• kıbrıs'lı iş adamı, polly peck şirketinin başı. güneş, günaydın gazetelerinin bir zamanlar sahibi, vestel'in kurucusu, zimmetine para geçirmek suçundan yıllardır aranan bir garip zengin adam.
  • (bkz: ayşegül tecimer)'in kocası.
  • 80li yılların sonunda dünyanin en zengin 10 kişisinden biriydi.
  • (bkz: noble air)
  • - burnu estetikli mi ne?
  • sahip çıkılmayan zenginlerimizden biri idi. mal varlığına ingiltere tarafından el konulmutur. şu anda yurt dışında arandığından dolayı kktc'de ikamet etmektedir. evi ise laptadadır
  • ayşegül tecimer'in eski kocası. burnu kokainden dolayı eridiğinden ameliyatlıdır.
  • annan planı oylanmadan 10 gün önce yılların pişmanlığından sıyrılmak istercesine sahibi olduğu kıbrıs tv'de yayınlanan röportajda aşağıdaki söylemlerde bulunmuş işadamıdır ;

    " süleyman ergüçlü: "iyi akşamlar değerli izleyiciler. bu akşam huzurlarınıza çok özel bir platform programıyla geliyoruz. bu akşam çok özel bir konuğumuz var. hepinizin yakından tanıdığı, tanınmış işadamı sayın asil nadir: sayın nadir bildiğiniz gibi kibris medya grubu'nun yönetim kurulu başkanı. sayın nadir'le uzun süreden beri mülakat yapmak istiyorduk. bugüne kısmet oldu. şimdi arkadaşlarımızın hazırladığı bir klip var, bunu birlikte izleyelim ve sohbetimize devam edelim....

    ülkemizin içinde bulunduğu durumu yansıtan kısa bir klip gösterdik. sayın nadir, görüyorsunuz bugün içinde bulunduğumuz durumu. sizin, kıbrıslı türklerin ülkelerinde mutlu, refah içinde yaşamalarına verdiğiniz önemi hepimiz biliyoruz. yurtdışına göç etmek zorunda kalan yurttaşlarımızın durumu sizleri her zaman rahatsız etmiştir. bu nedenle ülkemizde büyük yatırımlar yaptınız. bugün içinde bulunduğumuz durum ortada. bu konuda neler düşünüyorsunuz ve bu mülakatı bize vermek için neden bugünü seçtiniz?"

    asil nadir: "teşekkür ederim süleyman bey. bu klip için de çok teşekkürler. seyrederken beni nasıl duyguların sardığını söylememde yarar var. bizler, kendimden, buranın yöneticilerinden, cumhurbaşkanından ve herkesten, buranın arzu edilen ortama girebilmesi için mesul olan herkesten bahsediyorum.

    bu kadar yıl bu gayretlerden sonra insanı perişan edebilecek bu manzaraları görmek, bu manzaraların insanı ne kadar müteessir ettiğini söylemek herhalde boş şeyler değil. oturup düşünüyorum da bu kadar yıllık bu mücadeleler, bütün dünyayı dolaşırken hep aklımda kıbrıs, türkiye, buranın halkı... bu halkın artık layık olduğu refah, onurlu yaşam... bu yılların içinde bütün bunlarla boğuştuktan sonra geldiğimiz nokta buysa, herhalde çok üzücü bir noktaya geldik sayılır.

    neden şimdi diyorsunuz da insan 'bu manzaraları mı görecekti' diye hayıflanıyor, üzülüyor ama üzülmenin, sıkıntılara düşmenin alemi yok. çünkü oturup bunun analizini doğru dürüst yapıp bunun üstesinden artık gelmek lazım.

    bakıyorum epeyidir herhalde 2 seneye yakın bir müddet, gidişatın ne kadar kötüye gittiğinin farkındaydım. inanılmaz bir sevecenlikle, sempatiyle bu ülkedeki yönetimden mesul olan kişilere, bu gidişatın doğru olmadığını, insanlarımızı kaybettiğimizi, insanların bedbaht olduğunu klipte gördünüz.

    o acı dolu yüz ifadeleri, mükafatımız bu olmamalıydı. bütün bu ikazlar bir yöndeydi, ne olursa olsun bu çözümsüzlüğün zararlarını, sıkıntılarını hepimiz çektik. herhalde dış dünyada, 80-90 yılları arasında bu ülkenin ekonomisi, insanı, beni ne kadar ilgilendirdiği, ne kadar gayretler sarf ettiğimizi hatırlıyorum. ama bunun akabinde ikazlarımız şu yöndeydi.

    "gelin bu ülkeyi kalkındıralım"

    ne olursa olsun bir çözüme gidilirken bu ülke insanının layık olduğu her şeyi, onlara vermeye çaba gösterirken, gelin dedim bu ülkeyi kalkındıralım.

    80-90 yılları arasında 2 bin mil öteden dahi, belki bulunduğum yer 2 bin mil ötedeydi ama bütün kalbim, hislerim, kafam daima kıbrıs insanındaydı, kıbrıs türkü'ndeydi, kıbrıs'taydı. dıştaki her başarımızda acaba bu başarıdan ne kadarını kıbrıs'a aktarabilirim, insanım bundan ne kadar yararlanabilir, o arzu ettiğimiz refah düzeyine, onurlu insan gibi yaşamaya ne kadar süratle girebilir diye, hep bunların hayalleriyle yaşadım.

    tabii o dönem geçti, 89 sonu 90 yılında, bunu, yöneticilerimiz, türkiye cumhuriyeti, türkiye dışişleri, sayın cumhurbaşkanım çok iyi bilir. bizlere gelen kıbrıs'ın birleştirilmesi, ama bizlere zarar verecek bir şekilde birleştirilmesi teklifini benim 89-90'da refüze etmemden sonra bize yapılan hücumları ve bu hücumların akabinde ülkemize, ülke insanına, bizlere, bizler mühim değiliz tabii ki bu konuda bizler ne olursa olsun sonunda kalkınırız ama ülke insanına verilen zararı hepiniz biliyorsunuz.

    bütün bunlar geçtikten sonra şu anda önümüze muayyen çözüm tabloları gelince, bunlar da çok daha rahat bir şekilde, daha salim bir kafayla karar verebilmek için 2 seneden beri çok ciddi ikazlarım oldu, yönetimden bahsediyorum.

    bu ikazlar, gelin süratle bu ülkeyi kalkındıralım, kıbrıs türk halkı yok olmakla karşı karşıyadır. yok oluyor. bu yok oluşun durdurulması gerektiğini inanılmaz bir gayretle gereken tüm mercilere anlatmaya çalıştım.

    "maalesef muvaffak olamadım"

    maalesef maalesef muvaffak olamadım. çünkü her konuda gösterdikleri beceriksizliği, gayri hassas davranışı, anlama sorunlarını bu konuda da yaşadılar. ve nihayet işte klipte gördüğünüz gibi acı dolu insanlarımızı yıllardır, düşman, kan, her türlü kötü manzaraları çizdiğimiz komşumuza o ifadelerle onları çalışmaya gönderme konusunda hiçbir sıkıntı duymadılar mı, bir utanç duymadılar mı, bunu düşünüyorum ama düşünmenin de bana hiçbir yararı olmuyor.

    bakıyorum, kıbrıs türkü'nün çocukluğumdan beri hatırladığım bir sosyal dokusu vardı. bu sosyal doku neydi biliyor musunuz, aile bağları, çocuk sevgisi, çocukların istikbali, nerdeyse komşuya saygı, doğru dürüst komşu ilişkileri, bir sürü doğru değerlerden bahsediyorum, sadece mal-mülkten bahsetmiyorum.

    bu sosyal dokusu kıbrıslı türk'ün en çok iftihar ettiğim bir yönüydü. şimdi bakıyorum, bu bahsettiğim en büyük değerleri ihtiva eden bu sosyal dokunun, bu beceriden yoksun yönetimin tutumlarından dolayı paramparça olduğunu görüyorum.

    peki, insan, devlet, bütün bu şeylerin içinde, herhalde devlet unsuru içinde insanın varlığı, insanın ehemmiyeti, insanın değeri esastır. tüm bu esaslar yok olduktan sonra devlet konusuna geleceğim. insanlarımızın şu andaki durumlarına bakıyorum. ekonomik konumda şu anda sizlerle bu sohbeti yaparken, oturup hepiniz kendi kendinize düşünün.

    sarf ettiğiniz tüm gayretlere, tüm fedakarlıklara rağmen ekonomik konumunuzdaki gelişme nedir? yoksa bütün bu gayrete rağmen çok mu kötü konumdasınız. buna sizler karar verin.

    her onurlu, müşfik ana-babanın arzu ettiği gibi çocuklarınıza gereken bir istikbali, gereken bir yaşamı bütün gayretinize rağmen diyorum sağlayabiliyor musunuz, yoksa gene yönetimin yarattığı bu tutumdan dolayı kendinizi aciz, yapamaz bir konumda mı hissediyorsunuz.

    "bunun acısını çok iyi bilirim"

    bunun nasıl bir acı olduğunu ben çok iyi bilirim. tabii, ekonomik konulardan bahsediyorum. bunları sohbetin daha ileri safhalarında açmak isteyeceğim. yalnız bir şeyi burada inanılmaz bir müşahede etme potansiyelim oldu, vaktim oldu. keşke, bu aranızdan çıkan, sizlerin iyiliğinden, gelişmesinden, varlığından başka bir şey düşünmeyen, dışta edindiği bu becerilere keşke buradaki yönetimden, muayyen konularda acaba bize yardım edebilir misiniz diye bir teklif geleydi. yıllarca bunu bekledim. ama hayır. çünkü onlar en iyisini bilirlerdi. ve onların bildiği bu en iyilerin, bizleri, insanımızı ne hale soktuğunu birlikte müşahede ettik, birlikte yıllar içinde takip ettik.

