• modern zaman kahramanı fransız denizci, yazar.. kendisini bir efsane haline getiren olay 1968 yılında gerçekleştirilen sunday times golden globe race adındaki dünya çevresini karaya hiç uğramadan en kısa sürede dolaşma hedefli ilk yat yarışı sırasında meydana gelmiştir.. bernard abimiz yarışın yedinci ayında en yakın rakibine % 77'lik bir zaman farkı atmış ve kazanmak üzereyken, "je m'en fous bilader!" diyerek yarışı, erişebileceği dünya rekorunu ve bu rekorun getireceği büyük şöhreti terk etmiştir.. yarışı terk etme kararını verdiği mesajını bir konserve kutusu içerisine koymuş, kutuyu da cape town civarında bir geminin güvertesine sapanla fırlatmıştır.. o mesajda yazan ve tüm dünyayı şoke eden gerekçesi şudur moitessier'in:

    "amacım yolculuğa (!) bir süre daha, hala hiç durmaksızın, güneşin ve huzurun avrupadakinden daha fazla olduğu pasifik adalarına doğru devam etmektir. lütfen bir rekor kırmayı denediğimi düşünmeyin. 'rekor' son derece aptalca bir kelimedir denizde. yolculuğuma hiç durmadan devam ediyorum çünkü ben denizde mutluyum ve muhtemelen de ruhumu kurtarmak niyetindeyim."

    kaynaklara göre yarış bitiminde plymouth limanından fransaya kadar kendisine fransız donanmasından gemilerin eşlik edeceği ve sonunda légion d'honneurünün göğsüne iliştirileceği bir karşılama töreni bile hazırlanmaktadır bu kararı verdiği sıralarda.. kazanırsa kendisine gösterilecek boğucu ilginin gayet farkında olan moitessier bu tür kutlamaları, sonraları tüm bu ruhani aydınlanma deneyimini anlattığı bir denizcilik edebiyatı klasiği olan kitabı the long voyage'da yazdığı gibi, "maddeci dünyanın mide bulandırıcı gelenekleri" olarak adlandırmıştır.. abimiz polinezya civarlarında tek başına üç ay kadar daha 'takıldıktan' sonra tahiti'ye ayak basmış ve bu süre içerisinde dünyayı bir buçuk kez dolaşmıştır.. hulasa, bir zamanlar böyle insanlar da yaşadı zavallı dünyamızda..
  • fransız denizci moitessier, 1968 yılında ilk kez yapılan, dünya etrafında durmadan, tek başına yapılan yelken yarışı golden globe'un dokuz katılımcısından biridir. yarışı kazanma olasılığı fazlaydı. ama moitessier, kuzeye dönüp ingiltere'deki bitiş noktasına gitmektense, yarıştan vazgeçip doğuya doğru gitmeye devam etti. dünya etrafında çoğunluğu güney okyanusu'nda olmak üzere bir buçuk defadan fazla döndükten sonra, tahiti'ye vardı. yarışı bırakmasının sebeplerinin içinde medeniyetin karmaşasına dönmemek, teknesindeki barış dolu yalnızlıktan çıkmayı istememesi vardı (ne güzel sebeplerdi), denize açılmak ruhunu kurtarmaktı onun için. bu yolculuğu anlattığı la longue route; seul entre mers et ciels adlı kitabı vardır. naviga yayınları tarafından uzun yol ismiyle basılmıştır. ayrıca teknesi joshua ile önemli denizcilik yöntemleri geliştirmiştir.
  • ününü radikal bir kararına ve düşüncelerine borçlu, fransız bir denizci, yazar, filozof.

