*

  • ismet özel'in bir zamanlar yazdığı gerçek hayat dergisinde çıkmış şiiri. okuyalım:

    isa golgota'ya çıkarken tökezlemeden önce
    önü sıra sendeleyip ayağı burkulan bendim
    yâr idim dulda saydı beni açmak isteyen gonca
    dert oldum hira'ya beni teskine geldi efendim

    ilk ben üşüdüm sonradır tur-i sina'daki sağnak
    dağa çıktım kurdu geberttim beni korkuttu keme
    çalmadığım kapı kalmadı can evimden taşarak
    duyan olmadı âvâzım ki desin hallaç kekeme

    ilenen oylumsuz kalır kargışın imza yeri boş
    aşka düşmek eceliyse bedeni coşturur anız
    ruh körelten çare bulmaz ilaç olmaz telâşlı döş
    pis mürekkeple çürük dil tokuşturanlardansanız

    kul beni bilmeyişin vakti ecelden kim sıyıra
    bir benim sayıklayan âdem'i imlâ eden adı
    bu yüzden bana değmeden dünyadan bir üvendire
    gittim çekip başımı gittim hakikat duraksadı.

    ismet özel
  • ‘ölüm kere ölüm / ölüm kare’ veyahut ‘ölüm cantabile’

    birincisinde “gittim çekip başımı gittim, hakikat duraksadı”; ikincisi, “yerimi yadırgadım/yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka” der. bunlar, ismet özel şiirinde geçerler. ilki, başlı başına bir şiirdir. diğeri üç firenk havası’nda en nefis dizelerdendir. ki, o şiirde kötü dize yoktur!

    - - - - - - - -

    ölüm, için iki sonuçtan bahsedebiliriz. ilki, ölümden sonra bir hayat olma ihtimali ve ikincisi de ölümle birlikte her şeyin bitmiş olması. bu iki konu çok uzun süredir tartışılıyor ve gerekli olan bu değil! ölümün kendisi bizzat bambaşka bir olay! teknik (tıbbi) anlamda 1 birim zamanda gerçekleşiyor ve geri döndürülemeyen bir süreç! dışarıdan belirli bir anda belirli bir etki olmadan da olsa, etkileri yaşlanmak ile ortaya çıkan bir sonuçtur ölmek ve hülasa;
    hepimiz öleceğiz! bunda bir sorun yok! ama ölüm üzerine düşünmeyecek değiliz ya? “anlamak özgür olmaktır”…

    ne diyor efendimiz baruch spinoza?

    << iyi ya da kötü üstündeki bilgi, kendisinden haberimiz oldukça bir sevinç ya da acı duygulanımından (affection) başka bir şey değildir. >>

    << iyi deyince, kesin olarak bize yararlı olduğunu bildiğimiz şeyi anlıyorum. kötü deyince, bir iyiliğin tadını almakta bize engel olacağını bildiğimiz şeyi anlıyorum. >>

    bunu ölüm için düşünebiliriz! ölüm eğer kötü bir şeyse şu halde bizi bir şeylerin tadını almaktan mahrum kılıyor. nedir o? yaşam! güzel, roger that! ölümü biliyoruz, ölümün kötü olduğunu da biliyoruz ve burada bir engelleme var. buradaki kötüden kastım, kötü bir durum değil, bu anlaşılmıştır zaten. söz gelimi pazar günü duş alacakken suların kesilmesi ile bir trafik kazasını tanımlarken dillendirilen kötü, “ilksel” olarak aynı şeyler değiller.

    ancak, akla gelebilecek olan her türlü kötü için bir engel söz konusu. şu halde kötü için verilecek olan tanım ‘istenilen, beğenilen nitelikte olmayan’ şeklinde olmamalı. türk dil kurumu bizi yemiş. kötü olan şey engeldir, şu halde engelleyen şeydir.

    spinoza devam ediyor: << herkes kendi tabiatının kanunlarına göre iyi olduğunu sandığı şeyi zorunlu olarak ister, kötü olduğunu sandığı şeyi zorunlu olarak istemez >>

    bu durumda biz ölümden kaçmayı zorunlu olarak istiyoruz, bu tabiatımız gereğidir çünkü ölüm kötüdür ve kötü olduğunu sandığımız şeyi zorunlu olarak istemiyoruz. bu,, bu bu bu ne kadar doğru olabilir?

    sonuçta, insanlar ilk olarak ne zaman “idrak” etmeye başladılar ölümün kötü bir şey olduğunu? diyelim ki ölen kişi ortadan kayboldu bir süre sonra, ve diyelim ki bunu görüp konunun kötü bir şey olduğu idrakine vardırlar diğerleri. ancak ne zaman ölüme engel olmak için bir çare (yani iyi olan şey) aramaya başladılar? ruh kavramı ya da belki din (herhangi bir din) içerisinde yer alan ölümle ilgili ritüeller ve inanışlar böylece mi oluştu? bunların cevabı zor olmakla birlikte, bildiğim bir şey var ki, herkes kendi tabiatının kanunlarına göre iyi olduğunu sandığı şeyi zorunlu olarak ister.