    "oturup düşünüyorum da"

    ve insan diyor ki allahım diyorum, geçmişte bazı konularda ülkenin varlığı için konulardı o zamanki konular, bu yıllar evvelden bahsediyorum, bu yönetimdeki arkadaşlarımıza, yönetime gelebilmeleri için inanılmaz gayretler sarf ettiğimi hatırlıyorum. şimdi oturuyor, düşünüyorum da bu adamları bu pozisyona getirip halka hizmet etmekten başka hiçbir düşünceleri olmaması gereksinimine de buna da inandıktan sonra bizleri, sizleri, hepimizi ne hale soktuklarını oturup düşünüyorum da tabii ki, bunları neden seçmiştik diye, insan bir şaşkınlığa, bir bocalamaya giriyor. ama geçmişten çok üzülmenin, rahatsız olmanın şeyi yok.

    bu sadece ekonomik konumdan biraz bahsettim. bakalım başka hangi konularda sizlere, bizlere, bu ülke insanına nasıl bir katkıda bulundular. sağlık konumuza bakıyorum, inanılmaz deyim, nerdeyse her hastanın ağır ağır gidip güneyde tedavi olmasını müşahede ediyoruz. ne acı bir şey. eğitime bakıyoruz, aileleri, çocuklarını okutabilmek için perişan edecek maliyetler. dış dünyaya göndermek için inanılmaz fedakarlıklar. bunda da sıkıntımız var.

    "vicdan azabı içindeyim"

    ekonomide sıkıntımız var, sağlıkta sıkıntımız var, eğitimde sıkıntımız var, çok sizleri sıkmayım, her türlü insan yaşamında ehemmiyetli olan konuda sıkıntılarımız var. peki, biz bu sıkıntılara neden girdik, bizleri kimler yönetiyordu. bu arkadaşlarımız. işte, bunların yönetime gelmelerinde sarf ettiğim gayretlerden dolayı ve o yönetime geldikten sonraki yarattıkları ortamdan dolayı sizi temin ederim, ben vicdan azabı içindeyim.

    çünkü, bu dostlarımıza yönetim döneminde, ceketlerini çıkarıp kollarını sıvayıp halkımıza hizmet vermeleri konusunda ricalarımız olmuştu. nerde? sanki ricamız tam aksini yapıp bu kıbrıs'taki türk toplumunu yok etmek için her türlü beceriyi göstermeye gayret sarf edin demişim gibi.

    göçe geleyim. göç, geçmiş yıllarda doğayı koruma cemiyetlerinde çok enteresan çalışmalarım olmuştu. muayyen hayvan türlerinin yok olmaması için gelişmiş dünyadaki insanların nasıl bir gayret sarf ettiklerini hem müşahede ettim, hem inanılmaz katkılarda bulundum.

    "insanımız yok olma yolunda"

    şimdi bakıyorum bizim insanımız kıbrıs türk insanı inanılmaz bir süratle yok olma yolunda, hareket halinde. peki bunu kim durduracak? birisinin buna dur demesi lazım. işte buna tek dur diyecek olan kişiler, sizlersiniz.

    bu kadar basiretsizliği, beceriksizliği, sizleri yok olma yolunda neredeyse itekleyen bu kişileri artık görevlerinden azat etme zamanı gelmiştir. bakın, bugün tahmin ederim 10 gününüz var. bu görev sizindir, bu hak sizlerindir.

    göç konusuna biraz daha deyinmek istiyorum. devlet ve devleti yönetenler, bu devlet içindeki esas varlığa, insanına, onurlu bir yaşam vermekle mükelleftir. bunun içinde sağlık, eğitim, ekonomik hareketler ve buna benzer... normal ülkelerde, dış dünya ülkelerinde doğal olan devletin varlığının esas sebebi olan budur.

    halbuki burada talep edilen insan varlığının yok olması pahasına devleti koruyalım. doğrudur, devletin korunması lazım. ama devleti ne için korumamız lazım, bunu düşünmenizi istiyorum.

    bizler içinse zaten bu verdiğiniz mücadele, devletin korunması mücadelesidir.

    "mutlu azınlık, göçe insan vermedi"

    biraz da size ailemden bahsedeceğim. benim 4 oğlum var, allah hepinizin çocuklarını sizlere bağışlasın, 2 kız kardeşim var, onların 6 çocuğu var. 10 kıbrıslı türk çocuk. kendi sahalarında, her türlü ortamda başarılı çocuklar. bunların tümü göç etmiş vaziyette. şimdi sizlerle bu sohbeti yaparken, oturun odanızda, sizlerin çocuklarınız yönünden, kardeşleriniz yönünden, belki ana-babalarınız yönünden, göçe insan verdiniz mi diye düşünün.