    1925'te vietnam'da doğan moitessier, çocukluğundan itibaren sürekli denizle içli dışlı olmuş, mercanlar ve atoller arasında yolculuklar yapmış, ufak ve emniyetsiz teknelerle adalardan adalara seyir etmiş bir denizciyken marie therese isimli teknesiyle vietnam'ı terk edip bu seyirlerini hint okyanusu'na taşımış ve karinasını aşındırmıştır. 1960 yılında yayınladığı un vagabond des mers du sud ve ardından 1967'de yayınladığı cap horn à la voile; 14216 milles sans escale gibi eserlerinin sonrasında asıl tanınırlığı 1968 yılında başlayan macerasını anlattığı la longue route; seul entre mers et ciels isimli (türkçesi naviga yayınları tarafından "uzun yol*" ismiyle şubat 2013'te basıldı) kitabıyla gerçekleşti.

    ilk defa sunday times tarafından düzenlenen 1968 tarihli golden globe yarışı için istemeye istemeye başvurdu. yarışa tanıdığı birkaç kişiyle beraber katıldı ve ardından teknesi joshua ile beraber yarışa başladı. civadrası ile beraber 14,12 m, civadrasız haliyle ise 12,07 m olan teknesinde geleneksel seyir yöntemlerini kullanarak (rasat, kerteriz gibi navigasyonel yöntemler) tek başına tüm dünyayı dolaşmaya başladı. plymouth'tan yola çıktı ve ümit burnu'na yöneldi. sonrasında sırasıyla doğuya doğru devam ederek hint okyanusu, pasifik okyanusu'nu geride bıraktı. denizciler için oldukça çetin şartlara ev sahipliği yapan cape horn'u da dümen suyunda bıraktı ve atlantik geçişini yaparak güney afrika kıyılarına geldi. en yakın rakibi robin knox johnston'u süre bazında oldukça geride bırakan ve yarışta birinci olduğu gözüyle bakılan bernard, bu esnada, uzun yol isimli kitabında da okuduğumuz üzere, denizle arasında bir yarıştan daha fazla bağ bulunduğundan dolayı sapan yardımıyla yanından geçen bir tekneye mesaj fırlattı ve ruhuna böylesinin daha iyi geleceğini söyleyerek yarıştan ayrıldığını bildirdi. sonrasında tekrar ümit burnu üzerinden hint okyanusu'na geçiş yaptı ve bir süre daha teknesiyle seyahat ettikten sonra, türlü badireleri atlatan moitessier tahiti'ye yerleşti. 1971 yılında da tüm bu maceralarını uzun yol isimli kitabında yayınladı. 1994 yılında ömrünü tamamladı. fransa'daki le bono'ya gömüldü. mezarının başında onun anılarını yaşatmak amacıyla -genelde sapan olmak üzere- birkaç eşya bırakılmış vaziyette.

    tüm eserleri;
    un vagabond des mers du sud (1960)
    cap horn à la voile; 14216 milles sans escale (1967)
    la longue route; seul entre mers et ciels (1971) - uzun yol: denizlerle gökler arasında, tek başına, naviga yayınları, 1. baskı 2013 / şubat
    tamata et l'alliance (1993)
    voile, mers lointaines, ıles et lagons (1995) - öldükten sonra yayınlandı

    türkçeye çevrilen uzun yol isimli kıtabından benim dikkatimi çeken bazı cümlelerse şöyle;
    --- spoiler ---

    "insanlara alışmış bir martıya neden arada bir açık denizlerde kaybolma ihtiyacı hissettiği sorulmaz. o gider, işte o kadar, güneşin ışığı kadar basit, göğün mavisi kadar normal."

    "sahilden 1000 mil açıkta bu yavaş ve muhtemelen savunmasız balıkların yazgılarının gelen geçen bir düşmanın elinde olabildiğine şaşırmıştım. tabiatın her yerinde neden böyle bir eşitsizlik var; mesela "dorado ve köpekbalığı tetrodonları yiyebiliyor da onlar bu beladan kurtulmak için neden bir şey yapamıyorlar?" diye kendi kendime soruyorum. hele balinalar? her lokmada yarım ton canı yutmak için görmelerine bile gerek yok. neye yarıyor bütün bunlar? yine de mutlaka bir şeye yarıyor."

    "desteyi kader karıştırır ama oyunu biz oynarız."

    "henry'le ben çetin bir meseleyi halletmemiz gerektiği zaman üstünde hiç konuşmazdık. "baksana, bir fikrim var, şuna ne dersin?" demek yasaktı. yasaktı çünkü o şeyin yeterince olgunlaşmamış, ileri sürülen fikrin detaylarında ilerlenmemiş olması karşı tarafa kendi fikrini olgunlaştırmasında zaman kaybettirirdi. ve yalnız o günün akşamında ya da ertesi sabah bulunan çözümleri karşılaştırırdık. ortalık detaylarla aşılmış, hiç denemeye yanılmaya gerek kalmadan, en kısa yoldan işimize başlamaya kalırdı."

