*

  • esasen adi politique des auteurs olup, bir kuramdan ziyade yaklasimdir. ingilizceye cevirilirken* 'theory' olarak buluvermistir kendisini. bu konudaki en kapsamli derleme icin john caughie'nin editorlugunu yaptigi theories of authorship kitabi tavsiye edilir.
  • auteur basliginda da sinemadaki auteur den sikca bahsedilmesine ragmen bir nokta atlaniyor gibi geliyor bana. auteur teori oncelikle su anda film calismalarinda cok kullanilan bir teori degildir. baska dinamiklere de dikkat edilir. amma ve lakin illa kullanilacaksa "auteur oldugunu nasil anliyoruz yonetmenin" sorusunun cevabi onemlidir. bu teorinin cahiers du cinema yazarlari tarafindan studyo sistemi icinde calisan yonetmenlerin filmlerinin ayird edici ozellilerini anlamak icin ortaya atildigi unutulmamali. yoksa bagimsiz sinemada boyle bir auteur arayisina gerek yok, zaten yonetmen otoritesini koyabiliyor filmin yapim asamasina. studyonun filmin her asamasinda soz sahibi olmasi bazi cok ozel yonetmenlerin ayrilmasi gerektigi dusuncesini dogurmus -ya da bu ayirici ozelliklerin farkinda olunmasi gerektigini- ve auteur teori dogmustur. howard hawks, alfred hitchcock gibi yonetmenlerin filmlerine bakarak auteur'u, bilin bakalim nerde aramislardir? mise en scene de. studyonun karismadigi tek seyde. isik, kamera kullanimi vs. gibi faktorler yonetmenin imzasi olarak gorulmus ve auteur teori bu imzayi tespit etmeye calismistir. bu bakimdan auteur teorisi cool, super, acaip entel yonetmen tespitinde degil herseye ragmen imzasini atmayi becerebilen yonetmen tespitinde kullanilir. ha sonradan dallanip budaklanmistir ayridir.
    ek: tramell de cok haklidir, bir teoriden cok yaklasimdir. atla deve degildir.
  • şükran esen'in "sinemamızda bir auteur: ömer kavur" isimli kitabında yararlandığı kuramdır. şükran esen eserinde hem kurama doyurucu bir giriş sağlamaktadır, hem de ömer kavur'u yönetmenin filmlerinin ayrıntılı bir analizi ile kuramın ışığında değerlendirmektedir.
  • auteur adlı başlığa yazdım buraya da yazayım.
    " daha evvel auteur kabul edilenler filmlerin senaryo yazarlarıydı ve bu edebiyattan gelme bir gelenekti.jenerikte yönetmenlerin ismi en son çıkardı.ford ya da capra gibiler hariç.ama bu onlar aynı zamanda yapımcı da oldukları için böyleydi.fakat biz, hayır mizansen filmin temeli ve gerçek yaratıcılığıdır. hitchcock, balzac ünvanında bir auteur'dur dedik.buradan yola çıkarak bir kuram geliştirdik ve bu da en zayıf olduğu zaman auteur'u desteklemek anlamına geliyordu.bir auteur'un kötü bir filmini,auteur olmayan birinin iyi bir filmine tercih ediyorduk.ve sonra kavram bozuldu, auteur kültürüne dönüştü.sonuçta herkes auteur oldu ve dekoratörün bile dekora çaktığı çiviler için böyle tanımlanmak istemesine ramak kaldı.terimin hiçbir anlamı kalmadı.bugün auteur'lerce yapılan çok az film var.çok fazla insan yapamayacakları kapasitelerinin üstünde işlerle uğraşıyor.yetenekler özgünlükler hala hemen anlaşılıyor fakat artık sistem kalmadı, geniş ve bataklıklı bir hale geldi.auteur kuramını ortaya attığımız zaman,bu kelimeye imtiyaz tanıyarak hata yaptık.kuram kelimesini öne çıkartmamız gerekirdi.çünkü bu kavramın gerçek amacı mizanseni kimin yaptığını ispat etmek değil,daha ziyade mizanseni neyin oluşturduğunu açıklamaktı. "
    (bkz: ünlü yönetmenlerden sinema dersleri)
  • esasında la politique des auteurs françois truffaut'nun yoktan var ettigi bir yaklasım degildir. amerikali elestirmen frank woods , italyan sair ricciotto canudo ve fransız sinemacı louis delluc daha evvel bir sanat eseri olan filmin, sanatçısının da yonetmeni oldugu fikrini ortaya atmıslardır.

    yine de ilk kez truffaut'nun 1954'te cahiers du cinéma'da yayınlanan une certaine tendance du cinéma français makalesiyle parlatılmıstır bu yaklasım. bu makalede fransız senaristler jean aurenche ve pierre bost'un nasıl cinliklerle uyarladık dedikleri edebiyat eserlerini kafalarına gore degistirdiklerini, eserin yeni "auteur"u olduklarını anlatır. zira filmi yoneten yonetmen de verileni çeken bir cadreur olmaktan oteye gidemez.

    bundan bir sene sonra, yani 1955'teki ali baba et la "politique des auteurs" makalesini yayinlar truffaut ve yonetmenin auteur olabilecegini iddia eder. ali baba et quarante voleurs filminin yonetmeni jacques becker'in bir ekip çalısmasıyla filmi çekmesi ve senaryoyu yine kalabalık bir ekiple yazmasına ragmen nasıl eserin tek hakim sahibi olabildigini açiklamaya çalisir. bu bir film d'auteur'dur. auteur stilini filmden filime gelistirmektedir der.

