• değerli bir yazarın ellinden dört dörtlük aktarılmış. dört dörtlük bir tarif olmuş. yazıyı okuduğumda vicdan solcusunun 'neden vicdan solcusu' olduğu çok güzel anlatılmış. bu açıdan benim zihnimde bir bütünlük oluşturdu ve bazı eksikleri kapattı.

    bununla birlikte solun vicdan ve siyaset arasında bir tercih yapmak zorunda olmadığı; bilakis solun vicdandan hareket etmesi gerektiğinin altı da çizilmiş. bir diğer yandan, eleştirilen vicdan solcusunun direnişi vicdana hapsetmesi, kadükleştirmesi...

    nitekim solu vicdanı hapsedenler yanılmaya mahkumdur kanımca. asıl vicdanı körelmeyecek olan, solu vicdana hapsetmeyen, onunla sınırlandırmayandır...

    bu bakımdan şu güzel yazıyı yazan dostumuzun ellerine sağlık olsun diyorum.
    http://www.birgun.net/…10&year=2011&month=02&day=07

    benim de naçizane benzer bir kelamım olmuştu.

    (bkz: yıldırım türker/@polocan)
  • yıldırım türker'e denmesinin yegane örneği olarak gösterilen yazının hangi tartışmalar içinde, hangi somut durumda yazıldığını atlamak herhalde politik bilinçle örülmüş bir aklın ürünüydü. avcı da cemaat yapılanmasını ortaya çıkartan bir kahraman. üçüncü yükselişinde yeniden önümüze cesaret timsali diye konulan bir mürit. niyeti bozuk bir operasyonun yegane kurbanı, mağduru.
  • valla daha once de soyledim, gene soylerim. marksizm, yani sol, evvela ahlaki bir tercihtir. insanlarin esit sartlarda, esit olanaklara sahip olmasi gerektigi iddiasi her seyden evvel vicdani bir iddiadir. bunun ille boyle olmasi gerektigini bize soyleyen tek bir kaide yok. tam tersi, (toplumsal) evrenin hiyerarsi kurmaya temayul ettigini soyleyen onlarca dogal ve toplumsal kuram var. buna ragmen, salt felsefi bir konumdan esitlikci bir toplum ozlemini dile getirmek ve bunun mumkun oldugunu savlamak icin siginabilecegimiz tek bir yer var. o da vicdan; vicdanli olmak.

    vicdanli olmak rasyonel dusunceden vazgecmek anlamina gelmez. bunlar birbirlerinin ikamesi degildir. bilakis, toplumsal yasamin yapisal kisitlarinin ayirdina varmak icin evvela bu kisitlari aciga cikaracagimiz sorulari sormamiz gerekir. marksizmin yaptigi tam da budur. onumuzde muazzam derecede karmasik bir toplumsal dizge var. ve bu dizge belirsizliklerle, cesitliliklerle, duzensizliklerle maruf. buna ragmen son uc yuzyildir her gun kendini yeniden uretiyor. bunun ilkelerini tespit edebilmek, bu dizge ile nasil mucadele edilmesi gerektiginin onkosuludur.

    fakat bu dizge ile neden mucadele etmek gerekir? benim aklima 'cunku vicdan aksine musaade etmiyor'dan baska bir yanit gelmiyor. oyleyse, sol ile vicdan birbirinden ayri dusunulemez bir ikilidir.

    'vicdan solculugu' gibi bir kavrami one surmek dahi sol'un temel derdinin tam olarak ozunsenmemis oldugunu isaret ediyor. vicdan, manali yahut manasiz bir acimak duygusu degildir. bir akil tutulmasi degildir. usdisiliga ovgu degildir. vicdan, bilakis, hakca olmayana karsi durmak demektir. hak talep etmektir. vicdan, haktir.

    vicdan, sol'un dahi taleplerini yahut gerceklestirmeyi tasarladiklarini hakca muhasebe etmektir.

    sol, vicdandan beslenir; vicdanla kendine ceki duzen verir.

    hulasa, "vicdan solculugu"nun karsisina alternatif bir sol anlayis koymaniz mumkun degildir: zira ya artik "sol"dan konusmuyorsunuz demektir; yahut vicdaniniz samimi degildir.
  • kavram hakkında birgün gazetesinde çıkan yazıyı okudum. aslında sürekli duymama rağmen karşılığının ne olduğunu tam anlamdıramamış, kendi içimde anlamdırdığım haliyle mantıklı olabilecek yanlarını görmüş olmama rağmen rahatsız oldum. (burada yazacaklarım da, bir gazete olarak birgün'e değer veren, varlığını önemli bulan bir yazar tarafından dillendiriliyor olduğu, bilinsin.)