    sizi temin ederim, cevabınız ne olacak biliyor musunuz? evet, biz göçe insan verdik. peki, o mutlu azınlığı oturun, tartın. acaba onlar göçe insan verdi mi diye. benim yaptığım araştırmalarda, arkadaşlarımın müşahedelerinde, onların göçe insan vermediği bilgisidir.

    peki, bizler, aile düzeni, bütün yaşamımız, gayretimiz ne içindir? çocuklarımız için değil mi? eskiden bu böyleydi. mal-mülk için değil, çocuklarımız içindi. çocuklarımızın saadeti, onurlu yaşamı, istikballeri, peki, bunlar böyle harcanırken, bunları kimler harcıyor diye düşünmemizde bir yarar yok mu? var.

    göçün de sebebi bu iktidarlardır, bu iktidarsız yönetimlerdir.

    ekonominin bu konumda olması bunların suçudur, sağlık, eğitim, herhangi bir konuda layık olduğunuz, en doğal hakkınız olan yaşama, sizlere sağlamak gene bu iktidarın, iktidarların, bu yönetimin mükellefiyetidir.

    "başarısızsam bırakırım. onurlu tutum odur"

    seçilmelerinin gayesi sizlere hizmettir. ama nerde?

    şimdi, bütün bu insanımızı yok olmaya inanılmaz bir süratle iterlerken bakıyorum can hıraş bir şekilde bu kötülüklere devam edebilmek için bunu bilerek, bilmeyerek, onu da anlayamıyorum bir türlü, çünkü genelde başarısızlık bir konudan kendini arındırmaktır. başarısızsam bırakırım. onurlu tutum odur. dış dünyada efendim arada sırada gözümüze çarpıyor, başarısız kişilerin canlarından dahi kendilerini arındırdıklarını görüyoruz. ama bizde ne mümkün? can hıraş bir şekilde yeniden seçilip nerdeyse seçileyim ve bu ülkenin yok olma hamlesinde gayretlerime devam edeyim.

    "bunlar kıbrıs türkü'ne layık değildir"

    işte oturup kendinizi tartın. bütün gayretlerinize rağmen bu yönetimler sizlere arzu ettiğiniz, layık olduğunuz konuları, hizmetleri vermemişlerse, verememişlerse, artık onları bu görevlerinden uzaklaştırın. sizi temin ederim yıllardır bunları takip ettim. onlarla çalışmaya gayret sarf ettim. sakın biz artık değiştik, şunu yapacağız, bunu yapacağız, sözlerine kanmayın. çünkü aynı sözleri yıllar içinde defalarca tekrarladılar. bugünkü konuma bakın ve artık hiç bocalamadan karar verin. bunlar bizim toplumumuza, bizim halkımıza, kıbrıs türk halkına layık değillerdir. bunları bu görevden almak kendimize, hepimize yeni bir şans vermek, şanstan bahsediyorum, bu hakkınızdır, sizin elinizdedir.

    hep insanları depresyona sokacak şeylerden bahsediyorum gibi gelmesin. çünkü şayet hepimiz akıllı, dinamik davranırsak, istikbalimiz sizi temin ederim pırıl pırıl olacak. peki bu nasıl olacak? bu gene bizlerin elindedir.

    şeyi hatırlayacaksınız, 80-90 yılları içerisinde ekonomik konularda kendimi çok iyi bir sanayici, iyi bir finansör saydığım halde, kıbrıs'a sizler vardınız diye, beynimi, becerilerimi kullanmadan, sadece kalbimin sesini dinleyerek gelmiştim.

    80-90 yılları arasında sizlerin de gayretiyle birlikte, süratle nasıl bir ortama, nasıl bir gelir seviyesine, nasıl daha bir müreffeh konuma geldiğimizi hatırlayanlar hatırlayacaktır.

    efendim, o zaman ambargolar yok muydu? tabii ki vardı, bilakis daha da haşindi. ama ne fark eder? beceriler oldukça, dünya bilgisi, dünyanın nasıl çalıştığını bilen kişiler bizden oldukça, hiçbir şey bizleri engelleyemezdi. ondan dolayı o dönemde bir engele falan rastlamadık.

    "güzelyurtlulara sesleniyorum"

    güzelyurtlular, sizlere hitap ediyorum, eskiden mağusa bölgesinde de narenciye vardı, değişik konumlar vardı. sizlere hitap ediyorum. hatırlarsanız biz tabii ki burada bir devlet vardı, hükümetler vardı, ama sizlerin gelir seviyeleri çoğalsın diye, daha müreffeh bir hayata giresiniz diye, çocuklarınızın hak ettiği yaşamı onlara veresiniz diye ye hatırlayacaksınız yeni ürün ekimi için söylemekte beis görmüyorum, o sekiz yıl içinde, -bunu söylerken helal da ediyorum- müesseselerim sadece narenciye sektörüne 96 milyon dolar direk sübvansiye yapmıştır. farkındaysanız helal etmiştim, bir şey istiyorum anlamına gelmesin, helal olsun.

