orta yas uzeri bir kadindir, kizkardesi stella ve enistesi stanley'in yasadigi eve bir sure kalmaya gelir, ancak geldigi yerde erkeklerle dusup kalktigi dedikodulari duyulur, acikca anlatilmasa da enistesinin tecavuzune ugrar. yazar karakterin ismini kirli gecmisi ile ironi olustursun diye secmistir.
  • "but some things are not forgivable. deliberate cruelty is not forgivable! it is the one unforgivable thing, in my opinion, and the one thing of which i have never, never been guilty."
  • blanche bir sahnede stanley'nin burcunu tahmin etmeye çalışmaktadır. aralarındaki cinsellik ve şiddet kutupları arasında gidip gelen gerilime yaraşır biçimde ona en çok koç burcunu yakıştırdığını söyler. stella kocasının noel gecesi doğduğunu söylediğindeyse blanche şöyle bir duraksar:

    "capricorn - the goat!"
  • tennessee williams 'ın 1947 tarihli tiyatro oyunundaki en etkileyici karakterdir. ihtiras tramvayında yalnız bir kadın blanche.

    onu bu kadar harikulade ve ilham verici yapan gerçek bir kadın olmasıdır. adının anlamına da uygun olarak sürekli beyazlar içinde dolaşan blanche saflığın, nezaketin, hayalperestliğin, kültürün, zerafetin, ve güzellik sevgisinin temsilcisidir. onu güzel ve gerçek kılan ise ona ve aslında tüm kadınlara yakıştırılan yüceltilen bu özelliklerinin yanında sahtekarlığı, fanteziyi, zayıflığı da içinde barındırmasıdır. stanley'in ondan nefret etmesinin sebebi yalnızca aralarındaki sınıf farkı mıdır?

    aslında o bana, marilyn monroe 'yu hatırlatır. basit bir süs bebeği formunda değerli kılınan zavallı kadınlar, muhtaç oldukları ilgi ve kudreti daha önce deneyimledikleri yoldan alma çabasına düşmüş. zekaları ya da güzellikleri hor görülmeye başladığı zamanda ne yapacaklarını şaşırmışlardır.

    blanche umutsuzluğunu yalanlarla gizlemektedir, (yaşı, şehre geliş sebebi, erkeklerle olan ilişkileri gibi yalanlar). eşcinsel kocasının intiharından kendisini suçlu gördüğünü ise oyunun sonlarına doğru anlarız. o dönemin amerika'sında yalnız bir kadının tek başına ayakta kalması oldukça güçtü. bir hanımefendi asla çalışmaz anlayışı hakimdi. yine bir hanımefendi asla seks arzusu duymaz, seksten zevk almazdı. oysa blanche da çekiciliğini, güzelliğini satışa çıkartmak üzere büyütülmüştü, soylu bir kadının sosyal statüsünü koruyan evlilik kurumu, toplumun ahlak kurallarına aykırı düşecek bir vaziyette son bulmuş ve bu korumadan yoksun kalan ve yaşlanmaya başlayan kadını, savunmasız bırakmıştı. kendini günübirlik ilişkilere bırakan ve yaşadıklarından zevk duyan aristokrat ve yalnız bir kadın da dönemin ahlak kuralları tarafında sorgulanmaya gebedir elbette. diğer taraftan, blanche’ın babası ve büyükbabasının “destansı zinaları” nın hoş görüldüğü oyunda belirtilmiş ve bu çifte standartla karşılaşmak beni tabi ki şaşırtmamıştır.

    beni şaşırtmayan bir başka konu da: 1947 yılında perdesi açılan oyun için eleştirmenlerin blanche’i bir nemfomanyak veya bir fahişe olarak görüp onun stanley ile isteyerek beraber olduğunu söylemeleriydi. bunun bir tecavüz olduğu tam yirmi beş yıl sonra kabul edilmişti.

