42 gün *
-
gülten akın anlatı kitabı...
gülten akın, 42 gün'de 12 eylül'ün cezaevlerindeki baskılarına karşı başlatılan ve 42 gün süren bir açlık grevini, çeşitli kesimleri odaklayarak son derece usta bir tarzda anlatıyor. bir destan havasında akıp giden kitap, şiirle düzyazının kaynaştığı, birbirinin içinde eridiği yetkin bir edebiyat örneği olarak ortaya çıkıyor.
(alan yayıncılık kitap kataloğu)
katılmamak ne mümkün..
öyle içten, öyle derin...
okuna, anlanıla, ağlanıla... -
(bkz: #10113802)
-
hiç bitmeyen, değişmeyen zulmün, acıların vesikası. tarihe tanıklık ediyor gülten akın durulmaz, yiğit yüreğiyle.
''zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir
ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi
çünkü acıların, çığlıkların, kargışların sesi
iğne deliğinden geçeğen olur
dokuna dokuna kıyıcıya cellada
varır, sebebin kapısında durur
ben değil sofraya ölüm oturdu
peynir yedi beni, zeytin yedi beni
ekmeğe uzandım, ellerim düştü
elmadan gözlerim yandı, kör kaldım
su değil su değil sel aldı beni
ben değil sofraya ölüm oturdu
gülerken yüzün
dem çeken ir güvercinin sesini
için için büyüyen çimenleri
baharda lunaparkı bayram yerini
ve alışkanlıklar dışında her şeyi
benim de kollarım bağlı senin kelepçenle
sağ elim tutmuyor tutmuyor
yitirdim büyümü, şiirlerim uçtu
solum yetmiyor
kardeş benim ölüp ölüp dirildiğimi
şimdi dıştala sen umursama
bugün benim başımdaki ağrı
yarın senin de başında
yırttı yüzlerce dizesini
çekti duyulan şiirlerinden adını
sildi şiire dönüşen sözleri
yüreğinden
kendi bedenine tutkunlar ey
kendi aydınlığını sevenler ey
yorgan gibi bürünüp geceyi
kendi sıcağında uyuyanlar
bu nedir bu nedir, bir gencecik ozan
yazdı ama size değsin istemedi
sizi değmez gördüğündendir
reddetti güzelim şiirlerini
sizi reddetti
"görüldü" kimi özlediğimiz
neyi sevdiğimiz, istediğimiz "görüldü"
öfkeliysek hangi dağlara vurup
kederliysek hangi suları izlediğimiz
"görüldü"
selamımız ve dikenlerimiz
içimizde, derinde
derin denizlerin yaslı göllerin dibinde
bir umumuz vardır sileriz
parlatırız gece gece
damgasız işaretsiz
aynı dille konuşuyor
aynı dili konuşmuyoruz
küllü közler gibi için için yandığımız
usulca yandığımız
kime sitemdir
bağrımızda yıkılası dünyaya
yetecek ateşi beslediğimizi
kim bilir kim bilebilir
çatılmış darağaçları
gelip durmuş kapımıza ölüm
ses ver sesimize bir ufacık ses
susarsan
ya ölüsün ya ölümle bir
büyü de baban sana
büyü de
acılar alacak
büyü de baban sana
büyü de
yokluklar alacak
büyü de baban sana büyü de
bitmez işsizlikler açlıklar alacak
büyü de
büyü de baban sana
baskılar işkenceler alacak
kelepçeler gözaltılar zindanlar alacak
büyü de
büyüyüp on yedine geldiğinde
büyü de baban sana
idamlar alacak'' -
ben değil sofraya ölüm oturdu
peynir yedi beni, zeytin yedi beni
ekmeğe uzandrm, ellerim düştü
elmadan gözlerim yandı, kör kaldım
su değil su değil sel aldı beni
ben değil sofraya öıüm oturdu -
görsel
görsel
görsel
akın'ın oğlu murat cankoçak ankara'da bir banka soygununa katıldığı gerekçesiyle tutuklanmış, dosyası şentepe devrimci yol davasıyla birleştirilmiş, önce müebbet hapse mahkum edilmiş, daha sonra cezası yargıtay tarafından bozulmuştu.
bütün bu süreçte murat cankoçak mamak cezaevi'nde; akın, "seyran'la mamak" arasında bekledi.
• kitabı özetleyen kargış* öyküsünden:
"...o on üç anayı birleştiren olay; oğullarının, kızlarının mapusluğu değildi. açlık grevi de değildi belki çünkü onlar, neler olup bittiğini anlayamamışlardı pek. anlayamazlardı da. dünya, onlara uzanıncaya değin kat kat örtülerden, yasaklardan geçmek zorundaydı. hep suskun, hep zayıf, hep boyun eğen olmuşlardı. beyler, ağalar, babalar, kocalar, oğullar... bunca katmandan geçip dünyaya ulaşsınlar, olası mı?