    ilk önce, yıldırım türker- fuko postyapısalcılık ve vicdan meselesine girip, işte yıldırım türker bu fuko denen postçulara dayanıp vicdan solculuğu yapıyor söylemi, biraz yanlış olmuş. zira fuko dediğimiz adam, entelektuelin siyasi işlevi adlı kitabında açık seçik marxism'den devralınmış "entelektuelin bir vicdan ve bilinç temsili olarak toplumun bireyseldeki görünümü" işlevini eleştirir. yani o senin ortodoks marxismden devraldığın yanlış analojin. yıldırım türker, bir grubun, kesimin, partinin adına konuşmaz, konuştuğunu iddia etmez. bu onun taraf olmadığını, ezilene omuz vermediğini göstermez, örgütlülüğe karşı olduğunu ise hiç mi hiç göstermez.

    "x, y, z postapısalcı yolda yürür, vicdanıyla konuşur, saçmalar" söylemi de garip. zira aynı fuko, katolik ahlakın günah çıkartma sekanslarından modern topluma geçiş sürecinde "bireysel vicdanın" iktidar odaklarınca nasıl siyasallaştırılıp mevcut düzene alet edildiğini resmetmiş nadide bir kardeşimizdir. ve hatta şöyle der: " vicdanın ve ruhların yönlendirilmesi esnasında gelişen ve vicdan muhasebesiyle, günah çıkarmayla elde edilen bu hakikat üretimi, bir anlamda çobanın sürüsüyle ve sürüsünün her bir üyesiyle olan sürekli bağını oluşturur."*

    e ne olacak o zaman? vicdanı red mi edeceğiz? hayır. kendi adıma netleştireyim.

    ben iktidarın vicdan, saygı, sevgi, hoşgörü vb. evrenselleştikçe içi boşaltılan bütün kavramlarından nefret ediyorum. dünyada vicdan mefhumunu en çok kullanan ülkelerin vahşeti bir kimlik haline getirerek bu dolup taşan sevgilerinin içine evrensel meşru şiddeti ölesiye faş etmiş olmalarının tesadüf olmadığını biliyorum. onların vicdanı evrensel şiddet içerir. benim vicdanım onların şiddetinize direnir ve şiddetinin kaynağını da onların evrensel hayvanlığından alır.

    ama mücadelemi küreselin vicdanına karşı, kendi etikle yoğrulmuş vicdanımı ortaya koyarak, örgütlü sınıf mücadelesiyle, anti-militarizmle, cinsel özgürlük, çevre sorunları, göçmen dayanışmasıyla birlikte devrimci sınıfı "sanayi proleterleri" sınıfına ve ekonomi politiğin özgürlükten nasibini alamamış alanına sıkıştırıp geriye kalan herkesi köhnemiş küçük burjuva retoriğinin altına sıkıştırmadan yapıyorum. ve evet, ben vicdan solcusu tanımını yapsa idim, populist vicdanını iktidarın kendisine öğrettiğinin dışına taşmadan kullanan solcu olarak tanımlardım.

    şimdi kalkmış işçiyle bağ kurmaktan bahsediyorsunuz. yahu işçi dediğin o vicdani solcu diye aşağıladığın adamın kendisi. benim, ssk'da çalışan teyfik abi, evde köpek gibi çalışan nalan teyze. biz boşuna mı kafa emekçisi, ev emekçisi, mühendisler, beyaz yakalılar da emekçidir, işçi sınıfı tekrar tanımlanmak durumundadır diyoruz. yahu siz neredesiniz?

    ütopik sosyalizm, vicdan solculuğu göndermelerinde ise şahane yanlış bilgiler var. mesele örgütlülüğe yukardan bakmak değil yeğen, mesele örgüt, parti, lider fetişizmini, bürokrasiyi eleştirmek. zira ütopik sosyalizm dediğiniz eğer anarşizm ise, örgütlülüğün öz olanını her alanda, çoğu zaman ortodoks marxisme karşı savunarak, iktidarı partiden halka vermeyi amaçlayan şekilde yapanlar o sizin beğenmediğiniz ütopik sosyalistlerdi. anlaşılan yenilgilerden nasip alınamamış, alınamadığı gibi, yine üzücü biçimde bilimsel sosyalizmin katı parti fetişizmine malup olunmuş.