    tarıma değişik konularına bakarken bir motivasyonumuz vardı. rahmetlik babama o zaman konuşmalarımızda bu ülkenin kalkınması için çırpınışlarımızda hep bir ricam, bir tavsiyem, bir teşvikim olmuştu: babacığım bu ülkedeki insan her şeye layıktır. ne olur her evden ilk kademede hiç olmazsa bir istihdam yaratmak için gereken gayreti sevk edelim.

    hatırlayacaksınız, on binlerce insan, onur içinde bir şey yaratmaktan, bir şey başarmaktan, bir şey üretmekten duyduğu gururla hayatlarını kazandılar, çocuklarının istikballerini hazırladılar. ne kadar güzel bir manzaraydı. yüzlerce kamyon... limanlarımıza vapurlar giremiyordu, kendi vapurlarımız. bu ne güzel bir manzaraydı. tabii bu tarım sektöründen bahsediyorum.

    bakıyorum bazen, efendim 4 bin- 5 bin ton patates üretiliyor. işte üretiriz de satarız da... gülmemek elde değil. 1974'ten evvel bizim bu kesimde 140- 150 bin ton patates üretiliyorsaydı, ki üretiliyordu sizi temin ederim, ve bu patates dış dünyada satılıyorsaydı biz neden 4- 5 bin ton patates üretiyoruz ve işte üretiyoruz da satıyoruz da... bu konuda da bir hatırlatma yapmak istiyorum. yanılmıyorsam 89- 89'da doğru tohumu getirip, ciddi ekimlere başlayıp o senelerde 20 küsur bin tonun üzerinde üretim yapıldığını hatırlıyorum. bu tabi bir başlangıçtı. çünkü başkaları bir yörede 140- 150 bin ton üretiyorsa bu çalışkan türk insanı aynı üretimleri yapabilir. bu sadece tarım sektörü.

    "istihdam olanaklarını yaratmak çok kolaydır"

    tarımın dışında biliyorsunuz, yönetimimiz de çok iyi biliyor en büyük sorunlarımızdan bir tanesi de gençlerimizdir. yıllardır buralardan kaybettiğimiz, hasretini duyduğumuz gençlerimiz. bu gençlerimize istihdam olanakları hazırlamak sizi temin ederim çok kolaydır. çok küçük bir örnek vereyim.

    vestel manisa'daki elektronik şirketi... süratle manisa'da kurulup binlerce istihdam yaratan bir müesseseydi. aynı durumu kuzey kıbrıs'ta inanılmaz dört üniteyle belki 10- 15 bin kişiye istihdam verecek yatırımlarımız bize gelen hücumlardan önce başlamak üzereydi.

    ama buna benzer o kadar çok, o kadar güzel, yani insanımızı boş verin göçe vermeye, göç etmiş insanımızı geri getirmek için her türlü hareketlerimiz, hazırlıklarımız tamamdır. burada bir kaç sorunumuz var. ilk sorunumuz tanınmamışlığın verdiği güçlükler.

    işte şu anda önümüzde, istersek bitirebileceğimiz ve tanınmış kıbrıs türk devleti olabileceğimiz bir ortam var. dolayısıyla tanınmamışlığı bu şekilde çözebiliriz inancındayım.

    "gölge etmeyen bir yönetim"

    bunun yanında ikinci konu yönetim konusunda bu hareketleri, bu faaliyetleri yapmak isteyen yatırımcılara -tüm yatırımcılardan bahsediyorum- diğer ülkelerde olduğu gibi yardımcı olmak, onlara yol göstermek, hiç olmazsa burada sıkıntıya düşmemeleri konusunda yardımcı olmak. yani bir tek cümleyle, "gölge etmeyen bir yönetim..."

    bunu da yaptıktan sonra kıbrıs zaten biliyorsunuz zaten küçücük bir ülke. 200 küsur bin nüfus... bunu söylüyorum da nüfusumuzun kaç mislini göçe verdiğimizin acısı devamlı içimde. amma bu göçe verdiğimiz insanları, sizi temin ederim düzgün bir ortamda süratle yeniden kendi ülkelerine, kendi ailelerine geri getirmek o kadar kolaydır ki, yeter ki hep birlikte çalışalım. çalışmak isteyenleri engellemeyelim. bu engellemelerin tabii ki enteresan analizleri var. neden engelliyorlar biliyor musunuz? çünkü bu beceriksizliğin içinde iktidarda kalabilmelerinin tek yolu sizlerin oy haklarını egemenlik haklarınızı gasp etmeden bunlar yönetimde kalamazlar.

