*

  • allahın emir ve yasaklarını anlatan bir alim.
    seyyid abdülhakîm arvâsî (r. aleyh) son asırda yetişen, zahir ve batın ilimlerinde kamil ve dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mahir, büyük alim ve ruh bilgilerinin mütehassısı büyük veli.
    1865-1943 yılları arasında yaşamıştır.
  • kaldırımlar şairi necip fazıl kısakürek'in şeyhi.
    necip fazıl, 1934 yılına kadar bohem bir hayat sürerken, bu şahısla tanışınca birden mistisizme yönelmiş, yönelmekle de kalmamış islami kesimin belli başlı ideologlarından olmuştur.
    kendi anlatımına göre necip fazıl, bir şeyhin namını işitmiş ve arkadaşı abidin dino ile bu şeyhin ders verdiği mekana gitmiş. bir cumhuriyet genci olan şairimiz gitmeden önce de bazı sorular hazırlamış şeyhe sormak için. bir anlamda amacı bu sorularla şeyhin karizmayı çizmekmiş. necip fazıl, ne kadar doğru bilinmez ama şeyhin tüm soruları o sormadan, sohbette teker teker cevapladığını iddia eder.
    bundan çok etkilenen şair, abidin dino'ya da anlatır bu durumu. ama kendi ifadesi ile nasipsiz arkadaşı tınmaz bile. fakat necip fazıl için istikamet belli olmuştur.
    yıl 1934'tür. fransa'ya eğitim için gönderilip kumarhaneden ve alemlerden çıkmadığı için okulun yolunu öğrenemeden türkiye'ye dönen, türkiye'de de bohem yaşantısına devam eden, mina urganlar'la, abidin dino'larla aynı dost meclislerini paylaşan, daha yirmi yaşında iken türk edebiyatına kaldırımlar şiirini armağan eden necip fazıl artık kendine yeni bir mecra bulmuştur.
    aslında yeni hayatında da eski alışkanlıkları devam etmiş özellikle kumar alışkanlığını ve lüks yaşam tutkusunu terkedememiştir. örneğin yıllar sonra birgün, kumar masasında yakalandığında "ben orada sosyal gözlem için bulunuyordum" diyebilmiştir. altılı ganyan da en büyük tutkusudur. şiirleri ise bulunduğu konumun etkisinden olsa gerek daha didaktik unsurlar taşır hale gelmiştir. hele bir sakarya türküsü şiiri vardır ki milliyetçi muhafazakar cenahta yer alan insanların kanını her defasında fokur fokur fokurdatmaktadır.
  • ankara'da vefat etti. kabirleri ankara yakınındaki bağlum kasabasındadır.

    babası seyyid mustafa efendi ve bütün dedeleri zamanlarının alim ve fadılları idiler. imam-ı ali rıza bin musa kazım soyundan olup seyyid oldukları, irak'daki şer'i mahkeme defterlerinde yazılıdır. arvasi ailesi altıyüz seneden beri ilim yaymakla ve en üstün insanlık meziyetlerinde numune olmakla tanınmış ve halk arasında ayrılıkları gidermekte, milli birliği sağlamakta devam etdiregelmişlerdir.

    ilk tahsilini babasının huzurunda gördü. daha sonra arvas'a giderek yüksek tahsilini zamanın en büyük alim ve evliyası seyyid fehim arvasi hazretlerinin huzurunda tamamladı. 1300 hicri sene başında ilm-i sarf, nahv, mantık, münazara, vad', beyan, meani, bedi', belagat, kelam, usul-i fıkh, tefsir, tasavvuf, ulum-i hikemiyye yani hikmet-i tabi’iyye (fizik, biyoloji), hikmet-i ilahiyye, riyaziyye (yani matematik, geometri), hey’et (astronomi) gibi zahir ilimlerde icazet (diploma); tasavvufun nakşibendiyye, kadiriyye, kübreviyye, sühreverdiyye ve çeştiyye yollarından hilafet aldı. başkale'de otuz yıl kadar tedris ve irşad ile meşgul oldu. yani ders okuttu ve insanlara allahü tealanın emir ve yasaklarını anlattı.

