• cehennemin öbür adıdır ahmed arif'e göre. "üşüyorum kapama gözlerini" der üstad.

    bence yokluğun, yoklama kağıdında sayılmayan imzamdır, hoca tarafından rastgele üstü çizilen.
  • yokluğun; sıcak bira, gazı kaçmış gazoz, erimiş dondurma. manasızlığın diğer adı.
  • yokluğun tek gidiş bilet. hem de tekerlek üstü. üstelik koridor.
  • bir romanı kumsala yazmak yokluğun, ve aniden denizin delirmesi, yeşil dalgayı yakalayamama. her daim kırmızı ışıkta durma mecburiyeti, hayatın her caddesinde üstelik.
  • yokluğun, yağmur yağmamasına rağmen ıslanmak, yağdığı halde şemsiyeye gerek duymamak. yokluğun yağmura maya çalmak, silgi kokulu. çocukluğumun suratında öğretmen izi.
  • yokluğun, yok devenin bale pabucu zamanlarındaki gülümsemedir. yokluğun kendi kendime oynadığım pes. ama çiviyle oynananı hani. beynime kazıdığım, aklımdan çıkaramadığım.
  • yokluğun, cep telefonun olmadığı zamanlardan kalma. cebimde hiç bir şey olmadığı zamanlardan. para dahil, afrika ise hala hariçti son mısralarda.
    yokluğun , umutlarım giderken sonsuza.
  • sensizliğim. başka bir tanımı yok yokluğun.
  • kalbimde kaynayan bir sıkıntı, dipten temelden benliğimi kemiriyordu. haykırmak isterken sesin çıkmayışı, güneşin yaktığı bir çölde kupkuru dudaklarının çatlayışı, talihsiz bir umutla nefes almaya çabalarken üzerinden aşarak seni boğan dalgalar... ruhum dört mevsimi bir arada yaşıyordu sanki ama her biri hoyrat her biri amansız, uzandığım her yerde elime dikenler batıyor, gözyaşı kalmayınca kurumuş gözkapaklarım gözlerimi dağlıyordu.

    hayatı beraber yaşadık, beraber nefes aldık, diğeri çarpmadan sessizce bekleyen kalpler, verilen en ufak üzüntüde hüzünle titrerdi, ellerim ellerini bulamadığında ne yapacağını şaşırırdı. yokluğunu düşündükçe kendimi uçurumlardan attığımı hayal ederdim, en koyu karanlıkta hiç bir ses ve ışık olmadan acıyla kıvrandığımı. kanayan yaralarım kabuk bile bağlamazdı, hep kanardı, tuzla ovarlarmış gibi canım acırdı. yokluğunu düşünmek bile kalbimi sıkan demirden bir pençeydi.

    şimdi sessiz ve karanlık bir odada tek başımayım, cırcır böcekleri bile benden bir hayat belirtisi duyabilmek için sustular, yıldızlar bulutların arkasına saklandı ve ben, yaşamak için bir neden göremiyorum. derinlere çekilen, boğulan bir insan gibi, son nefesimi bırakmak üzereyim, yokluğun birazdan gözlerimde kalan son feri de çekip alacak.

    yaşamın anlamı olmayınca yaşamanın da anlamı kalmıyormuş, güçsüz parmaklarımın arasından kayıp giden sen, tutunduğum son dal, baharda açacak bir çiçeği bekler gibi beklediğim sen, fırtınalı bir gecede ufukta beliren deniz feneri, kabus görüp uyandığımda ruhumu okşayan dudakların, şimdi yoksunuz ve yokluğun, suyun, güneşin, toprağın yokluğu gibi beni yerden yere vuruyor. yok oluyorum, tenim ürperiyor, gözkapaklarım son kez kapanıyor, yokluğunla cezalandırılmış dünyama bakmayı reddediyor. gece, tüm varlıklara kapılarını kapatıp kabuğuna çekilmiş bir kaplumbağanın sabahı göremeden ölmesi gibi, ölüyorum.

    ...

    allahtan, epey zaman sonra, hissettiğim bu rezil şeyleri tekrar düşündüğümde, "vay mına koyım" dedim. uyuşturucu gibi, fiziksel ve psikolojik olarak bağımlılık yaratan nesnelerin yokluğunda, insan bir krize giriyordu. zararsız gözüken alışkanlıklar, ona anlam yüklendikçe sizi siz olmaktan çıkarıyor, bir bağımlı, bir hizmetkar haline getiriyordu.

    tam olarak çözemiyordum ama, insan neden kendi kendine böylesi bir tutsaklığa boyun eğer, hatta özgür olduğunda bile ağlaya zırlaya hücresine geri dönmek ister. sike sürülecek aklı olmayan insan ırkının neredeyse tamamı bu soruyu ve cevabını henüz aklına bile getirmemiş durumda. hayır, ben bilmemne gezegeninden, insanlar üzerinde araştırma yapmak için gönderilmiş dört kollu iki götlü bir uzaylı değilim. ancak, kafalarında yarattıkları insan olsun, tanrı olsun herhangi bir şeye bu kadar tapınmaları çok ilginç.

    kendi yarattığı varlığın yokluğunda destanlar yazabilecek potansiyel edebiyatçılar, duygu taciri ağlak şairler, aslında yalnız kalınca çektikleri acıdan zevk alan, ama bunun farkında olmayan türlü insan çevremizde mevcut. duyguların hükmettiği insan aslında eksik bir insandır. martıya, günbatımına, gece karanlığına, ota boka anlam yükleyebilecek durumdaki insan, zaten "bir şey görsem de anlam yüklesem" insanıdır.
    sevgili sahibi olduklarında sevgilinin adı önemsizdir onlar için, ayşe, fatma, nazlı, onlar için özel bir insan değildir, olamazlar da. onlar sadece sevgiliye anlam yükler, yokluğunda alkol alarak ağlarlar ve bir zaman geçtikten sonra başka bir sevgili yaratırlar.

    her insan mutlu olmak ister ve mutlu olacağı şekilde yaşar, kimi yokluğunda mum yakarak şarap içer, kimi kafasını duvarlara vurur, kimi bir bara giderek manita arar, herkes kendi tercihini bilerek ve isteyerek yapmaktadır. konu çok karıştı, esas siki sokmak lazımdır diyor, sevgili için de varlığı bir dert yokluğu yara diyerek yazımı noktalıyorum.
  • yokluğun; yokluğum.
hesabın var mı? giriş yap