• kierkegaard'in ilgili kitabi icin (bkz: korku ve titreme)
  • ilk 40-50 sayfası "hakikaten ya!" ile akıp giden ondan sonra aynı kavramların aşırı tekrarı ile kısır bir döngüye giren søren baba kitabı.
    (bkz: kaygı kavramı)
  • okurken o kadar zorlandım o kadar zorlandım ki... dili aşırı derecede ağır. okumak isteyen kişinin felsefe öğrencisi olması gerektiği kanaatine vardım. veya yanında büyük türkçe sözlük bulundurarak ve bir yabancı dil çalışırken okunan bir metni nasıl okuyorsak o şekilde bütün cümleleri ince ince çözerek okunmalıdır.* inanın okuduğumdan çok az şey anladım.

    büyük beklentilerle alıp okumaya başladım bu kitabı. kierkegaard hakkında epey video izleyip yazılar okudum, podcastler dinledim. gerçekten de en etkili filozoflardan biridir. kitaptan anladığım tek şey de zaten kierkegaard'ın duru bir zihni, dile muhteşem bir hakimiyetinin ve akıcı bir şekilde uzuuuuun uzun düşünebilme yeteneğinin olduğuydu. yalnızca birkaç sayfa not alabildim, o kadar.

    kitapla ilgili en çok canımı sıkan olay şu: kaygı kavramını inceleyebilmek için o kadar derine ve o kadar uzaklara gitmiş ki filozof, kaygı kavramını, yani bildiğimiz düz kaygı kavramını ele aldığını görebilmek için kitabı bütün dikkatimle tam bir ayda okudum.* nitekim sonuna geldiğimde, tam olarak beklediğim "kaygı kavramı"na biraz değinmiş. anlayamadığım o kadar fazla hususu o kadar uzunca ve derinlemesine anlatmış... neyse işte, benim açımdan çok büyük bir zaman, efor ve motivasyon israfı oldu. tekrar ediyorum - "benim açımdan". siz farklı düşünebilirsiniz, farklı bir şekilde deneyimleyebilirsiniz. ki böyle olmasını da umarım.

    okuyacak arkadaşlara diyebileceğim en önemli şey ise şu: sorun tamamen bende olabilir. belki de okumamam gereken bir kitaptı; belki de daha çok fırın ekmek yemem gerekti bu kitabı okumam için.

    (bkz: soren kierkegaard)
  • "ben" (selv) terimi açıklığa kavuşturulmadığı sürece günahkarlığın bencillik olduğunu söylemek de bir işe yaramaz. "ben" terimi tam olarak, tümeli tekil olarak vazetme çelişkisini imler. bencillikten ancak tekil kavram ortaya konduğunda konuşabiliriz. şimdiye dek sayısız "ben" yaşamış olduğu halde, hiçbir bilim yeni baştan genel bir tanım vermek dışında bu terimi açıklayamaz. hayatın mucizesi de buradadır : kendisi üzerine düşünen herkes hiçbir bilimin erişemeyeceği bilgiye sahip olur, çünkü kim olduğunu bilmektedir. idealizmin hafif yaklaşımı yüzünden uzun süredir alman felsefesinde "saf ben bilinci" olarak anlaşılan yunanca deyişin (kendini bil) derinliği de burada yatar. yunanlılar hıristiyanlığın varsayımlarına sahip olsalardı bunu nasıl anlatırlardı diye düşünmek gerekir.

    (bkz: soren kierkegaard)
hesabın var mı? giriş yap