    1914 (h. 1332)te birinci dünya harbi çıkıp ruslar doğu anadolu'yu işgal edince, başkale'den hicret edip, irak'a, oradan adana, eskişehir ve 1919 (h. 1337)da istanbul'a geldi. eyyub sultan'da önce yazılı medreseye, sonra gümüşsuyu tepesindeki mürteza efendi dergahına yerleşti ve kaşgari hanekahı meşihatına tayin olundu. islam halifelerinin ve osmanlı sultanlarının sonuncusu olan sultan vahideddin tarafından medrese-i mütehassısin denilen ilahiyat fakültesinde tasavvuf müderrisi yani ordinaryüs profesörü olarak 8 zilkade 1919 (h. 1337) tarihli ferman ile tayin edildi.

    anadolu'da çarpışan kuvay-ı milliyenin galip gelmesi için para, mal ve dua ile yardım edilmesi, eli silah tutanların onlara katılmaları için milleti teşvik ederek çok kimseyi anadolu'ya gönderdi. çok yardım yapılmasına sebep oldu. uzun zaman irşad, vaz ve tedris ile meşgul olup hayatının sonuna doğru izmir'e gönderildi. zor şartlar altında izmir'de kaldığı sırada ihtiyarlığın da verdiği takatsizlikle hastalandı. ankara'ya getirildi. ankara'ya geldikten birkaç gün sonra 27 kasım 1943 (h. 1362) tarihinde sıkıntılarla dolu dünyadan ahirete intikal etti. ankara'nın kuzeyinde bulunan bağlum nahiyesinde defnolundu. kabri ziyaret edilmekte, huzurunda yapılan dualar kabul olunmaktadır.

    seyyid abdülhakim arvasi'nin üç oğlu ve iki kızı vardı. kızlarından şefia hanım, hicrette musul'da vefat etti. enver medeni de hicret esnasında 1918 (h. 1336)de eskişehir'de vefat etti. ikinci oğlu ahmet neyyir mekki üçışık efendi uzun zaman üsküdar ve kadıköy müftiliği yaptı. kadıköy müftisiyken 1967 (h. 1387)de istanbul'da vefat etti. üçüncü oğlu seyyid münir üçışık, istanbul belediyesinde satış memurluğunda çalışmış, doğruluğu, çalışkanlığı güzel ahlakı ile etrafının sevgisini kazanmıştı. 1979 (h. 1400)da izmir'de vefat edip ankara'nın bağlum kasabasına defnedildi. ikinci kızı maide hanım, eski van mebusu seyyid ibrahim'in zevcesiydi. seyyid ibrahim vefat etmiştir. duası makbul, kalbi temiz, ruhu asil, merhameti bol, cömert, bir ahlak, ismet ve iffet numunesi olan maide hanım, ankara'da damadı seyyid m. emin garbi ve kızı ümmü gülsüm hanımefendi ile birliktedir.

    seyyid abdülhakim arvasi vücutça gayet mutedil ve kusursuzdu. buğday tenliydi. alnı geniş ve açıktı. kaşları birer hilal gibi olup, kabarık ince ve ölçülüydü. nur bakışlı gözleri iriceydi. burnu ahenkli ve normalden büyükçeydi. yüzü zaifçe olup sakalı sıktı. bedeni iri yapılı olup, insana mutlak surette hürmet telkin edici bir vakar ve heybeti vardı.

    her hali ve hareketi ile islamiyete uyardı. çok mütevazi olup; "ben" dediği işitilmemişti. çok heybetli ve temkin sahibiydi. çok misafir severdi. yardım yapmaktan hoşlanırdı. ziyaretlere gider, davetlere icabet ederdi.

    seyyid abdülhakim arvasi din bilgilerinde ve tasavvufun ince marifetlerinde derin bir derya idi. üniversite mensupları, fen ve devlet adamları, çözülemez sandıkları güç bilgileri sormaya gelir; sohbetinde, dersinde bir saat kadar oturunca, cevabını alır; sormaya lüzum kalmadan o bilgi ile doymuş olarak geri dönerdi. teveccühünü, sevgisini kazananlar, sayısız kerametlerini görürdü. çok mütevazi, pek alçak gönüllüydü. eyyub sultan, fatih, bayezid, bakırköy, kadıköy, beyoğlu'nda ağa cami-i şerifleri kürsilerinde senelerce ilim neşretmiştir. vefa lisesinde öğretmenlik yapmış, sultan selim cami-i şerifi yanındaki süleymaniyye medresesinde, tasavvuf müderrisi (profesörü) iken er-riyad-üt-tasavvufiyye kitabını yazmıştır. tasavvuf hakkında risale büyüklüğünde müteaddid mektupları vardır. mevlid okunmasının ve tesbih kullanmanın başlangıc ve meşruiyeti hakkında bir risale, rabıta-i şerife risalesi, sahabe-i kiram ve ecdad-ı peygamberi risaleleri, islam hukuku, keşkul ve sefer-i ahiret isimli eserleri, arabi, farisi ve türkçe şiirleri pek kıymetlidir.

