• (bkz: cennet)
    (bkz: cehennem)
  • yunan mitolojisi'nde hades ve karısı persephone'nin -onlar da malum mısır, iran, sümer ve hitit'ten adapte edilmiştir- diz bağlarını gevşeten yeraltı dünyaları... ruhların diyarı, kimi zaman da salt ölümsüzlüğü değil, kış aylarını da simgelerler...
  • (bkz: tuonela)
    (bkz: #2152368)
  • (bkz: niflheim)
    (bkz: annwn)
    (bkz: aaru)
    (bkz: duat)
    (bkz: xibalba)
  • p.c. cast ın bahar tanrıçası kitabında seyehata oldukça uygun görülen turistik belde.
  • (bkz: necropolis)
  • "mühür gibi koy beni yüreğinin üstünde
    mühür gibi kolunun üstüne
    çünkü ölüm gibi güçlüdür sevi
    ölüler ülkesi gibi sarptır tutku
    ve alev yanığıdır yanıkları
    yhvh'nin alevi" neşideler neşidesi
  • persephone ve geceler

    "ölüler ülkesinde bir şey yiyenlerin yeryüzüne çıkma hakları bulunmamaktadır.”

    bazı geceler -özellikle gökte yıldızların iyice belirginleştiği geceler- temiz yatağımda huzurlu uykularımı deşen ve ruhumda hala izleri olan hatıraları anımsıyorum.

    birileri isteyerek veya istemeyerek uykularımı lanetlemiş olmalı. öfkem gecenin karanlığına inat güneş gibi parlarken, nefrete dönüşmesin diye hayli uzun geceler sonunda adalet terazisine yaşananları çok kez koydum. unutamamak büyük bir belaysa, bir insana kötü hatırları unutturmamak daha günah olmalı. yaralar deşilmemeli, bazı kapılardan geçilmemeli, her doğru her insana söylenmemeli.

    hissetmekten ibaretim zaten. ölmeyi de hissetmeli insan. yavaş yavaş ölüyorum. zihnimin sancısı karın boşluğuma yansıyor. oysa kelebekler uçuşurdu orada.. şimdi uçan kelebekleri öldürmek suretiyle avlarım. onları ben; beni ise ölüler ülkesi öldürdü. duyulmayan sesim, işitilmeyen çığlığım, hırçın bakışlarım ve bir ölünün başında sessizce akıttığım gözyaşlarım. ölüler ülkesinin persefonisi.

    çok söyledim anneme “hadi gidelim artık buradan, bak anne bu sevgi seni öldürecek, bu farkında olmayış sadece senin değil hepimizin sonu olacak.. yapma anne.. gideriz anne.. katlanmak zorunda değiliz tüm bunlara..hep birlikte çıkarız bu işin içinden.. birlikte ne kadar güçlüyüz görmüyor musun..” hiçbir zaman annesine ölümüne bağlı bir insan olmadım. hatta anne sevgisi ne diye sorsanız bir erkek için sayfalarca yazı yazabilecek olan ben, anne sevgisinin ne anlama geldiğini hala bilmiyorum. benimki anne sevgisi değildi, eziyet ve zulüm gören bir kadına el uzatıştı. katlanamıyordum. aptal yerine konulmaya her şeyin bir lütuf olarak sunulmasına ve hepsinden öte özgürlüğümüzün elinden alınmasına. o bir narsistti. benim hayatımın başrolü ve bütün güzel duyguların katili.

    ölüler ülkesinde sıradan bir gece değil.. çok ağladım o gece. varlığımı gecelere borçluyum. başımıza o günden sonra nelerin geleceğini bilircesine ağladım. ondan önceki tüm gecelerin ahı o geceye tayin edilmişti ve ben gerçekle koyun koyuna ağladım. bir evrak bulmuştu annem, bir tapu senedi. arabanın izbe bir köşesine iliştirilmiş bir kağıt parçası. okuldan gelmiş bir şeyler yemeye yeltenmişken elinde gün gibi sallıyordu gelecek kötü günleri. yutkunmadım.

    evet biri vardı.. biliyorduk. ama kimdi? bunca yalana değer miydi? kimin için üzüyordu bizi ve hiç çekinmeden yerden yere vuruyordu karakterimizi?
    hiç bozuntuya vermeden ve annemi sakinleştirmek istercesine “ya yenidir belki söyleyecek fırsatı olmamıştır” dedim. kavgalılardı. sabah “siz bana iftira atıyorsunuz kalbiniz kirlenmiş sizin..yalnız kalın da aklınız başınıza gelsin” diyerek cehennem olup gitmişti evden babam. çok bencildi. bencil olmamayı ondan öğrendim. saygı duymayı ondan öğrendim. daha doğrusu bana kim olmak istemediğimi öğretti hep.