    60'ların ortasında bu yaklasim amerika'da bir teori olarak kabul edilir. sinema okullarında falan okutulur. andrew sarris 1962'de film culture dergisinde yayınladıgı notes on the auteur theory makalesinde yaklasimi uç basamakli teorilestirir. buna gore iyi bir auteur:
    1. iyi bir zanaatkar olmali (teknik çok muhim)
    2.ayirdedilebilir bir kimligi olmali (distinguishable personnality diyor sarris dogru çeviremiyor olabilirim, kusura bakmayın) yalniz belirtmeliyim ki bu noktada abartir george cukor ingmar bergman'dan daha abstract bir stile sahip der, joseph l mankiewicz ve billy wilder'la douglas sirk ve otto preminger karsilastirmasi var bir de of ki of. )
    3. interior meaning'le ilgili olmali. burada sarris truffaut'nun dedigi yonetmenin setteki mizacina atifta bulunur. astruc'un mise-en-scène tanımına yakın bir kıstastir bu ama pek de degildir, yonetmenin dunya gorusu ile de tam olarak açıklanamaz... çok karısık, çunku sarris de bunu pek iyi açıklayamadıgını dusunmus, muglak kaldıgı konusunda emin olmustur. yonetmenin kisiligi ve uzerinde çalıstıgı materyel arasındaki gerilim olarak tanimlar.

    fransiz yeni dalgacilar amerikan sinemasına ve teknigine oyle oykunur oyle oykunurler ki, yere gore sigdiramazlar, abarttikça abartirlar. sarris de buna katkıda bulunmus avrupali yonetmenleri ve senarist-yonetmen olan amerikalilari adeta hakir gorup, hollywood sisteminin adeta kolesi olan amerikali yonetmenleri(ki hepsi sanatçidır kendi çapinda) goklere çıkarir. pauline kael de buna sinir olup, teori denileni yerin dibine batirmak için uzun circles and squares makalesini kaleme alır. bu makale de 1963'te film quarterly'de yayinlanmistir.

    zavalli sarris de `toward a theory of film history`'de kael'e cevap vermeye çalısmıstır. teorinin, sosyolojik elestirel yaklasima tepki olarak dogdugunu, film elestirisine sosyolojik açıdan yaklasan elestirmenlerin sordugu "ne" sorusunu "nasıl"la degistirmeye çalıstıklarını anlatır.

    kesinlikle kafa karıstırıcı. bu konuda çıkmıs iki basucu kitabi: la politique des auteurs : les textes ve la politique des auteurs : les entretiens
    yine antoine de baecque'in la cinéphilie kitabını tavsiye ederim naçizane.
  • yonetmenin yarı tanrı gibi goruldugu bir yaklasımdır.

    bu yaklasım konusunda birkaç ozlu soz paylasalım:

    alfred hitchcock der ki: « in feature films the director is god; in documentary films god is the director.»

    frank capra'da der ki: « one man, one film! ı believed that one man should make the film, and ı believed the director should be that man. ı just couldn't accept art as a committee. ı could only accept art as an extension of an individual. one man’s ideas should prevail."

    "la politique des auteurs" yaklasımını parlatmıs françois truffaut da der ki: "il n’y a pas de bons ou mauvais films, mais seulement les bons et mauvais metteurs en scène" * *. truffaut bu lafı tabii jean giraudoux'nun "il n’y a pas d’œuvres, il n’y a que des auteurs*" lafından esinlenerek soylemistir.

    peki bu soz size hemen neyi hatırlattı? ernst hans josef gombrich'in the story of art girisinde soyledigi "there really is no such thing as art. there are only artists."'i degil mi?
  • auteur kuramı yönetmenin kutsallığını vurgular. yönetmen yaratıcı zihniyle film çekerse başarılı olur. fakat yönetmenin dışında farklı insanlar filme dokunup değiştiriyorsa (bkz: ed wood) film o kadar başarısız olur. auteur kuramı da yönetmenin filmi çekmesini ister. sinema tarihinde çok az kavram bu kadar önemli ya da tartışmalı olmuştur.
  • bugünlerde çok farklı bir anlam almıştır. üstteki fitfit'in 2006'da yazdığı entry'e sonuna kadar katılıyorum.

    nuri bilge'ye auteur diyenler, aslında kitap auteur'ü gibi bir yaratıcıdan bahsediyorlar. fakat auteur teorinin çıkış amacı senaryoyu kendisi yazmayan, yapımcılığını kendi yapmayan amerikan sinema sistemindeki bazı yönetmenlerin "tüm bunlara rağmen" kendi üsluplarını filme aktardıklarını savunur. tim burton senaryo yazmaz, ama filmlerini bir şekilde (mizansen) anlarız. auteur teorinin çıkış noktası budur.

    böyle düşünürsek türk sinemasında auteur olan kişi nuri bilge, demirkubuz falan değil; bkm filmi çekip kendi üslubunu ona yedirebilen kişidir. (mesela ozan açıktan'ı severim ama kendi üslubu bkm ile yaptığı filmlere geçmedi diye düşünüyorum)
  • sinemanın kendi tanrılarını yaratması. spotların tek bir kişiye dönerek filmin başarısının tek bir kişiye atfedilmesi.
    zincir en zayıf halkası kadar kuvvetlidir sözüne inananlardanım. bu iş ekip işi. ama şöyle ilginç bir durum da var, sinemanın tanrısı gibi görülen bu yönetmenler ışık, ses, görüntü gibi hemen her alana hakimler. işleri imzalarını taşıyor.
hesabın var mı? giriş yap