• "hatırlıyorum da, bütün bu zaman boyunca , yüzlerce arkadaşım olsa da yalnızlığın en korkuncunu yaşadım ve o sonunda o yalnızlığı da sever hale geldim. ruhsal yalnızlığımla, bütün geçmişimi gözden geçirdim, en ince ayrıntısına kadar her şeyi zihnimde evirip çevirip, geçmişimi tarttım, kendimi katı amansız bir yargılamaya tabi tuttum ve hatta bazen beni böyle yalnızlalaştırdığı için kaderime şükrettim.

    çünkü aksi taktirde, ne böyle kendimi sorgulayabilecek ne de geçmiş yaşamımı böylesine titiz gözden geçirebilecektim. ne umutlar beslemedi ki yüreğim o günlerde. bundan sonra hayatımda , önceki yanılgılarıma düşmeyeceğimi düşündüm, kararlar aldım, yeminler ettim. gelecek için kendime bir plan çizdim ve buna uyacağıma ant içtim. bir kez daha içimde, bu plana uyacağıma, uyabileceğime dair körü körüne bir inanç filizkendi... sabırsızca özgürlümü bekledim, çabuk gelmesi için ona seslendim, yeni bir mücadelede kendimi denemek istedim. bazen sabırsızlık içinde kıvranıyordum. ama bütün bunları yazmamın nedeni, her kim olursa olsun, hayatının baharında cezaevine gönderilen birinin beni anlayacağına inanmamdandır. çünkü aynı şeyler mutlaka ona da olmuştur."

    dostoyevski - ölüler evinden anılar
  • insanın her duruma alışabileceğini, yapamam dediği herşeyi zor durumda kaldığı zaman yapabileceğini anlatan dostoyevski romanı.
  • dostoyevskinin 1849'da gönderildiği sibirya sürgününden sonra 1861-1862 yılları arasında vremya adlı dergide yazdığı ölüler evinden anıları, hapishane hayatında geçirdiği günlerini anlatır.

    dostoyevski kendisini "alexander petroviç" olarak ifade eder. dönemin rusyadaki sürgün hayatının içinde bulacağınız bir roman.

    roman'da soylu mahkumlar ile köle olan mahkumlarin arasindaki ilişki önemli bir yer tutar.
  • dostoyevski'nin kendi sürgün hayatını eski bir merhum mahkumun günlüğündenmiş gibi anlattığı romanıdır. genel itibariyle klasik dostoyevski romanı diyebiliriz çünkü hapishaneye gelen keçinin bile bir sayfa tasviri ve hikayesi vardır ama güzeldir.

    genel olarak mahpus hayatının ne kadar korkunç olduğunu gözler önüne sermiştir. otuz metrekare bir oda, ranzalar, tuvalet havalandırması gibi küçük tek bir pencere, aydınlatma için hayvan yağından mumlar ve kokusu, sigara(çubuk) dumanı, kavga, gürültü, bağırışma, alkol.... gerçekten kitabı bitirene kadar mahpus hayatı yaşatıyor insana.

    starover, staroobyradets akımlarından bahsetmiştir. mahpusların çoğunu nefsi isteklerin kölesi olmuş insanlar olarak tanımladığı gibi bir çok yerde nefsi arzuların peşinden gitmenin insanı olmadığını ve sonunun iyiye gitmeyeceğini işlemiştir. dağıstanlı müslümanlardan (ali ve ağabeyleri) ve onların karakterlerinden bahsetmektedir. müslümanlık hakkında kayda değer olmasa da küçük çıkarımlar yapmaya müsaade edecek yorumları var. müslümanlara karşı önyargı vs. yok, hatta hristiyanlıkla ortak noktalarından bahsedip olumlu bir bakışı da vardır. "namus için katil olan ile zevk için katil olan aynı cezayı mı çekmeli?" sorgulamasıyla mahpusların adil bir şekilde infaz edilip edilmediğini sorgulamıştır . ilgilisi için; cizvitlerle ilgili bir kaç cümlesi var ki hakaret seviyesinde.. ve bunlar gibi bir çok konu hakkında dikkat çeken ifadeleri var. iyi okumalar.
  • "mahpusa gelince, mahpus toplum dışı olduğunu, amirlerine karşı mevki ve durumunu bilir. ama ne vurulan damgalar, ne takılan prangalar ona bir insan olduğunu unutturamaz. yani sırf bir insan olduğu için, ona da insanca davranılması gerekir. tanrım! 'insanca' davranış, senin kulun olmaktan çoktan bıkmış birini bile tekrar insanlaştırabilir. böyle "bahtsızlara" karşı elden geldiğince insanca davranmak gerek. kurtuluşları da, mutlulukları da sadece bundadır. bunu yapan iyi ve asil kalpli amirlere rastlamıştım. böyle bir davranışın düşük sayılan bu gibi insanlar üzerindeki etkisini de gördüm. birkaç şefkatli söz, mahpusların ruhça dirilmesine yeterdi. çocuklar gibi sevinirler, sonra da çocuklar gibi sevmeye başlarlardı. tuhaf bir noktayı daha belirteyim: mahpuslar, amirlerinin fazla laubali ve 'fazla' yumuşak olmalarından hoşlanmazlar. amirlerini mutlaka saymayı isterler, oysa bu durumda onları saymak ellerinden gelmez. her mahpus, yüce, göğsü nişanlarla dolu, yakışıklı amirin himayesinde bulunmayı ister; komutanının titiz, vakarlı, hak gözetir, onurlu bir adam olmasından pek hoşlanır. mahpuslar böyle adamlar için canlarını verirler: çünkü böyleleri onurlarını korur, onları incitmezler yani onlar için her şey daha iyi, daha güzel olur. "