    yetiştirdiği seçkin din adamlarının en selahiyyetlisi; çeşitli din ve fen kitaplarının yazarı, eczacı, kimyager ve emekli öğretmen albay hüseyin hilmi işık beyefendidir. 1929'dan 1943 senesine kadar o büyük zattan ders almış, arabi ve farisi tercümeler yaparak gençliğe hizmet için çalışmıştır. türkçe, arabi, farisi, almanca, fransızca ve ingilizcenin yanında, başka dillerde de çeşitli din kitapları neşretmiştir. bütün ilim ve feyzini, abdülhakim arvasi'den aldığını eserlerinde belirtmektedir.

    abdülhakim arvasi'nin kıymetli sözlerinden bazıları:

    "her peygamber, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. muhammed aleyhisselam ise her zamanda her memleketde, yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. hiç kimse, hiçbir bakımdan o'nun üstünde değildir. bu olamayacak birşey değildir. dilediğini yapan, her istediğini yaratan, o'nu böyle yaratmıştır. hiçbir insanın o'nu methedecek gücü yoktur. hiçbir insanın o'nu tenkid edecek iktidarı yoktur."

    "hak tealanın hakimliğini tanıdığınız, emaneti ve emniyyeti bozmayarak çalıştığınız zaman, birbirinizi ne kadar sevecek, birbirinize ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. sizin o kardeşliğinizden allah'ın merhameti neler yaratacaktır. kavuştuğunuz her nimet, hep hakk'a imanın hasıl ettiği kardeşliğin neticesi ve allahü tealanın merhamet ve ihsanıdır. gördüğünüz her musibet ve felaket de; hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın neticesidir. bunlar ise hakkı tanımamanın, zulm ve haksızlık etmenin cezasıdır."

    "büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür."

    "evliyanın sözünde rabbani tesir vardır."

    "insanı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, hakk'a karşı şirk ve müşrikliktir. ilim ve fen ilerlediği halde, insanlığın ufuklarını sarmış olan fesad karanlığı hep şirkin, imansızlığın, vahdetsizliğin ve sevişmezliğin neticesidir. beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırap ve felaketten kurtulamaz. hakk'ı tanımadıkça, hakk'ı sevmedikçe, hak tealayı hakim bilip, o’na kulluk etmedikçe, insanlar, birbiri ile sevişemez. hak'dan ve hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur."

    "müslümanların öğrenmesi lazım olan bilgilere ulum-i islamiyye (müslümanlık bilgileri) denir. islam dininin emrettiği bu bilgileri resulullah aleyhisselam ikiye ayırmıştır. biri, "ulum-i nakliyye", yani din bilgileri; diğeri "ulum-i akliyye" yani fen bilgileridir, buyurmuştur. din bilgileri, dünyada ve ahirette, huzuru, saadeti kazandıran bilgilerdir.

    bunlar da ikiye ayrılır: "ulum-i aliyye" yani yüksek din bilgileri ve "ulum-i ibtidaiyye" yani alet ilimleri. islam ilimlerinin ikinci kısmı olan akıl bilgilerinin yani tecrübi ilimlerin iyi öğrenilmesi, ince ve derin din bilgilerinin kolay ve açık anlaşılmasına yardım eder. riyazi fizik öğrenmek, din bilgilerini kuvvetlendirir. astronomi, aritmetik ve geometri, dine yardımcı bilgilerdir. tecrübi fizikteki (tecrübe ve isbat edilenlere esasen uymayan) birkaç yanlış teori ve hipotezden başka hepsi dine uymakta, imanı kuvvetlendirmektedir. ilahi fizik (metafizik) bilgilerinden, çürük, bozuk olanları dine uymaz. bu ilimler öğrenilince, din bilgilerinin akli ilimlere uyan ve akli bilgilerle çözülmeyen yerleri ve sebepleri meydana çıkar ve akla uygun sanılmayan, aklın erişemediği mes'elelerin inkar edilemiyeceği anlaşılır."