    "bizi seçmezseniz maaş alamazsınız sözleri boş laf"

    bakın size ne diyorlar. "efendim, bizleri seçmezseniz maaş bile alamayacaksınız." bu nasıl laf, ne demek. onlardan dolayı mı siz maaş alıyorsunuz. hepiniz çalışıyorsunuz. arzu ettiğimiz üretimi, onurlu bir şekilde bunları yapma fırsatını size vermiyorlar. sadece maaş alacak bir işe sokup, ondan sonra sizleri, sizin en doğal hakkınız olan oy hakkınızı, egemenlik hakkınızı dahi gasp etmek için, "bizi seçmezseniz maaş dahi alamayacaksınız" diye tehdit ediyorlar. sakın böyle şeylere kulak vermeyin. bunlar hep boş laflardır.

    süleyman ergüçlü: sayın nadir, son iki yıldır ülkemizde barış çabaları yürütülüyor. son bir yıldır annan planı yoğun bir şekilde tartışılıyor. bunu takiben ab üyeliği... bu konularda neler düşünüyorsunuz?

    asil nadir: çözümsüzlüğün yaratabileceği sıkıntılardan bahsettim. bir çözümün, bizlerin kabul edebileceği bir çözümün yararlarını biraz anlatmak istiyorum ama ondan evvel, mademki bu ülkenin kalkınması için, insanımızın göçten kurtulması için müreffeh bir hayata girmek için bir çözüme ihtiyaç var, şu anda önümüzde bir plan var annan planı. biliyorum insanlar isminden hoşlanmıyorlar ama ismi fark etmez, ismi annan planı olduğu için bunu kullanıyorum.

    ben, çözümün gerekliliği konusunda sizlere düşüncelerimi aktarmak istiyorum. bu planın ana hatları bence geçerlidir. bütün herkes siyasi eşitlikten bahsediyor. siyasi eşitlikten, kendi devletimizin oluşundan, türkiye'nin garantisinden, türkiye askerinin bu garantiyi teminat altına almasından bahsediliyor. biliyorum, değişik düşünceler var ama her çözümde kelime üstünde durmayıp, bizim için gerekli olan, -gerekli olan diyorum- konuların garantilerini biz alabilirsek, bize verilen o garantilerin planın ileriki sayfalarında yok olmaması, yok edilmemesi tamamen görüşmecinin, görüşmecilerin, bizlerin inhisarındadır.

    bir defa, kendi kaderiniz için karar merci sizlersiniz demiştim, bu konuda da karar mercii sizsiniz. bu konuya ne şu andaki cumhurbaşkanımız, görüşmecimiz, ne bu hükümet kimse karar vermeyecek. ne de bundan sonra bu konuyu şayet görüşmeciler değişirse ve pozitif görüşmecilerin -yani hadiselere pozitif bakıp tedbirlere görüşmecilere ihtiyacımız var inancındayım- bu görüşmecilerin yapacağı bir tek şey var: sizler için her türlü müzakerenin sonunda kendi kaderinize karar verebilmeniz için bu planın ya da bu çözümün size karar vermek için sunulması konusudur.

    "çözüm kararını siz vereceksiniz"

    bir hatırlatma yapmak istiyorum. kişi hakları, ülke insanının hakları konusunda... yani bazıları self- determinasyondan bahsediyor ama bunu devreye sokmakta da yarar görmüyorlar. sonunda bu plan için karar mercii sizlersiniz ama hiç olmazsa o vazgeçemeyeceğimiz konuları iyi niyetle yapıcı bir şekilde birilerinin görüşüp, sizlere bizlere "işte bu plan budur, çözüme böyle gidebiliriz" demeleri ve kararı da sizlerin vermeniz gerektiğini zaten biliyorsunuz. dolayısıyla bu çözümü, çözüm için, sizin kaderiniz için kimse karar vermeyecek. sonunda karar sizlerin olacak.

    efendim, "sizler bir şey bilmiyorsunuz, bu işlerden anlamıyorsunuz, tehlikeler var, tuzaklar var..." zaten uzun uzun anlattım, bütün bu beceriksizliklerin bizleri ne konuma düşürdüğünü hep birlikte müşahede ediyoruz, yaşıyoruz...

    artık buna bir dur diyeceğiz. hiç olmazsa ciddi bir müzakereye girip sizlere en doğal hakkınız olan kendi kaderiniz hakkında karar verme hakkını sizlere versinler ve vermekle mükelleftirler.

    ben ne yalan söyleyeyim, kendi adıma, sizler için de kimsenin benim için karar vermesine razı değilim. bizler de okuyoruz, bizler de düşünüyoruz, bizler de hissediyoruz... peki, bütün bu konulara, bu vasıflara haiz olan insanlar çözüm konusunda neden karar veremezlermiş? bir türlü cevap alamıyoruz. soruyoruz, alamıyoruz.

    zannedersem artık pozitif anlamda, yani yapıcı bir şekilde bu görüşmelere seçimden sonra katılıp, sizlere hiç olmazsa hepimizi tatmin edecek bir ortamın sunulmasının zamanı gelmiştir. unutmayın, bir kez daha söylüyorum, karar zaten sizindir.

    peki, çözümsüzlüğün yarattığı sıkıntılardan bahsetmiştim. çözümden sonra peki neler olabilir konusunu biraz açmamda yarar var.

