• pek sıkıcı 24 saattir.
    her an bir davacı bir de davalı gelir. uğraş dur.
    arada tebdili kıyafet padişah damlar.
    millet işi gücü bırakır kızınızda kusur arar. "bakalaım o kadar kusur kadı kızında var mı?" diye kasar.
    tek eğlenceli yanı arada nasrettin diye bir adam gelir, ünlü biriyle kanka olma şansı yakalarsınız, komik komik şeyler yapar, tuhaf sorunları olur ve bunları herkese anlatır.
    yine de sıkıcıdır.
  • kadınına göre değişir elbet ama genel olarak biraz uyku, biraz dedikodu, biraz yemek, biraz iş, biraz alışveriş -düş fiş ve varsa biri seviş üzerine kurutmalı 24 saat. kadın erkek farkı yok gibi pek...
  • stefan zweig'ın çok etkileyici bir uzun öyküsü
    (24 stunden aus dem leben einer frau)
  • satranç kitabı ile geniş kitlelere hitap etmiş stefan zweıg ın pek ehemmiyetli,yusuf atılgan arka planda kalmış etkileyici bir hikayeciğidir. mrs. c 'iin( ki mrs. c in yusuf atılgan 'ın aylak adamı bay c. ile yankınlığı beni düşündürmüştür ) 24 saat içinde coşmasını durulmasını, tutkusunu nefretini , pişmanlığını aşkını kaçışını içine gömülmesini yaşıyor gibi okursunuz
    '... çığlık atabilirdim,( okurken çığlık atmak istediğiniz bir cümle ) öylesine acı veriyordu bu gittikçe daha acımasızca büyüyen derin bir bıçak yarası.yalnızca tutkunun ne demek olduğunu bilmeyen insanalar , nadiren bu tutkuyu tattıklarında , belki de bu kadar çığ gibi ani , kasırgaya benzer tutku patlaması yaşıyorlar : o anda yaşanmamış yıllar , kullanılmamış güçlerin biriken öfkesiyle birlikte insanın göğsüne yumruk gibi iniyor...''
  • bir stefan zweig öyküsü. tutkunun bir kadına neler yaptırabileceğini ve davranışlarımızın her zaman rasyonel sebeplere dayanamayabileceğini anlatmaya çalışıyor zweig. psikoloji ile alakalı kitapları okumayı sevdiğimden, insan ruhunun derinliklerini araştıran öyküler de ilgimi çeker hep. bir kadının yaşamından 24 saat bu açıdan çok etkileyici. psikolojik öykü olduğundan sıkıcı olduğu sanılmasın,aksine çok akıcı ve sonunu merak ettiriyor.

    kitaptan bir cümle,okumak isteyenlere fikir verebilir belki.

    "bir kadının,hayatının bazı anlarında istemeden ve farkında olmadan bazı gizli güçlerin esiri olabileceği gerçeğini reddetmesinin altında; insanın kendi iç güdülerinden,doğasındaki şeytanlıklardan korkmasının yattığını, bazı insanların kendilerini "kolay baştan çıkarılanlar"dan daha güçlü,daha namuslu,daha temiz hissetmekten zevk aldıklarını söyledim."
  • "... ben şahsen bir kadının özgürce ve tutkuyla içgüdülerinin peşine takılmasını, genellikle alışılageldiği üzere, kocasının kollarında onu kapalı gözlerle aldatmasından daha dürüst bulurum." cümlesiyle kahraman anlatıcının kadınları "gerçek kadınlar" ve "fahişe ruhlu kadınlar" olarak ayıran ikiyüzlü anlayışa karşı çıktığı uzun öyküdür.

    iki kızını ve eşini henüz yirmi dört saattir tanıdığı bir erkeğe hissettiği tutkulu bir aşk için terk eden bir kadından hareketle, bir kadının hayatında tutku ve duygu ekseninde gelişen yirmi dört saatin ne demek olabileceğinin etkileyici anlatımı...

    eğer bir kadınsa yaşayan; yaşanan yirmi dört saat, hissedilen bir ömür sürer...
  • böyle kitapları, psikolojik analizleri sevdiğim için ben çok beğendim.şu satırlar da ayrı bir hoşuma gitti..
    -------
    ...neredeyse göğü yararcasına yağan şiddetli yağmura rağmen o zavallı talihsiz adam bankta öylece oturuyor ve hiç kımıldamıyordu bütün oluklardan sular akıyordu kentin bir yanından arabaların gürültüsü geliyordu sağda solda paltolarının yakakalrını kaldırmış insanlar yağmurdan korunmaya çalışıyordu içinde yaşam belirtisi olan her şey korkuyla başını eğiyor kaçıyor ve korunacak bir saçak arıyordu sadece bankın üzerindeki bu kapkara insan yığını kımıldamıyor ve hareket etmiyordu size daha önce de söyledim bu adam her bir duygusunu bir hareket ve jestle anlatabilme gibi gizemli bir güce sahipti; fakat hiçbir şey yeryüzündeki hiçbir şey bir insanın çaresizliğimiz kendisinden böyle tamamen vazgeçtiğini canlı bir ölü haline geldiğini ve hareketsizlik kadar sarsıcı bir şekilde ifade edemez orada öylece hiç kımıldamadan boşanan yağmurun altında oturuyordu ayağa kalkıp birkaç adım ötedeki saçağın altına gidemeyecek kadar kendi bedenini kendi canını umursamayacak kadar yorgundu hiçbir heykeltıraş hiçbir şair ne michelangelo ne de dante umutsuzluğun son noktasını yeryüzünün son felaketini kendini yağmurun şiddetini bırakmış korunmak için tek bir hareket yapamayacak kadar yorgun ve bitkin olan bu canlı gibi insanın içine işleyecek kadar etkileyici bir şekilde tasvir edememiştir.
  • "...size tekrar ediyorum hanımefendi, diye fikrimi savunmayı sürdürdüm, bu durumda kimseyi yargılamak ve kınamak istemem. az önce biraz aşırıya kaçtığımı size rahatlıkla itiraf edebilirim; o zavallı bayan henriette bir kahraman değil elbette, serüven peşinde koşan biri de değil, bir büyük aşık ise hiç değil. cesaretle arzusunun peşine takıldığı için ona bir ölçüde saygı duyuyorum, ancak bugün olmasa bile yarın kesinlikle çok mutsuz olacağı için onun adına üzülüyorum. kendisini tanıdığım kadarıyla sıradan, zayıf bir kadınmış gibi geliyor bana. yaptığı belki aptalca, fazlasıyla acele etmiş olduğu da kuşku götürmez, ama asla alçak ve adi biri değil, bu zavallı ve mutsuz kadını küçümseme hakkını kendinde gören herkese her zaman karşı çıkarım."

    zweig okurken bi bakarsınız sonuna gelmişsiniz, bu hikayede de aynı şey yaşanıyor.
    empati ve ahlaklı duruş nedir sorusunun cevabı çarpıcı bir şekilde önünüzde.
  • hikayeyi okuduktan sonra zweig'e şaşkınlık ve hayranlık duydum. bir kadının sahip olduğu erdemleri öteleyip bir erkeğe bakışı, bir yabancıya cesareti, kazanma hırsıyla dolu bir genci dizginleyişi hatta dişi merhameti ancak bu kadar zarif anlatılabilir. kime ait olduğunu bilmeden okuyan biri öykünün, bu tutkuyu hisseden bir kadın tarafından yaratıldığını sanır.
hesabın var mı? giriş yap