    insan ruhunun içine dalıp, onu böylesine net anlayabilmek korkunç bir şey. başkalarının eğilimlerini ve içgüdülerini böylesine en ince ayrıntılarına, en karanlık noktalarına varıncaya dek anlayabilmek nasıl bir yetenek aklım almıyor. bunca şeyi böyle şaşmaz bir isabetle anlayıp kavrayabilmek dostoyevski' nin lanetiyken, bunları böyle basit ve sade anlatabilmesi de sanırım bu lanetten tek kurtuluştur. zehri kusmak gibi yazdıkları.

    buraya kadar kararsızdım ama burada yazmaya karar verdim. "senin kulun olmaktan çoktan bıkmış biri" nasıl böyle bir tanım yapılabilir? şu cümle, şu basit gibi görünen bir tanım benim önümde duran koca bir dağdır ve aynı heybetli bir dağ manzarısını seyreder gibi zevk alıyorum bu cümleyi düşünmekten şu an.
  • varlık yayınları tarafından 1969 yılında basılmış mis kokulu bir tanesini buldum ve aldım.

    okurken kendinizi mahpus damlarında bulabilirsiniz şaşırmayın. hemen kafanızda canlanıyor tüm yaşanılanlar.

    çarlık rusyasının karanlık zindanların da ne iğrenç yermiş.

    (bkz: dostoyevski)
  • “kim bilir ne gençlikler boşu boşuna bu duvarların arkasına gömülmüştü; ne kadar çok güç kuvvet burada bir hiç uğruna yok olup gitmişti! gerçeği görmek gerekir: bu adamların hepsi dikkate değer tiplerdi. belki de halkımızın en yeteneklileri, en güçlüleriydiler. ama bu kudretli yetenekler boşu boşuna yok olmuştu, geri dönüşü olmayan, anormal bir şekilde, haksız yere yok olmuştu. peki, bunun suçlusu kim? işte sorun buydu: suçlu kim?”

    1862 yılında yayımlanan “ölüler evinden anılar”; rusya’da toprak sahibi bir ailenin oğlu olan aleksandr petroviç goryançikov’in kıskançlık nedeniyle karısını öldürmesini ve 10 yıl sibirya’da kürek cezasına çarptırılmasını anlatmaktadır. eser; dostoyevski’nin kendi sürgün günlerini anlatan bir anı roman niteliğindedir. bu durum kitabın sonunda yer alan “hapishaneden ayrılış” bölümünden de anlaşılmaktadır.
  • şöyle muhteşem bir pasajın geçtiği kitap.
    "zulüm bir alışkanlıktır; insanda bu alışkanlığın kökleşmesi, sonunda hastalığa dönüşmesi mümkündür. sarsılmaz inancıma göre, en iyi bir insan bile alışkanlıkla, sanki bir hayvanmış gibi kabalaşıp o derece aptallaşabilir. kanla, kudretle mest olur; hoyratlığı, ahlaksızlığı, içindeki kötülüğü büsbütün geliştirir; aklı, duyguları kesinlikle doğal olmayan hareketleri yadırgamaz ve sonunda bundan zevk almaya başlar. bir zalimde hem insanlık, hem de vatandaşlık tamamıyla yok olmuştur; yeniden onurlu bir insan olması, pişmanlık duyup eski hayatına dönmesi hemen hemen imkânsızdır artık. işin asıl kötü yanı, böyle bir başına buyrukluk kolayca topluluğa sirayet edebilir; kudret, son derece ayartıcı bir şeydir. toplum da böyle bir etkiye kayıtsız kalırsa, bu alışkanlığın toplulukta kökleşmesi işten bile değildir."
  • başlığının türkçeye yanlış çevrildiğini düşündüğüm dostoyevski romanı. zira orijinal adı olan “zapiski iz myortvogo doma” başlığında ölü olan ev, insanlar değil. zapiski de notlar demek, anılar değil. romanın başlığı “ölü evden notlar” olarak çevrilmeliydi. çevirmen inisiyatifi bir yere kadar.
hesabın var mı? giriş yap