*

  • the illusionist'den tanidigimiz neil burger'in tim robbins'i de kattigi son calismasi.

    irak'ta yaralanma sonrasi geri dondukleri yasamlarina uyum saglamaya calisan uc asker'in yol arkadasligini anlatan, bu tonlu yumusak tonlu filminde wedding crasher's da dikkat ceken rachel mcadams ve yuzu goruldugunde bilahare hatirlanan michael peña var. film muziklerinde zamanimizin en underrated sanatcilarindan olan sarah maclachlan'in eski bir sarkisinin kullanilmasi da bir detay.
  • çok dürüst bir film. klasik; vietnam'da ya da ırak'ta savaşmış, ülkesine döndüğünde depresyona girmiş kahraman asker hikayesi yok bu filmde. 3 insanın öyküsünü, olabildiğince yalın anlatmış. rachel mcadams çok iyi, michael peña da iyi, tim robbins de öyle.
  • savaştan dönen askerler + yol hikayesi + kaybeden hayatlar = pek yeni bir şey söylemeyen seyirlik..
  • amerikan sineması'nda veteranların/savaş gazilerinin konu edildiği filmlerinin büyük kısmından atmosferi ve söyledikleri ile ayrılan, dikkate değer bir film.

    herşey bir yana, birleşik devletler'in deniz aşırı ülkelerde hangi emel ve niyetle yürüttüğü artık herkesin malumu olan bir savaştan dönen askerlere dair vıcık vıcık bir duygusallıktan eser yok bu filmde.

    oysa benzer filmlerin çoğunda sömürgeci savaşlarda yer almış ve "eve dönen" sıradan askerlerin acıları diğer herşeyin üstüne çıkar. fiziksel ya da duygusal olarak yaralı dönen bu askerlerin ne için savaştıkları, savaşta ne yaptıkları veya savaştıklarının durumlarının nice olduğu bu tür filmlerde hemen hemen hiç yer bulmaz. esas olan "eve dönen" adamın (hep erkektir zaten söz konusu kişi) çektiği acı ve ıstıraptır. filmin sonunda askerin ülkesi ve toplumu için katlanmak zorunda kaldığı ve kimi zaman hala vücudunda taşıdığı acıları, çekilen acılara mukabil toplumdan görmeyi umduğu kabullenme ve takdiri görememiş olmamaktan kaynaklı yaşadığı tatminsizliği, "kullanılmış" olma hissinin yarattığı burukluğu izler, "asker"e acırız.

    bu filmlerin önemli bir kısmında asker yaşadığı şey her ne olursa olsun, önceleri yaşadığı şeye karşı ne kadar isyankar davranırsa davransın, daha sonra yaşadığı şeyle barışır, yaşadığı şeyle gurur duymaya başlar, hatta cepheye geri döner. kimi zaman yine ülkesi için, kimi zaman da artık inandığı bir değer kalmamasına rağmen sırf cephe arkadaşları, yani yine diğer amerikalılar için...

    nihayetinde bu filmlerle izleyicide yaratılan veya yaratılmak istenen etki amerikalılar'ın ırak savaşı sırasında arabalarının tamponlarına yapıştırdığı "support our troops" yapıştırmalarında telkin edilen biçimdeki bir etkiden, "askerlerimizi destekleyin!"den öteye geçmez.

    yakın zamanda izlediğim ve yine post-ırak travmasını konu alan stop loss'da da durum, niyet böyle olmasa da aşağı yukarı böyleydi mesela.

    --- spoiler ---
    savaş sonrası travmanın mağduru olan ve terhis edilen asker, terhisi iptal edilip göreve çağrılınca firari oluyor, ama sonunda artık savaşa ve savaştıkları şeylere inanmasa da, arkadaşlarını yalnız bırakmamak için cepheye geri dönüyordu.
    --- spoiler ---

    üstelik filmde biz, yani izleyici de savaş muhariplerinin kendine munhasır bu muhafazakar tutumunu onaylar bir konuma mahkum ediliyorduk.

    "the lucky ones"'da böylesi bir atmosfer hakim değil. ağır bir havada ve bizi savaştan dönen amerikan askerleri için üzülür hale getiren bir film değil "the lucky ones", aksine mizahi yönün ve güldürü öğelerinin ağır bastığı bir film.

    film yaralandıkları için birer ay izin verilen ve daha önce tanışmadıkları halde yolları kendi ülkelerinde kesişen üç askerin hikayesi üzerine kurulu. bu üç askerin de hayatlarından ve dolayısıyla izinlerinden çok farklı beklentileri var. ancak tanıştıktan sonra karşılaştıkları zorluklar, onların ayrılmasını engelliyor ve evlerine dönmek için bile bir "birlik" gibi davranmak durumunda buluyorlar kendilerini.

    film bu aşamadan sonra bir yol hikayesine dönüşüyor. ama bilindik şekliyle bu yol hikayesinde askerleri daha iyi tanıyıp flashbacklerle onların yaşadığı zorlukları, yani bir bakıma "kahramanlıkları" görmüyoruz. yol boyunca askerlerin hikayesi doğrultusunda amerika'nın ahval ve şeraitine tanık oluyoruz.

    oğlu stanford üniversitesi'ne kabul edilen ama okula kayıt için gerekli yirmi bin dolarlık harcı nasıl toplayacağını kara kara düşünen bir baba, tek derdi işsiz kalmamak ve daha sonra doğru dürüst bir iş bulmak olan,
    ağzından "formasyon, uzmanlık, meslek" gibi kelimeler düşmeyen hispanik bir amerikalı, bir evi, ailesi olmayan ve kendince sığınabileceğini düşündüğü son yere ilerleyen bir kadın... yol boyunca karşılaştıkları sınıf karşıtlıkları, çelişkiler ve bunların sade bir mizahla sunuluşu...

    --- spoiler ---
    filmin sonunda askerlerin yolu cepheye dönüş yolunda yine kesişiyor, parasızlıktan ve mecburiyetten.
    --- spoiler ---

    yani hem en gerçekçi hem de en akla yatkın sebepten ötürü.

    ırak'ta süregiden savaşa (bizim açımızdan işgale) dair aslında doğrudan hemen hemen hiçbirşey söylemeyen ancak film boyunca meseleyi alttan alta hissettiren film, amerikan toplumunu ele alan samimi bir içe bakış olarak ilgiye değer bir nitelik taşıyor.
  • son zamanlarda izlediğim en samimi, en sade filmlerden. oyunculuklar da diyaloglar da dört dörtlüktü. herşey çok güzel olacak'ı neden sevdiysem bu filmi de o yüzden sevdim. film, ana karakterlerin başına gelen onca travmatik olaya ve acı dolu hayatlarına rağmen hikayesini ağdalı bir dram haline sokmadan, duygu sömürüsü yapmadan son derece naif bir dille anlatıyor. kesinlikle hiç sıkılmadan izlenen bir yol filmi. rachel mcadams'a aşık olması da bonusu.
  • yaralanan bacak sandalyenın uzerindedir, ve gozler kiliseye giren gruba kayar.o an imrenmenin en iyi anlattıldığı sahnelerden biridir.
    yazılacak çok şey vardır ,güzel filimdir vesselam;neil burger kanımca iyi bir metin çıkarmıştır.konsantrasyonumu 40 dakikalık seri'lere bile veremezken beni karşısında tutmuştur.
hesabın var mı? giriş yap