    "hiçbir şey için acele etmemek, zorlamamak...
    ...tabiattan daha hızlı gitmeyi istemekle her şey berbat edilebilir."

    "kuzgunlar verdiğim yiyeceklerle artık ilgilenmiyorlar ama ufak bir neşe titremesiyle cevap veriyorlar. benim çağrımı hatırladıklarını gösteren, kanatlarıyla yaptıkları bu hareketi sevdim... <<sen bizim dostumuzsun... sen bizim dostumuzsun... ama biz hep günle geceyi ararız... bırak bizi kuzgunluğumuzu yapalım... sen bizim dostumuzsun... bırak hep günle geceyi arayalım.>>"

    "horn'a kadar sonsuzluktan, temiz havadan, yıldızlardan, bulutlardan ve de en derin anlamıyla özgürlükten yaratılmış küçük kırmızı-beyaz gezegenim, teknemden başka bir şeye bakmak yok. ve merhametsiz şehirlerini, yüzsüz kalabalıklarını, manasız varolma ritmine olan açlığı ile karayı tamamen unutmak... orada bir tüccar, reklam panoları daha iyi görünebilsin diye yıldızları söndürebilseydi belki de buna bile kalkışırdı."

    "ne neşeli ne de hüzünlüyüm. tamamen gergin ya da tamamen gevşemiş de değilim. sanki yıldızlara bakarak sorular soran ve bunlara cevap verecek kadar olgunlaşmamış bir adamın durumu gibi. neden olduğunu bilmeden bir gün neşeli, bir gün hafifçe üzüntülü... biraz ufka benziyor. gökle denizin birleştiği çizgi net bir şekilde görülebilir, ona doğru hep gidilebilir ama o hep aynı uzaklıkta ve ulaşılamaz. her şeye rağmen tek geçerli şeyin gidilen yol olduğu insanın en derininde bilinmesidir."

    "bu kadar uzaktan o kokuları duymanın mümkün olmadığını biliyorum ama kokuların da ötesini görmek için onları aramaya ihtiyacım var."

    "düşünmemek, hiçbir şey yapmamak; hiçbir karar almamak ve halletmesi için her şeyi zamana bırakmak."

    "peki nedir bu dünya turu, ufuk çizgisi sonsuz olduğuna göre? dünya turu dünyanın öbür ucundan da uzak. hayat kadar uzak. belki daha da uzak. sezinlemeye çalışıldığında insanın başı döner!"

    "gerçek nerede...
    ...peki benim gerçeğim hangisi?"

    "bunca zaman sonra buraların, denizin nasıl olduğunu onlara anlatmalıyım. neredeyse hiçbir şeyin anımsanmadığı bunca zaman... geçerli olan da bu; hiçbir şeyin hatırlanmadığından geriye kalan..."

    "pasifik'e devam etme ihtiyacımı onlara nasıl anlatacağımı bilmiyorum. anlamayacaklar da. haklı olduğumu biliyorum, hem de en derinden hissediyorum. tam olarak nereye gittiğimi biliyorum, bilmesem bile! bunu nasıl kavrayabilecekler? halbuki çok da basit... ama kelimelerle izah edilemiyor; uğraşmak da tamamiyle gereksiz zaten."

    "insan bir gün gebersin, onların umrunda değil. yeter ki kepçeyle betonyer gebermesin."

    "onların gücü de bu zaten: evrak, kağıtlar. kanun, hukuk, hak. her şeyi yıkıp dökme hakkı."

    --- spoiler ---
  • bordaya vuran dalgaların mırıltısı

    adam bunu dünyanın en tehlikeli denizlerinde tek başına yelken yaparken yazmıştır. (bkz: uzun yol / la longue route / the long way)

    şöyle izah etmeye çalışayım; dünyanın saygın denizcileri bu enlemler için şöyle tabirler kullanırlar:

    40. enlemler: kükreyen kırklar
    50. enlemler: öfkeli elliler
    60. enlemler: çığlık atan altmışlar
    moitessier reis: dalgaların mırıltısı
hesabın var mı? giriş yap