    benim örgütlülüğümü, adı parti olmayan bir topluluk ile mücadele etmeyi neden tercih ettiğimi kimse sorgulayamaz. ama sen neden beni örgütleyemediğini kendine sorabilirsin. sorasın ki, kendini geliştirebilesin. ha niyet okuyup kimi insanların hatalı/yanlışlanabilir kanaatlerinden yola çıkarak büyük anlatıları ve insanları eleştirmeden önce, dönüp kendi yanlış kanaatlerimizden yaftalandığımız etiketleri okusak, analojinin nasıl gudik yapıldığını bir kere daha görürdük. gariptir ki o etiketlerin de karşısında duran yine bendim. sezen aksu ile yıldırım türker'i aynı kefeye koyan bir kavramı da kusura bakmayın ama, rakı masasında meze yapıp yerim ben. (ve hatta yedikten sonra dönüp arkama bakmam bile)
  • vicdan solculuğuna alternatif olarak sunulanın akıl solculuğu(?) olması da, düşündürücü. yine beğenmediğiniz adamlar ders verecek anlaşılan:

    (bkz: akıllı adam referandumda evet der/@myneminene)

    soru: hangi akıl, hangi vicdan?
  • konunun fuko bağlamındaki ayrıntıları son derece açıklayıcı ve tatmin edici bir şekilde anlatılmış. ben de bu kısımdan kendi çapımda devam edip ayrıntılı olarak değinilmesi gerektiğini düşündüğüm politik altyapı /bilinç ve bütünleyicisi olarak lanse edilen örgütlülük meselesine değineceğim.

    bilimsel sosyalizmin sert parti anlayışı ve işçi sınıfının siyasal eylemliliğe geçmediği sürece kazanmasının mümkün olmadığı tezi bundan yaklaşık 131 yıl önce engels tarafından dile getirildiğinde ana tema "devletin proletarya tarafından ele geçirilmesi ve üretimdeki anarşinin sona erdiği andan itibaren devletin sönmesi " 'dir. devletin bizatihi bütün kötülüklerin kaynağı olduğu ve yıkılmasının devrimin başarıya ulaşması için başlangıç noktası olduğu iddiası, bilimsel sosyalizm tarafından proletaryanın hakim sınıf olarak iktidarını burjuvaziye dayatması , kendini kurtarması ; akabinde sınıfsal temelde varlık nedenini yitiren devletin yıkılmasıyla devrimin son aşaması olduğu öne sürülerek eleştirildi. bütün bu anlatılanlar zamanında engels ve marks tarafından o dönemde gereklilik duydukları savunma refleksleriyle hararetle savunuldu, ütopik sosyalizmin taraftarı, küçük burjuva ve karşı-devrimci olarak nitelenen anarşistlerin varlığı ve politik bilinçleri epeyce sorgulandı. oysa, gözden kaçırılan esas nokta, işçi sınıfına ait siyasal bir parti içerisinde sınıf savaşını savunan bilimsel sosyalizmin örgütlenme olgusunu da bu dar çerçevede ele almış olmasıdır. oysa örgütlenme, her şeyden önce bireysel, daha sonra da toplumsal bir ihtiyaçtır. pekala, bu tanımdan yola çıkarsak, örgütlenmenin içini nasıl dolduracağız ve ütopik sosyalistlerin karşı çıktığı siyasal parti örgütlenmesindeki başat etken nedir?

    o başat etken, örgütlenmenin otoritesiz olamayacağı düşüncesidir. açık ve net. buradan hareketle, örgütlenmeye ilişkin errico malatesta'dan bir alıntı yaparsak sanırım daha aydınlatıcı olacak:

    "örgütlenmenin karşısında yer alanların temel hatası, örgütlenmenin otoritesiz kurulamayacağına inanmalarıdır.

    bize öyle geliyor ki örgütlenme, yani belirli bir amaç için kurulan ve bu amaca ulaşmak için gereken yapı ve araçlara sahip olan birlik, sosyal yaşamın zorunlu bir yanıdır. kendini toplumdan tecrit eden insan, bir hayvan gibi yaşayamaz, çünkü, tropikal bölgeler ya da insan nüfusunun çok az olduğu zamanlar hariç, yaşaması için ihtiyaç duyduğu yiyeceği bulamaz; ve böyle bir ortamda hayvanların seviyesinin üstüne çıkması imkânsızdır. bu nedenlerle, diğer insanlarla birlikte olan ya da, daha doğrusu, türlerin atalarının evrimi sonucu olarak kendini diğer insanlarla bir birlikteliğin içinde bulan kişi, ya başkalarının isteklerine boyun eğer (köleleştirilir); ya başkalarını kendi isteklerine boyun eğmeye zorlar (otorite olur); ya da herkesin yararına olanı elde etmek için diğer insanlarla kardeşçe anlaşarak yaşar (birlik olur). hiç kimse bu zorunluluktan kaçamaz; örgütlenmeye en şiddetli şekilde karşı çıkanlar sadece içinde yaşadıkları toplumun genel örgütlenmesine maruz kalmazlar, aynı zamanda yaşamlarındaki gönüllü eylemlerinde ve örgütlenmeye karşı başkaldırılarında kendi aralarında birlikler kurarlar, görev paylaşımı yaparlar, aynı düşünceye sahip olanlarla örgütlenerek toplumun kendilerine sağladığı araçları kullanırlar...