    "kur'an-ı kerimden ve resul aleyhisselamın hadis-i şeriflerinden sonra en kıymetli kitab, imam-ı rabbani hazretlerinin (kuddise sirruh) mektubat kitabıdır. hanefi mezhebinde en mükemmel ve en kıymetli fıkh kitabı, ibn-i abidin'in dürrül-muhtar haşiyesidir. şafiide tuhfet-ül-muhtac kitabıdır."

    "islam dini, allahü tealanın, cebrail ismindeki melek vasıtası ile, sevgili peygamberi muhammed aleyhisselama gönderdiği, insanların, dünyada ve ahirette rahat ve mesud olmalarını sağlayan, usul ve kaidelerdir. bütün üstünlükler, faideli şeyler, islamiyetin içindedir. eski dinlerin görünür görünmez bütün iyiliklerini, islamiyet, kendinde toplamıştır. bütün saadetler, muvaffakiyetler ondadır. yanılmayan, şaşırmayan, akılların kabul edeceği esaslardan ve ahlaktan ibarettir. yaradılışında kusursuz olanlar onu reddetmez ve nefret etmez, islamiyetin içinde hiçbir zarar yoktur. islamiyetin dışında hiçbir menfaat yoktur ve olamaz."

    "son zamanlarda, tekkeler cahillerin eline düştü. dinden, imandan haberi olmayanlara şeyh denildi. din düşmanları da, bu şeyhlerin sözlerini, oyunlarını ele alarak dine hurafeler karışmıştır, islam dini bozulmuştur, dedi. halbuki bozuk tarikatçıların sözlerini, işlerini din sanmak, bunları tasavvuf büyükleri ile karıştırmak, çok yanlıştır. dini bilmemek, anlamamaktır. dinde söz sahibi olmak için, ehl-i sünnet alimlerini tanımak, o büyüklerin kitablarını okuyup, iyi anlayabilmek ve bildiğini yapmak lazımdır. böyle bir alim bulunmazsa, din düşmanları, meydanı boş bulup, din adamı şekline girer. vazları ile, kitapları ile, gençlerin imanını çalarak millet ve memleketi felakete götürürler."

    "temiz ve yeni elbise giyiniz. gittiğiniz yerlerde, ahlakınızla, sözlerinizle, islamın vekarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyiminizle de saygı ve ilgi toplayınız."

    "çeşitli, lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedenlerinizi rahat ve hoş tutunuz."

    "allahü teala, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz. bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lazımdır. mesela buğday hasıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lazımdır. insanların bütün hareketleri, işleri, allahü tealanın bu adeti içinde meydana gelmektedir. allahü teala sevdiği insanlara iyilik, ikram olmak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için bunlara, adetini bozarak sebepsiz şeyler yaratıyor."

    "tek vakit namazımı kaçırmaktansa, bin kerre ölmeyi tercih ederim."
  • iki büyük şairin hayatını, doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemiş.