    söz gelimi? arzulanmayı arzulamak. kişinin tabiatına göre bu iyi bir şey ise, bunun için her yolu deneyecektir. böylesi bir yolda önüne çıkan her şeyi yok etmeye çalışması, bunu arzu etmesi de kendisine yeni sevinçlerin kapısını aşacaktır. ancak bir süre sonra görecektir ki, türettiği sevinçler “acınacak sevinçler” olmuştur. bu da ölümle paralel gidebilen bir şeydir. neden? çünkü spinoza’ya göre “insan sonlu bir varlıktır”.

    - - - - - - - -

    işin nihayetindeki matematikte, ölüm kere ölüm, ölüm kare eder evet ve sözü güzel abimiz descartes ile bitirelim: “insanın dünyanın düzenini değiştirmektense kendi arzularını değiştirmesi ve talihi yenmektense kendini yenmesi daha iyidir”.

    (bkz: yaşlanmak/#12933883)
    (bkz: yaşlanmak/#12739354)
  • of not being a jew kitabinin ilk siiridir, bir nevi önsöz.
  • edit: işbu entryde gecen bircok sey gecerliligini korumakla birlikte sozu edilen elestirmenle ilgili yazdığım on yargilı, üstten ve acımasız yorumalarım için uzuntu duyuyorum. elestiri sahibi oldukca nazik bir üslupla yazılı baskıda â ile yazıldığını belirtti. kendisine teşekkürü borç bilirim

    yıllar önce üniversite hocam bir sohbetimizde birkaç mısrasını söylemişti. bugünlerde aklıma geldi durup dururken ve internetten okuyayım dedim. okumaz olaydım, okuduktan sonra huzursuzluğum başladı efendim şöyle ki:
    "yar idim dulda saydı beni açmak isteyen gonca" dizesinde geçen "dulda" kelimesi anadolu yöresinde soğuktan korunaklı yer anlamında kullanılır. bu durumda ilk kelime olan yar, yâr -sevgili- anlamında değil, uçurum anlamında kullanılmış olması gerekir. fakat yine de tereddütte kaldım, araştırmaya karar verdim. kitabın basılı hali bende olmadığından internet üzerinden baktım. neredeyse birçok yer â ile kullanışına yer vermiş. hatta şiirin bir inceleme metnine rastladım, akıllara zarar. kendine eleştirmen, edebiyatçı diyen birisi kaleme almış derinden de incelemiş. bu noktada izninizle birkaç sitemde bulunmak istiyorum.
    birincisi yazılı kaynaklardan okumadığımız, internette bulduğumuz şiirleri veya metinleri istemeden de olsa tahrip ediyoruz. bu tahribat o kadar yüksek ki can yücel'in, cemal süreya'nın olmayan şiirleri kitap yaptırmak mı dersiniz, malum edebiyat(!) dergisinin bu aforizmalı dizeleri basmaları mı dersiniz ne ararsanız gırla gidiyor. bu da ileride basılı kaynakların, ilk baskıların çok daha değerli olacağını gösteriyor.
    ikincisi ve en acısı olan da profesyonellerin hataları. ben bunu kabul edemiyorum. bir uzman düşünün ki şiirin sayfalarca eleştirisini yapsın ama ne şiirin orijinal yazılışını bilsin ne de cümlede geçen yöresel bir kelimeden anlam çıkarabilirsin. bizler bu konuda mesleki bir ilişkimiz yoksa hata yapabiliriz. fakat bir eleştirmen bunu yapamaz. ilkokul türkçe paragraf sorularında eleştirmenlerin ne denli önemli olduğu anlatılırdı hep. kötü edebiyat, şikayet ettiğimiz kağıt israfları; kötü okuyucu kadar kötü eleştirmenlerin de sonucudur. türkçe öğretmenimiz yöresel kelimeleri yazmamızı isteyen ödevler verirdi. onları tasniflerdi. bu işine saygı duymaktır, sorumluluk almaktır. yoksa sivas'ın bir ilçesinin bir köy okulunda neden bu kadar uğraşır insan? iyi okuyucular yetiştirmek için, var olsun.
    üçüncü olarak yıllardır istenmeyen akraba gibi bir davet edilen bir kovulan "â" ile derdim var. görmüyor musun tedekam bunları. konuşurken iyi hoş da okurken nasıl ayırt edelim biz bunları. artık sev bu â'yi.
    buraya kadar okuduysanız beni sabrınızdan öperim
hesabın var mı? giriş yap