    bir topluluğun ihtiyaçları olduğunda ve üyeleri bu ihtiyacı kendiliğinden karşılamak için nasıl örgütleneceklerini bilemediklerinde, biri öne çıkar; tüm topluluk üyelerinin hizmetlerini kullanarak ve onları dilediği gibi yöneterek bu ihtiyaçları gideren bir otoritedir o. eğer kullanılan yollar güvenli değilse ve insanlar ne gibi önlemler alacaklarım biliniyorlarsa, bir polis kuvveti ortaya çıkar ve ne tür hizmette bulunursa bulunsun karşılığında desteklenmek ve ücret almak ister, aynı zamanda kendini zorla kabul ettirir ve baskısını hissettirir; eğer topluluk bazı mallara ihtiyaç duyduğunda kendi ürettiklerini uzaktaki üreticilerle nasıl takas edeceğini bilmiyorsa, bir tüccar ortaya çıkar, alıcı ve satıcıların ihtiyaçlarını karşılamakla ilgili görünürken aslında kendisi kâr sağlar, bu nedenle üretici ve tüketiciye uygulayacağı fiyatları kendi belirler ve onları, bu fiyatları kabul etmek zorunda bırakır. tüm bunlar gözümüzün önünde olup biter; ne kadar az örgütlenirsek, birkaç kişi tarafından baskı altında tutulma olasılığımız da o kadar artar. ve bu anlaşılır bir şeydir...

    - örgütlenme, bir otorite yaratmaktan çok, otoriteden kurtulmanın tek çaresidir; kolektif çalışmada bilinçli ve aktif roller üstlenebileceğimiz ve liderlerin elinde pasif birer alet olmaya son verebileceğimiz tek yoldur. " -

    bu bağlamda, vicdan solculuğu kavramının - kusura bakmayın ama - örgütlenme olgusunu dar, tek yanlı bir açıdan ele alarak açıklanmaya çalışılmış olması , yanlış bir başlangıç olur ve kuramsal temel daha ilk adımdan çöker.

    son olarak dikkatimi çeken bir şey daha mevcut: yıldırım türker veya vicdan solculuğu kapsamında özne olarak ele alınan herhangi bir yazarın başka sol kanat aktivistleri, sendika liderleri ile karşılaştırılması dikkate değer bir yaklaşım. bir anti tez üretmek gerekirse, yazıda yıldırım türker'e üstü kapalı olarak yüklenen misyon, vicdan solculuğu bağlamında aktif değil pasif bir konumda olması. burada yine fuko'ya başvurursak, onun 1960'lı yıllardan sonra geliştiğini söylediği sermaye emrinde çalışan, devlete ve iktidara dolaylı da olsa hizmet eden biri olarak lanse edilmesi, spesifik entelektüel denen öznenin bir nevi hor görülmesi olmuş. ve fakat, bu yanlış bir yönelim. zira, günümüzde kitlelerin bir evrensel vicdanın temsilcisi entelektüel tipine ihtiyacı yok. ve spesifik entelektüel, sahip olduğu bilgi-uzmanlık aracılığı ve bireysel olarak siyasileşme kapasitesiyle hor görülecek değil, içselleştirilecek bir olgu. yıldırım türker radikal'de yazıyor olabilir, söylemleri vicdan temelli olabilir, ancak siyasi tavrı ve politik ekseni tek başına takip edilir. , bunun da sebebi, devletin yeniden ürettiği iktidar ilişkileri ve mekanizmasıdır. heyhat, tekil olan kişinin söylemleri bir o kadar da toplumsaldır ve pek tabi ki vicdan da bireysel olduğu kadar toplumsaldır.