    çözüm sonrası hazırlıkları

    geçmişteki faaliyetlerimden hepiniz haberdarsınız. muhtemel bir çözüm geliyor diye sadece kendi grubumda yapılan hazırlıkların bir tanesinden sizlere bahsedeyim.

    bu teknolojik ürünler üretimi artı bilişim teknolojisi kolunda sizi temin ederim 10 binlerce gencimize iş alanı açacak, dış dünyadan, japonya'dan olsun, tayvan'dan, çin'den, hong kong'dan dünya şirketlerinin bizim ile ortak bir şekilde sizlere bu istihdam olanaklarını ülke içinde belki de en heyecan verici ekonomik faaliyetleri yaratmak için her şeyimiz tamamlanmış durumdadır. amma, şayet çözümsüz -allah saklasın- kalacaksak, değişik bir tutum takip etmemiz lazım, gölge edilmemesinden bahsetmiştim, bir daha sizi temin edeyim bu yönetimle buralarda hiçbir şey olmaz. biliyorum, muayyen projelerden bahsediyorlar, onların etkinliğini sizlerin hayatınızda yaratacağı pozitif ama küçük oluşumları bizler herhalde çok iyi okuyabiliriz. bu yönetimdeki arkadaşlarımız bu tür hadiseleri anlamıyorlar.

    bu çözümün akabinde bu sadece bir faaliyetten bahsettim. turizm konusunu düşünün. bütün dünyayı dolaştım, inanılmaz güzellikler gördüm. sizi temin ederim, bulunduğumuz ülkemiz, vatanımız, memleketimiz dünyanın en güzel doğasına sahip olan yerlerden birisidir. ama bunu da sadece arazi spekülasyonu, kısa vadeli çıkarlar için kullanmamamız lazım. buranın güzelliklerini sahipleri sizler olduğu takdirde buralara gereken hürmeti göstererek, gelip yapılacak yatırımlar vasıtasıyla inanılmaz turizm potansiyeli gelebilir.

    "gölge etmeyen bir yönetim"

    turizm derken, unutmayın bunun inanılmaz yan unsurları var. bunun entegrasyonu var. havayolları ile değişik bir dizi faaliyetlerle, bunlar hep nedir biliyor musunuz? layık olduğunuz istihdamlardır, gelir düzeyidir, göçü engelleyen hadiselerdir. turizm ve turizme dayalı konular... şu andaki yönetim 'yapıyoruz' diye bir sürü beyanatlarda bulunuyorlar. son aylarda bir havaalanında, kıbrıs türk hava yolları'ndan bahsedeceğim çünkü milli havayolumuzdur, oranın yönetiminde gösterilen beceriksizlikleri, yani bu derme çatma ekiplerle düşündüğümüz ve mutlaka ve mutlaka gelecek potansiyelin üstesinden kalkmamız imkansızdır.

    gene diyorum, gölge etmeyen bir yönetim, buraları seven, buraların potansiyelini okuyabilen, spekülasyondan bahsetmiyorum. kısa, orta uzun vadeli yatırımlardan bahsediyorum. bu turizm ve turizme dayalı entegre oluşumların yaratacağı bir sürü potansiyeller doğacaktır. tarım olsun, değişik hizmet endüstrileri olsun, yani bir sürü... boş verin kuzey kıbrıs'ta işsizliğin kalmasını, her zaman idealimde olan, o göç etmiş, hasretle beklediğimiz canlarımızı geri getirebilecek konuma gelebileceğimizin teminatını sizlere verebiliyorum, bundan hiç şüpheniz olmasın.

    süleyman ergüçlü: sayın nadir bir sonraki sorumu da yanıtlamış oldunuz. biraz da kıbrıs'ta çözüm ve ab üyeliğinin anavatanımız türkiye'ye ne getirip ne götüreceğinden söz edebilir misiniz?

    asil nadir: anavatanımıza gelince... belki bir kısmınız 80- 90 yılları içinde anavatanımızda ne kadar örnek, çarpıcı, yönlendirici yatırımlarım olduğunu bilenleriniz vardır tahmin ederim. anavatan konusundaki düşüncelerim şunlardır:

    inanılmaz bir şevkle, bir cömertlikle buralara yapılan katkılar ne içindir biliyor musunuz? çok küçük bir azınlığın mutluluğu için değildir. tüm halkın refahı, tüm halkın ilerilerinin garantisi içindir. türkiyemizin, anavatanımızın ne kadar büyük fedakarlıklarla bu katkıları yaptığını ben çok iyi biliyorum. daha geçenlerde hepimizi üzen rakamlar açıklandı. 70 küsur milyonluk nüfus içinde, 25 milyon açlık sınırına yakın insanın bulunduğu bir ülke... bunlar bize acı veriyor, eminim türkiye'yi yönetenlere de acı veriyor. peki kendi sorunlarını bu kadar gayretle, hassasiyetle çözmeye çalışan anavatanımızın inanılmaz fedakarlıklarla yaptığı katkıları bu şekilde sadece maaş ödemek için çarçur etmek için kullanmak ne anlama gelir. acaba bu davaya bir ihanet sayılabilir mi? bu anavatana, anavatan insanına bir ihanet sayılabilir mi? işte benim gözümde ihanet budur.

    "bu yönetim sizleri onursuz bir duruma sokmuştur"

    bunu anavatanımızdaki otoriteler, hükümetler çok iyi biliyor. buradaki büyükelçilerimiz, geçmiş büyükelçilerimiz ve tahmin ederim bazı yöneticilerimiz çok iyi biliyorlardır. 90 yılına girerken, anavatanın kıbrıs'a, buranın ekonomisine katkısı yüzde 10- 15'lere düşmüştü ve düşüncelerimiz neydi biliyor musunuz? sizler, yani anavatanımız , bizler için gereken, gerekenin üstünde her türlü fedakarlığı, katkıyı zaten yapmışsınız. 2-3 sene içinde artık hiç olmazsa finansal yönden bu kadar ihtiyaç içinde olan türkiye'yi istismar etmeyeceğimizi, oradaki olanaklarını kendi halkı için harcaması konusunda hiç olmazsa buradaki becerimizin bir yararı olacağını anlatmış ve bundan da büyük gurur duyuyordum.

    halbuki o dönemden bu döneme gelince, biliyorsunuz, herkes biliyor, her yıl türkiye'de inanılmaz ihtiyaç duyulan bir kaç yüz bin dolar geliyor... geliyor da ne oluyor? sizleri bu yönetim, onursuz bir konuma sokmuştur. sizleri sadece tüketen, ürettiği ile gurur duyan, kendi ayakları üzerinde duran bir toplum olmaktan çıkarma konusunda muazzam bir beceri göstermişlerdir. yazık...

    ama, inşallah bu çözüm ile türkiye'mizin de o yaptığı fedakarlıkları azaltmaya, süratle azaltmaya, ortadan kaldırmaya ve kendi olanaklarını bu kadar ihtiyaç duyulan türkiye'mizde kullanma fırsatını ve onurunu çok yakında hep birlikte yaşarız.

    "çözüm, türkiye'nin ab yolunu açacaktır"

    tabii burada bir çözümün oluşmasını türkiye'nin de avrupa birliği'ne girişi konusunda yolunu açacaktır. bakıyorum, görüyorum ab'nin siyasetini, oluşumları. bu hadiseye bakış tarzını anlamayan kişiler, neredeyse büyük baskılarla, işte "kıbrıs konusu, kıbrıs'ın sorunu, çözümsüzlüğü, türkiye'nin önünde engel değildir" cümlesine benzer cümleleri duydular mı, inanılmaz bir rahatlık içindedirler. bu devletler hukukunu, ab hukukunu bilmeyen insanların kapıldığı yanlış düşüncelerdir. doğrudur, diyorlar ki, "engel değil" ama sizi temin ederim ki, ben konuyu engel olarak görüyorum. hiç olmazsa akıllı davranıp, müzakereler yapıp hepimizin kabul edebileceği, ki bir daha hatırlatıyorum karar sonunda sizlerindir, liderlerimizin değil, hükümetimizin değil, sizin kararınız ile bu çözüm ya oluşacaktır, ya oluşmayacaktır. bunu tartıp kendiniz karar verip, hem çocuklarımızın, hem kendi istikbalimizi, hem de anavatanımızın yolunu açmak milli görevimizdir diyorum.

    süleyman ergüçlü: sayın nadir son olarak 10 gün sonra kıbrıs türkü hayati önem taşıyan bir seçime giriyor. halkımıza son olarak hangi mesajı vereceksiniz?

    asil nadir: sizleri yeteri kadar yordum sanırım. doğrudur, önümüzde 10 gün gibi kısa bir zaman kalmıştır. unutmayın, hep duyduğumuz "hakimiyet milletindir" yani sizlerindir cümlesini aklınızdan hiç çıkarmadan kendi kaderinizi kendi elinize alma zamanı, ayağa kalkıp kendimizi saydırma zamanıdır.

    `ben sizlere güveniyorum sizler de kendinize güvenin`.

    süleyman ergüçlü: sayın nadir programımıza katıldığınız için çok teşekkür ederiz... "
  • korkmaz alemdar'in derslerinde malzeme konusu yaptığı eleman. hakkında atıp tutan öğrencilere karşı "çocuklar niye öyle diyorsunuz adam hem asil hem de nadir" diye bu eleman hakkında ironiksel bir söz söylerdi.

    hatta bir keresinde "çocuklar bu ülkenin en asil en mümtaz şahsiyetlerinden biri de asil nadirdir. çünkü adam hem asil hem de nadir" deyip olaya başka bir boyut taşımıştı.
  • çocukluğumun korku öğelerinden biridir bu adam. ekürisi de ayşegül tecimer idi.
hesabın var mı? giriş yap