    necip fazıl, ona mürid olmuş,
    cahit zarifoğlu ise ona damat olmuş.
    (şeyh hazretlerinin vefatından 33 yıl sonra, yeğeninin kızı ile evlenmiş.)
  • o'nu en iyi anlatan necip fazıldır. o ve ben adlı eserinde şöyle anlatır:
    "1281-1860 yılında, vanda dünyaya gelmişler... van, başkale kazası arvas köyü... van'ın cenup şarkında; iran sınırına yakın, 2400 metre yüksekliğinde gayet sarp ve engelli bir saha...
    arvas, şeyhleri ve mürşitleri seyyid fehim hazretlerinin de köyü...
    pederi; seyyid mustafa... nesepleri, madde yolundan da kainatın efendisine bağlı: es'seyyid abdülhakim arvasi...
    manevi veraset yoluna gelince:
    zaten hep onun üzerinde gittiğimiz bu davayı, özlü bir takdim cümlesine nasıl sığdırabiliriz?
    tecrübe edelim:
    peygamberlerden sonra insanoğlunun en büyüğü hazreti ebubekir'e sevr mağarasında teslim edilen has oda sırrını, otuz üçüncü el olarak devr ve teslim alıp onu yirminci asırda; makine, türlü keşif, ruhi buhran, içtimai muvazenesizlik, sar'a ve cinnet, hasret ve gurbet asrında, bu asrın ortasına kadar, zerresini feda etmeksizin, en kemalli veraset halinde temsil etmeye memur, eşsiz veli...
    ...
    hissettirebildim mi makamının hususiliğini ve ululuğunu?..
    insanoğluna, kendi öz eserinin tahakküme başladığı, madde keşiflerinin insanları burunlarından halkaladığı ve bütün ruh müeyyidelerinin bangır bangır iflasa sürüklendiği manevi panik devrinde kutup; böyle bir devirde her ölçüyü müdafaa ve muhafazaya memur kutup ne demekse, es'seyyid abdülhakim arvasi, o... 14. hicri asrın yenileyicisi...
    devrinin, içli ve dışlı küfür deccallerine ve bunların üflediği felaket cereyanlarına dikkat ederseniz, onun; kimlere ve nelere, insanları çekip kurtaracağı hangi bataklık şartlarına karşı gönderildiğini sezer ve bütün bunlardan bir mikyas çıkarabilirsiniz.
    bu terkibi hükmün, bundan evvel olduğu gibi, bundan sonra da nokta nokta tahlil unsurlarına geçerken, es'seyyid abdülhakim arvasiyi, 2400 metre yükseklikteki sarp yayladan istanbul üzerine inmiş, hakikatte, ışığı milyarlarca senede gelen yıldızların tepesinde, bir feza ve mana kartalı diye takdim edersem sanmayın ki, bir şey söyleyebilmiş olurum."

    necip fazıl böyle ifade ediyor o ve ben'de...
    yine kitabında necip fazıl, abdülhakim arvasinin kendisini şirazeye sokmak için sıkça başvurduğu ayarlardan bahsediyor. paylamalarına aşıktım diyor.

    "arada bir beni paylar gibi konuşmaları, iltifatlarından daha çok hoşuma gidiyordu. tekdir, yakınlığın, sahabetin delili...
    yine bir andı. günahlarımdan bahsediyor, kendimi hudutsuz günaha batmış görüyor, kimseye eş olmayacak bir günahkarlık çapında bulunuyordum. bu şikayetten de bir teferrüd, gizli bir benlik ve gurur kokusu almış olacaklar ki, şu müthiş cevabı verdiler:
    -daha ne günahkarlar gelip geçti bu yoldan... seninki de ne?...
    çarpılıp kaldım. yani;
    -sen onda da bir şey değilsin; merak etme!..
    demek istiyorlardı.
    nefs hilesine ne harikulade karşılık..."
    yıllar evvel okuduğumda beni çok etkileyen diyaloglardan biriydi. sonra dikkat ettim; kendimizi yerdiğimizde yahut yücelttiğimizde aynı nefsi okşuyorduk. öyle ya da böyle "ben"imizi şişiriyor, besliyorduk. imtina ediyorum artık bu durumdan, en azından çabalıyorum lakin emmarenefsim yine baskın geliyor...
  • (bkz: o ve ben)
  • allah'a mülaki olan, neyden mahrumdur? allah'tan mahrum olan, neye maliktir ki? demis bir guzel seyh..
  • inanç ve iman kuvvetinin künhüne müdrik bir mutasavvıf. hatta necip fazıl bir gün kendisine "inan da, istersen bir odun parçasına inan" dediğini nakleder.
  • necip fazıl'ın kendisi ile olan münasebetini şu dizeyle andığıdır.

    "tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum
    gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum"
  • 100 bin türkü katletmiş olan kuteybe bin müslim için "kuteybe isminde müslüman bir kahraman islam dinini buralara yaydı." deme cüretini göstermiş adam: http://www.turkalemiyiz.com/…l/turkistan.asp?id=380

    he he, son 3 türkten biri ben olurdum.

    (bkz: inş cnm yha)
hesabın var mı? giriş yap