    bir de , sezen aksu ile aynı satırlarda anılması hakikaten üzücü yahu.
  • şimdi konuyu daha geniş ele almakta fayda var, öncelikle "vicdan solculuğu" denilen şey sadece yıldırım türker ile alakalı değil, onu da aşan bence türkiye'de çoğunlukla orta sınıf diyebileceğimiz kesimlerde yaygın olarak varolan bir şey. bunun küçük burjuva sosyalizmi diye kodlanılan şeyden çok ama çok farkı var. nitekim küçük burjuva sosyalizmi öncelikle "mülkiyet sahibi, yani üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmayı" gerektiriyor. çok indirgemeci gibi durdu ama kısa geçmek lazım. ikincisi küçük burjuva sosyalizmi büyük burjuvaziyi gördükçe mülkiyeti elinden alınacağı için korkan ve bu yüzden radikalleşen yine proletaryayı gördükçe muhafazakarlaşan bir siyaseti getiriyor. geçelim.

    ikincisi yıldırım türker özeline inecek olursak bir kere "vicdan solculuğu" diye ortodoks marksistlerin eleştirmeye yeni yeni başladığı şey aslında bir karşıya alma değil bence "pozitif" anlamda bir eleştiri. nitekim şu boktan medya dünyasında sanırım "küçümsenebilecek" veya "karşısında durulması gereken" son kişi yıldırım türker. yani şöyle diyeyim daha anlaşılır olsun lan birgün başımıza bir iş gelse bu yıldırım türker'den başkası sesimiz olmaz. bu yüzden eleştirinin "yapıcı" olduğunu düşünüyorum. üslubun çok sert olduğunu söyleyemeyeceğim. yerinde olmuş.

    üçüncüsü konu sadece "örgütlülüğe" gelmiş. ara not eklemek gerekirse "ortodoks" modelin iddia edildiği gibi "yanlışlandığını" düşünmüyorum. bunun için ortodoks modeldeki hataları bulmaktan çok onu aşacak bir birikimin üretilmesi gerekir. ve dünyada böyle bir örnek yok. kanımca olmayacak da. insanlar arasında eşitsiz gelişim olduğu sürece hiyerarşinin olmasının kaçınılmazlığı bir yana, mesele bu hiyerarşinin siyasi aklı zedelemeyecek, son derece meşru ve demokratik yollarla belirlenecek olması. kanımca, hiyerarşi üzerinden ortodoks örgütlenme modeline eleştiri yönelten her odakta yine bir hiyerarşi var ve yine bence, bu hiyerarşi "gizli" olduğundan ortodoks modele yönelttiği tüm eleştirileri aslında içeriyor.

    bunu geçelim. konumuza gelelim. vicdan solculuğu bence doğrudan kalabilme saplantısıyla siyasette risk almamaktır. iş bu yüzden yazıda da örneklendiği gibi yıldırım türker hanefi avcı olayını "işkenceciydi" diyip kestirip atabilmekte. biri "sol toplumdan bu vicdan solculuğunu küçümsediği için uzak" demiş ki bence tam tersi. nitekim siyasi örgütlerin toplumun harıl harıl hanefi avcı tartışması yaptığı bir dönemde "işkencecinin tekiydi" diye tekrar yapması "e yani?" sorularına maruz bırakır. bu örneği, türban konusuna, kürt sorununa, ergenekon davasına yaymak mümkün. ve tekrar belirtmekte fayda görüyorum, vicdan solculuğunun eleştirilmesi bir pragmatizm hesabı ya da "vicdanlarımızı bir kenara bırakalım" demek değil. hanefi avcı örneğinden devam edeceksek, suçlarından bahsetmeyelim de değil. ancak neyin ön plana çıkacağı bir siyasette son derece önemlidir ve vicdan solculuğu hiçbir şeyi öne çıkarmayarak, güvenilir bir alanda söylem üreterek yerinde saymaya mahkumdur.

    türker özelinde özellikle söylemek istediğim noktalardan birisi kendisinin 2007 yılı boyunca arka arkaya yazdığı ve bizleri üzdüğü abdullah gül'e methiyeleridir. burada küçük şerhlerine rağmen onu adeta kutsamıştır. iş bu hatası bir tesadüf değil, vicdan solculuğunun getireceği noktadır.

    bence vicdan solculuğu üzerinden yapılacak en verimli tartışma 12 eylül referandumundaki "boykot" tavrıdır. çoğu insanın "ya aslında yeni anayasa kötü ama 12 eylül'e de evet diyecek olmayı vicdanım el vermeyeceği için boykotu seçtim" demesi bence önemli bir tartışmayı beraberinde getiriyor.
  • ogünperver floydian'dan sol ve vicdan üzerine alınacak derslerden bir diğerinin ana başlığı.
hesabın var mı? giriş yap