    hayat hakkında romantik klişelere sahip olan blanche hayalle gerçeği ayıramayan bir deli miydi? yoksa sıkıntılarından kaçmak için kendi sınıfının ritüellerini abartan, kendine ve etrafındakilere yalan söyleyerek dengesini bulmaya çalışan bir insan mıydı. burada blanche'i mağdur durumuna düşürüp haklı çıkarmaya çalıştığım düşünülmesin. çünkü bir çok insanın aksine bu kadını acınası bir zavallıdan daha güçlü buluyorum. daha zeki değil belki ama yansıtıldığından ya da yansıtılmak istenenden daha güçlü...
    yaşadıkları ile başa çıkmak için kendince küçük yalanlar söyleyen, ona her zaman kaba ve nefretle yaklaşan eniştesine karşı kardeşini kışkırtmaya çalışan, arzularından dolayı yalnızlaştırılan ve sonunda stanley'nin sınıfına ait mitch ile evlilik hayallerine düşen bu kadın karakter, hepimiz kadar deli diye düşünüyorum.acımasızca yargılamadan önce hamlelerindeki insaniliği görmek gerek.

    hayır hayır blanche'i sevme nedenim onun üzerinden mağdur edebiyatı yapılmasıyla ilişkili değil. bir karaktere hayranlık duymak için bundan fazlası gerekir. kaldı ki kurban her versiyonda değişebilir.örneğin, oyunu sinemaya uyarlayan ünlü yönetmen elia kazan’ stanley’in tarafını tutar, ona göre stanley hayatını yolunda tutma çabasındadır blanche onun yuvası için bir tehlikelidir, baştan çıkartıcıdır, karı kocanın kavga etmesine yol açacaktır, stanley, kibirli, hasta, yalancı bir kadının evinin düzenini bozmasını engellemek durumundadır." şeklinde bir anlayışla çekmiştir filmini. tüm bunlar gerçek bile olsa tecavüzü meşru gösterecek bir algıyı kabul etmem mümkün değildir. bu hastalıklı kafaların kendilerine ayırdığı payedir. bu, suçunu hafifletmeye çalışan, suçunun bedellerini ödemekten kaçan, işlediği şeyi şuç olmaktan çıkaran baştan sona eril bir zihniyetin ürünüdür.

    blanche dubois ismi fransızca “beyaz orman” anlamına gelmektedir. bir sahnede söylediği “ı do not want realism. ı want magic” sözleri onun hayalperestliğine işaret eder. benim için blanche mükemmel kadın algısından koparılmış gerçek bir kadındır. yeterince zeki değildir, yeterince feminist değildir, yeterince güzel değildir ( 30 yaşında olmasına rağmen dönemin toplumsal algısına göre yaşlı sayılır)yeterince saf değildir, yeterince uysal değildir, yeterince biat eden değildir. blanche'i oldukları ile değil olamadıkları ile yüceltiyorum. yakıştırmalarla süslenmiş haliyle değil zayıflıkları ve zaaflarıyla kabul ediyorum.
  • arzu tramvayı filminde vivien leigh'nin canlandırdığı efsaneleşmiş karakter. ülkemizde tiyatro gösteriminde uzun süre yıldız kenter tarafından başarıyla canlandırılmıştır.
  • arzu tramvayı'nın en hüzünlü karakteri. hatta belki de tennessee williams'ın yazdığı en hüzünlü karakter. ismi "beyaz orman" anlamına gelmesine rağmen beyaz renkteki saflık ve temizlik kendisinde yok. kendini kirli hissettiği için de sürekli yıkanıyor, ama bir türlü temizlenemiyor.
    son zamanlarda suyun altında öylece beklerken aklıma hep blanche geliyor. su üzerimden akıp giderken, hiçbir şey yapmadan beklediğim birkaç dakikada, kirlenen bedenimizi temizlerken aynı suyla ruhumuzu da temizleyebileceğimize inanabilecek kadar aptalca fikirlerimiz olabileceğini düşünüyorum.
hesabın var mı? giriş yap