    gün doğana kadar haritalardan evin yerini aradım. uydu görüntülerine baktım. yakındı. inşaat görünüyordu. bana kalsa oraya gidecektik ve hiçbir şey bulamayacaktık, ben 10'daki dersime girip, sonra dersten çıkıp kızlarla kahve içerken saçma bir anı olarak anlatacaktım bunları. gülüp geçecektik. buna inanmak kolaydı, böyle yaşanmasını istercesine hazırlık yapmak sadece polyanacılıktı. sabah kalkıp şiş gözlerime buz koyarken, geceyi kötü bir rüya olarak anımsadım. kapatıcıyı göz altlarıma bol bol sürerken hiç yaşamasın istedim. hatta yapmadığım kadar makyaj yaptım, en güzel kıyafetlerimi giydim. savaş boyalarımı sürmüştüm.. benim için makyaj yapmak güçlü olmaktı, buna inanıyordum.

    kağıttaki adrese doğru yol aldık, binaya girdik. babamın adının yazdığı listedeki zilllerden birine basarak hem de.. o dakikadan sonra yaşanan her şey gerçek olmayacak kadar hikaye gibiydi. kata çıktığımızda babamın ayakkabılarını görüşüm.. oraya yığılışım, güçlü olmaya çalışmam, annemin içeriye girişi. hala zihnimde karmakarışık olaylar silsilesi. hangisi önce hangisini sonra yaşandı tüm bu olayların akıl terazime oturmuyor. bildiğim tek bir doğru varsa o da diğer kardeşlerim değil de iyi ki ben vardım annemin yanında.. ben olmasaydım, hasbel kader yalnız gitmiş olsaydı, annemin cenazesini alacağımdan adım kadar eminim artık.

    kader inancında tesadüf denen şey yok. ben olmalıydım, ben yaşamalı, ben destek çıkmalı ve güçlü kalmalıydım. allah'ın benim kaderime yazdığı görev buydu o sabah. fazla farkında olmanın ve sürekli dile getirilen sözleri-hareketleri anlamlandırmanın bedelini çok ağır ödedim. en fazla o gün belki de..

    gerçekleri gün gibi haykırmak kolaydı? ama pratikte kanlı canlı yaşarken, oradan annemin cesedini sürüklercesine çıkarmak.. babam öfkeyle üstüme yürürken “senin başının altından çıktı bunlar, sen getirdin onu buraya, hadsiz köpek!! öldürücem seni elimde kalacaksın!!” derken bir babanın nefretini, annemin gözyaşlarını ve hayatımın travmasını kazandım. her sikim olaya travma demek hoşuma gitmiyor. yüzleşme miydi? yüzleşmeden kaçmak mı doğrusu.. bilemiyorum.. bildiklerim yanıldıklarıma yetmiyor zaten.

    babam tatlı dilli bir adamdı. çok bencil ama. beni sevgisiz bıraktığını iddia edemem fakat bazı geceler yaptıklarını sindiremiyorum. ona teşekkür mü etmeli yoksa alayına isyan mı etmeli.. hakkımı almak için karşısına mı dikilmeli “bana ne yaptığını görüyor musun” mu demeliyim.. baba sen benim insanlığımın ve güven duygumun, huzurlu uykularımın katilisin” yüzüne bunu haykırabilmeyi dilerdim. herkesi aptal yerine koyduğu için nefret mi duymalıyım.. yoksa yalanlarını ortaya çıkardığım için kendimi şanslı mı hissetmeliyim.. ben niye yaşıtlarım gibi aşk acısı falan çekip, netlixe düşüp, ne biliyim alışveriş yapıp rahatlamıyorum..çok şeyden alacaklıyım esasında... ama neden zihnimden bunları kovamıyorum.. kimselere anlatamazken -ve artık bıkmışken- celladım oluyor bu düşünceler geceleri. ne bıçaklar batıyor ruhuma oluk oluk kanıyorum ve bu gece en zor gecelerden biri. ölüler ülkesinde yemek yemenin bedeli ağırdır..
    ortadoğu cehennemdir.. bilirsin.

    ……
hesabın var mı? giriş yap