... analar tedirgindiler. her delikten, aralıktan amansız giriyordu dışarının yeli. esirgeyen, bağışlayan tanrıları vardı bir. güvenilecek tek o vardı. son yıllarda ona da bir hâl olmuş gibiydi. görmüyor muydu, duymuyor muydu? niye onarmıyordu bozulanları? analar alıştıkları gibi, kovuklarında kalamazlar mıydı?
kalamadılar.
oğullarını, kızlarını mapusanelere sürüp götüren yel; duymazdan, görmezden gelinemez bir sertlikle esiyordu. önüne kattı onları da. oğullarını, kızlarını, gelinlerini görmeye vardılar. haftada, on beşte. emiri, demiri, yasağı, zoru bilir oldular.
kaç yıl, kaç kez kentin surlarından, sur kapılarından geçtiler. kaç yıl taş duvarlar, demir kapılar önünde çömelip oturdular. kaç kez sıralara girdiler, ellerinde kimlikleri. adları söylendi. uzaktan gördüler oğullarını. öteki kentlerdeki mapus analarından ayrımları kalmadı pek. bir tek şey: çok ama pek çok yoksuldular. çağımızı, önceki çağları, deriyi, naylonu, plastiği geçip maden devrine, taş devrine gitmemiz gerekirdi bu yoksulluğa ulaşabilmek için.
... doğu kentinin mapusanesi ünlüydü. kuş uçurtmaz. söylentiler alıp yürümüştü. baskı, işkence, dayak, zulüm baş edilemez olunca ölüm oruçları başlamıştı.
o gün birleşti analar. ellerinde dilekçeleri... analar indiler başkentin istasyonuna. yürürken yürürken dilsiz olanlar dillendi, sessiz olanlar seslendi, " yetişin. kurtarın. ölüyor oğullarımız, kızlarımız."
tanrı suskundu neden? onaylamazdı. hayır, hayır onaylamazdı. insanların bilmediği bir vakti, saati bekliyor olmalıydı. ama anaların vakti yoktu, hiç yoktu.
tanrı susuyordu. büyük kapılar kapalıydı, yetkililer susuyordu.
daha ikinci gün telgraflarla duyurdu kendini ölüm. ölüm, yaşın kara gelsin.
o ayakları çıplak anaların ikisinin de oğulları, gelinleri ölmüş. sonra başkaları, başka oğullar...gök ekinler gibi. yunustu. bir o, yüreği göğnüyenleri gördü.
analar geriye bedenlerini değil, küllerini taşıyıp götürdüler. giderken bir armağan bıraktılar. öfkeyi, kini, ölçüsüz acıyı karıp dolaşıp gezdikleri yolların kıyıcığına, betonun toprakla birleştiği yerlere ektiler: kargış.
temeline kargış tohumları işleyen bu yapılar onar mı?
kargış, ondurmaz. gelir bir gün."
• akın " ilahiler" kitabında da bu sürece demirle pas arasında ilahi şiirinde yer verir:
nergisle güz gülü arasında
beş yıldır beş uzun yıldır
yağmurla kar arasında
beş yıldır beş uzun yıldır
ayazla çiy arasında
demirle pas arasında
seyran'la mamak
beş yıldır beş uzun yıldır
tanıyorum sesini demirin
açılan sürgünün, itilen kapının
eldeki omuzdakinin
aman dinlemez sesini
beş yıldır beş uzun yıldır
birisi bir söğüt dikse
gölgesi basardı evlerin içini
bir salkım söğüttü baktım büyüttüm
yüreğimin toprağında hasreti
beş yıldır beş uzun yıldır
sesin örselenmiş, duruşun tetikte
bizim için seçilip ayrılmış
ipte kurutulmuş sözcüklerle
yalnız öyle sözcüklerle
konuşuruz, konuşmak denirse
ne bir kıvrım ne renk ne sıcak bir hece
– nasılsın
– iyiyim
beş yıldır beş uzun yıldır
desemdi
koçağım bir tanem evimin direği
sakladım, duyarlar, istemem.
baktım ki sesim buruşmuş
gelir bir gün gelir bir gün
bir gün siler parlatırım
“bilirim
susmayacak kalb-i viranımdaki kuş”
•kitapta her öykünün başında yer alan şiirler daha sonra "toplu şiirler" de "42 gün şiirleri" başlığında bir araya getirilir.
•soysal ekinci de biri yitik iki ülke'de yer verir bu "42 öl öl diril gece gündüz"e:
"nasıl geçtiyse elime o gece
sayfa sayfa, satır satır, hece hece
içmişim
bir bardak şekerli su gibi açlık grevinde
ve saman sarısı yapraklara dizilmiş ince kum
taneleri üzerinde
dörtnala giden yorgun gözlerimden
kan izleri bırakarak geçmişim
acının kızgın çöllerini
halkın kestiği kızıl bir değnekle arşınlayan dervişler
üç gelenek bellemişler zulmün karşısında:
kaçış
boyun eğiş
ve direniş "
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap