4 entry daha
  • sorular çok fazla olunca sorunlar da doğal olarak daha kompleks hale geliyor. (cicero'ya göre bunlar anlaşılması pek güç, yanıtlanması en zor sorulardır. [de natura deorum 1.1: "...quod tu minime ignoras, et perobscura quaestio est de natura deorum" ]) bir kere "hangi tanrı?" (latince metin çevirilerinde pagan dünyasına, çağına ait olanlarla hiristiyan dünyasına, çağına ait olanlar arasında "tanrı" / "deus" kelimesi farklılık gösterir, bu genel bir kuraldır. bir kere hiristiyanlarınkisi büyük harfle başlar ve söz konusu ekler üstten virgülle ayrılır. pagan dünyasındaki tanrı(lar) ve tanrıça(lar) ise tam tersi uygulamaya tabidir.), "söz konusu tanrı'nın / tanrının yetkileri ne boyuttadır?", "evrenin yaradılışıyla alakalı olarak tanrı'ya / tanrıya biçilen rol nedir?" vs. bu soruları istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz (cicero yine aynı eserinde soruları şöyle sıralar: "acaba tanrılar hiçbir şey yapmazlar mı? kendilerini hiç sıkıntıya sokmazlar mı? varlıklara ve olaylara karşı ilgisiz kalıp onları yönetmezler mi? her şey daha başlangıçta onlar tarafından yaratıldı ve bir düzene kondu da sonsuza değin yine onlar tarafından mı yönetilecek ve hareket ettirilecek?" [de natura deorum 1.2: "...quod vero maxime rem causamque continet, utrum nihil agant, nihil moliantur, omni curatione et administratione rerum vacent, an contra ab iis et a principio omnia facta et constituta sint et ad infinitum tempus regantur atque moveantur,"]), ancak önemli olan bugüne kadarki söylemler içinde tanrının [en iyisi bu kullanımı standart alalım] evrene müdahalesiyle ilgili pozitif veya negatif görüş bildiren felsefi, dini akımların hangi donelerden yararlandığıdır. bunu bilmek önemli, yoksa "tanrı" ve "evrenin yaradılışı"na dair söylemlerin geliştirildiği dinleri, felsefeleri bir yana atıp onlardan bize aktarılan bu kavramları kıraathane kültürümüzle yargılayıp en nihayetinde "mantıklı" veyahut "mantıksız" çıkarımına ulaşmamız mantıklı değildir. "dinde mantık nedir?" problemi de zaten başlı başına başımızı ağrıtırken [zira her "sistemli olan" "mantıklı olan" değildir, kimin mantığından bahsediyoruz aristoteles'in mi?] böylesine farklı camialar tarafından farklı şekilde yorumlanmış olan bir bahsi yukarıda dediğim gibi "mantıklılık" ölçüsüyle neticelendirmek zor. önce bakın kim, ne demiş bu hususta, daha sonra içinden bir sonuç çıkarın; "tanrı" ve "evrenin yaradılışı" bahislerini ödünç aldığınız düşünce sistemlerini bir de bunları açıklamak için kullanmış olun.

    "tanrının evrene müdahale etmesi" bahsinde en derleyici eser marcus tullius cicero'nun (i.ö. 106-43) de natura deorum (tanrıların doğası üzerine) adlı eseridir. adından da anlaşılabileceği gibi bu eserde tanrıların nitelikleri incelenmektedir. eseri manalı kılan şey, dönemin üç baskın felsefe okulunun tanrılara dair söylemlerini üç farklı kitapta inceliyor olmasıdır: (sırasıyla) epikuros, stoa ve akademia.

    epikuros felsefesi gereğince tanrı vardır (çünkü insanlar onların yararlı olduğuna inanmaktadır, kimi insanlar da onları görmüştür ve tüm duygular gerçektir, duygularla karşıtlık içinde değilse tüm inançlar da doğrudur. tanrılar da, her şey gibi, şans eseri bir araya gelmiş atom kümelerinden oluşmuşlardır. [f.g. özaktürk, f. telatar, cicero, a.g.e., önsöz, sf.15, dost kitabevi yay. 2006]), ancak o dünyanın, insanların yükünü taşıyor değildir. yani ekşi sözlük'teki başlık çerçevesinde söylemek gerekirse, evrene müdahale etmemektedir. yaşadıkları yer evrenler arası manasındaki intermundia'dır, yani boş bir yerdir. (http://www.iep.utm.edu/e/epicur.htm) durum böyle olunca, onlardan korkmamız da gerekmez. cicero söz konusu eserinin birinci kitabının henüz başında bu söyleme şöyle şerh düşer: "tanrıların insan işlerine karışmadığını düşünen filozoflar olmuştur, günümüzde de vardır. bunların düşüncesi doğruysa, dine bağlılık, kutsallık ve din nasıl olabilir? tanrılar, insan işleriyle ilgileniyorlarsa ve ölümsüz tanrılar insan soyu için bir şey yaptılarsa tüm bunlar, tanrılara içtenlikle ve kötü niyet olmadan aynı biçimde geri verilmelidir. tanrılar bize yardım etmiyor, etmek dahi istemiyor, bizi gözetleyip kollamıyor, yaptıklarımızla ilgilenmiyorlarsa yani insanların yaşamına bir katkıları yoksa, o halde onlara tapmamızın manası nedir?" (de natura deorum 1: "quorum si vera sententia est, quae potest esse pietas, quae sanctitas, quae religio? haec enim omnia pure atque caste tribuenda deorum numini ita sunt, si animadvertuntur ab is et si est aliquid a deis inmortalibus hominum generi tributum; sin autem dei neque possunt nos iuvare nec volunt nec omnino curant nec, quid agamus, animadvertunt nec est, quod ab is ad hominum vitam permanare possit, quid est, quod ullos deis inmortalibus cultus, honores, preces adhibeamus?")

    cicero'nun oratio'larının (konuşmalar) ve epistula'larının (mektuplar) dışında kalan fikri, felsefi eserleri platon'unkileri aratmayacak ölçüde diyalog içerir. bir adam bir şeyi savunur, ona karşılık bir başkası da başka bir şeyi. de natura deorum'da başımıza epikurosçu kesilen konuşmacı "neden mevzuyu tanrıya bağlamamamız gerektiği"ne dair şunları söyler: "dünyayı doğa yaratmıştır, buna kimsenin emeği geçmemiştir, sizin tanrısal beceri olmadan asla yapılamayacağını bildirdiğiniz bu iş o denli kolaydır ki, doğa onu sayısız kere gerçekleştirmektedir, yaratıyor ve yaratmıştır da. işe düşünce karışmadan doğanın bunları nasıl yapabildiğini anlamadığınız vakit tartışmayı sonlandıramıyorsunuz, tragedya yazarları gibi gidip de tanrıya sarılıyorsunuz. sınırsız boşluğun sonsuzluğunu kestirebilseydiniz, tanrıların işe karışmasından yana olmazdınız ki... örsler ve körükler kullanılmadan nesnelere biçimler verilemeyeceğini düşünüyorsunuz, gece gündüz korkacağımız daimi bir efendiyi başımıza diktiniz! ... her şeyi yazgıya bağlayan felsefenin değeri ne kadardır? ancak yaşlı ve cahil kadınlar böyle düşünür... epikuros'un korkulardan uzaklaştırdığı ve özgürlüğe yönelttiği bizler ne kendilerine zarar veren ne de bir başkasını sıkıntıya sokmaya çalışan tanrılardan korkmuyoruz; olağanüstü ve kusursuz doğaya saygı ve kutsal inançla tapıyoruz." (de natura deorum 1.53-56: "docuit enim nos idem, qui cetera, natura effectum esse mundum, nihil opus fuisse fabrica, tamque eam rem esse facilem, quam vos effici negetis sine divina posse sollertia, ut innumerabiles natura mundos effectura sit, efficiat, effecerit. quod quia, quem ad modum natura efficere sine aliqua mente possit, non videtis, ut tragici poetae cum explicare argumenti exitum non potestis, confugitis ad deum. [54] cuius operam profecto non desideraretis, si inmensam et interminatam in omnis partis magnitudinem regionum videretis, in quam se iniciens animus et intendens ita late longeque peregrinatur, ut nullam tamen oram ultimi videat, in qua possit insistere. in hac igitur inmensitate latitudinum, longitudinum, altitudinum infinita vis innumerabilium volitat atomorum, quae interiecto inani cohaerescunt tamen inter se et aliae alias adprehendentes continuantur; ex quo efficiuntur eae rerum formae et figurae, quas vos effici posse sine follibus et incudibus non putatis. itaque inposuistis in cervicibus nostris sempiternum dominum, quem dies et noctes timeremus. quis enim non timeat omnia providentem et cogitantem et animadvertentem et omnia ad se pertinere putantem curiosum et plenum negotii deum? [55] hinc vobis extitit primum illa fatalis necessitas, quam heimarmenen dicitis, ut, quicquid accidat, id ex aeterna veritate causarumque continuatione fluxisse dicatis. quanti autem haec philosophia aestimandast, cui tamquam aniculis, et his quidem indoctis, fato fieri videantur omnia. sequitur mantike vestra, quae latine divinatio dicitur, qua tanta inbueremur superstitione, si vos audire vellemus, ut haruspices, augures, harioli, vates, coniectores nobis essent colendi. [56] his terroribus ab epicuro soluti et in libertatem vindicati nec metuimus eos, quos intellegimus nec sibi fingere ullam molestiam nec alteri quaerere, et pie sancteque colimus naturam excellentem atque praestantem.")

    benzer bir söyleme çok doğal bir biçimde epikuros'un felsefesini roma'ya yani aslında bir nevi bizlere aktaran en önemli pınar niteliğindeki lucretius'ta da rastlarız. aslında bunun adı bir "rastlantı" değildir, doğal olandır. zira epikuros felsefesinin tanınmasındaki en önemli rolü üstlenmiştir romalı lucretius, de rerum natura adlı eseriyle. (i.ö. 98-55)

    ...
    doğa yaratmış tüm varlıkları, düzenlemiş, beslemiş,
    dağıtmış toplanan nesneleri yeniden. (1.51vd.)
    ...
    ilke dediğimiz, onlardan türemiş tanrılar da.
    tanrılar özleri gereği ayrılmış bizden,
    uzaklaşmış ölümsüz tanrılar,
    sonsuz barış içinde yaşayanlar. (1.55vd.)
    ....
    bağlanmış eskiden beri kişilerin gözleri,
    korkunç bağlarına vurulmuş dinlerin
    yeryüzüne geldi geleli.
    gösterirler gök ülkelerinden başlarını
    titreten, korkunç görünüşleriyle ölümlülere. (1. 62vd.)
    ....
    görüyorsun, bütün evrenin tanrıların baskısından
    kurtulmuş, bağımsız, başına buyruk olduğunu.
    kutlu tinde, tanrıların yüce barışı içinde,
    sessiz bir yaşamın tadına doyulmaz, mutlu... (2.1091vd.)
    ....
    inanılmaz tanrıların evrende özel bir yeri
    bulunduğuna, orada oturduklarına, çon incedir
    yapısı tanrıların, duyularımızdan uzak onlar,
    görülmezler tinsel kavrayış gücüyle. kayarlar,
    ne elle tutulur, ne dokunulur, nesnel varlık
    değil onlar dokunulan. dokunmaması gerekir
    dokunulmayanın da. benzemez bizim yerlerimize
    onların yerleri de... (5.146vd.)
    ...
    (kaynak: lucretius carus, varlığın yapısı, çev. ismet zeki eyuboğlu, cumhuriyet yay. dünya klasikleri: 142)

    görüldüğü gibi epikuros felsefesinde tanrıların ve kutsiliğin yeri insan yaşamının ötesindedir. peki onun yerine ne vardır? her türlü eksikliğine karşın, doğa! nasıl bir doğa? eksik ancak, tanrıların herhangi bir müdahalesinin olmadığı, her bir oluşun, başka bir bitişle paralel bir şekilde yaşandığı, insanın önünde saygıyla eğilmesi gereken bir doğa! peki cicero'nun adını andığım eserinde dile gelen şu ifadeyi epikuros'un düşünceleri açısından "önemli bir çelişkiyi açığa çıkaran" olarak görmemiz gerekmez mi: "din tanrılara tapma bilimidir, tanrılardan hiçbir şey alınmıyorsa ve beklenmiyorsa, neden onlara tapılması gerektiğini anlamıyorum." (de natura deorum 1.116: "sanctitas autem est scientia colendorum deorum; qui quam ob rem colendi sint, non intellego nullo nec accepto ab his nec sperato bono.") tabi burada açık bir şekilde deizm'i görmekteyiz. pagan anlayışının gerektirdiği hikayeleri, masalları, atalardan kalma ritüelleri bir kenara koyan, dinin gerektirdiği korkuları manasız bulan bir anlayışla karşılaşıyoruz. tanrı var ama evrene müdahale etmiyor. (işin tuhafı karl marx'ın da yanılmıyorsam doktora tezi epikuros ve demokritos üzerinedir, 44-45 sayfa kadar tutmuştur. tam marx'lık bir anlayış!)

    tabi epikuros'un bu konudaki görüşüne değinince atomcu demokritos'tan bahsetmemek olmaz. onun materyalizmi doğal olarak yerleşik pagan tanrılarını ortadan kaldırıyordu. demokritos, kültürlerine rağmen ellerini havaya kaldırarak, zeus her şeyi düşünür, her şeyi bilir, her şeyi verir ve geri alır ve her şeyin kralıdır diyen, o bilgiç kişilerden değildir. demokritos'a göre yunan tanrıları, doğa olaylarının ya da insanın özelliklerinin kişileştirilmesidir. athena, örneğin, insanın aklının kişileşmesidir. halk inancının tanrıları, maddesel etkenlerin ya da giderek manevi kuvvetlerin belirtilmesidir. demokritos, mucizeyi ve vahiyleri, tanrıların yanıt verdiklerini kabul etmez. örneğin, diriltilen ölüler sadece bayılmış kimselerdi. (h. diels, die fragmmte vorsokratiker, 4. baskı, berlin 1992; g. cogniot, ilk çağ materyalizmi, sf. 62-63, sosyalizm kitaplığı, çev. seçkin selvi, 1992) her şeyi atomlarla açıklayan demokritos'un en nihayetinde tanrı düşüncesini dışlaması doğal olarak "herhangi bir kutsal müdahalenin" mümkün olamayacağını da ortaya koyar. epikurosçulukla demokritos'un birçok konuda ortak düşünceyi öne sürdüğü de açıktır. zaten şu atom meselesi nereden bakarsanız bakın, "kutsal yaratıcı" fikrini siler süpürür.

    stoa felsefesine geldiğimizde epikurosçu düşünceden farklı olarak her şeyiyle tam ve yetkin bir dünyadan söz edildiğini görürüz. cicero'nun eserine paralel gidersek: "hiçbir şeyi eksik olmayan ve hem her bakımdan uyumlu hem de kusursuz olan dünyadan başka hiçbir şey yoktur. çünkü khrysippos'a göre nasıl kılıf kalkan için, kın kılıç içinse aynı biçimde dünyadan başka tüm varlıkların yaradılış nedeni bir başka varlıktır: toprak canlılar için ürün ve meyveleri yetiştirir, insanlar için de hayvanları yaratır, örneğin taşıma işi için at, toprağı sürme işi için öküz, avlanma ve bekçilik için köpek; insan ise dünyayı düşünerek gözlemlemek ve taklit etmek için doğmuştur, hiç kusursuz olmasa da yine de kusursuz şey onun içinde olduğuna göre, her yönüyle kusursuzdur; öyleyse, en iyi olan şey onda "eksiklik" olabilir mi? akıl ve zekadan daha iyi bir şey yoktur; öyleyse, dünya bunlardan yoksun olamaz." (de natura deorum 2.37-38: "neque enim est quicquam aliud praeter mundum quoi nihil absit quodque undique aptum atque perfectum expletumque sit omnibus suis numeris et partibus. scite enim chrysippus, ut clipei causa involucrum vaginam autem gladii, sic praeter mundum cetera omnia aliorum causa esse generata, ut eas fruges atque fructus, quos terra gignit, animantium causa, animantes autem hominum, ut ecum vehendi causa, arandi bovem, venandi et custodiendi canem; ipse autem homo ortus est ad mundum contemplandum et imitandum — nullo modo perfectus, sed est quaedam particula perfecti. [38] sed mundus quoniam omnia conplexus est neque est quicquam, quod non insit in eo, perfectus undique est; qui igitur potest ei desse id, quod est optimum? nihil autem est mente et ratione melius; ergo haec mundo deesse non possunt.")

    burada açıkça üstün bir aklın dünyayı çevrelediği öne sürülmektedir, zaten konuşmanın devamında bu aklın tanrısallığı da ortaya konmaktadır: "hiçbir şey dünyadan daha kusursuz, erdemden daha iyi değildir; öyleyse, erdem dünyaya özgüdür. insanın doğası kusursuz değildir, ama yine de erdem insanda ortaya çıkar; öyleyse, dünyada da var olduğu nasıl da kolayca bellidir; dünyada erdem vardır. bunun için akıllıdır ve sonuç olarak tanrının kendisidir." (de natura deorum 39: "est autem nihil mundo perfectius, nihil virtute melius; igitur mundi est propria virtus. nec vero hominis natura perfecta est, et efficitur tamen in homine virtus; quanto igitur in mundo facilius; est ergo in eo virtus. sapiens est igitur et propterea deus.")

    #9928577 no'lu entirimde stoacılıktan bahsederken şöyle demişim:

    "...doğayla uyum içinde yaşamak için, onunla uyuşmak gerekir, bu uyuşma, var olanla bir yakınlaşmayı, bir duygudaşlığın bilincini elde etmeyi içerir; bu nedenle stoacılar için duyumlamalar, ruhun nesnelere doğru gidişinde izleyebileceği farklı yolları temsil eder. stoacılar için; doğa, tanrı ve ateş terimleri eşanlamlıdır. doğayı tanrısallaştırmak ya da tanrıyı doğalaştırmak, insana tanrıyla ilişki kurma olanağını ve kendisini saran gerçekliğin içinde, kendi yaşamına düzenli bir anlam vermeye uygun bir kararlılık bulma olanağını verir. bu yüzden stoacı fizik, kendini asla bilgi insancılığının akılsal bir sistemi olarak sunmaz, ama aynı zamanda bir kosmoloji olan bir teoloji olarak ve ifade garip görünse de tinselci bir maddecilik olarak sunar."

    o halde buraya kadar şöyle bir özet yapabiliriz stoa düşüncesinde "tanrı" - "evren" ilişkisine dair: evrenin kendisi üstün bir akılla çevrili olup, bu tanrısallığın kendisidir. o halde bu evrenin tanrısal müdahaleden bağımsız, rastgele ve düzensiz olduğunu söylemek saçmadır. şunu da belirtmek istiyorum (tam yeri sanırım) stoa düşüncesi hiristiyanlığı en çok etkilemiş akımlardan biridir. hiristiyanlıkta özellikle de orta çağ'da ptolemaios'un evren telakkisinin kabul görmesinin sebebini de burada aramak gerek. öyle ya stoa düşüncesine göre dünya bilinçli bir akılla yönetilmektedir, o halde bu bilinçli akıl insanı da, yukarıda cicero'nun kaleminden aktardığım gibi, bu aklı ve doğayı gözlemlemesi için yaratmıştır. ptolemaios'un dünyanın merkez olduğu, diğer gezegenlerin, onun etrafında döndüğüne dair görüşü de kilisenin ve stoa felsefesinin ortak kabulü olan "tanrı(lar) insanı diğer bütün şeylerin merkezine yarattı, o halde dünya da diğer gezegenlerin merkezindedir." düsturu şeklinde anlaşılmalıdır. şimdi hiristiyanlığı bir kenara koyarak, tekrar cicero'nun metnine dönelim, şöyle diyor stoacı konuşmacı:

    "öyleyse, gökyüzünde olasılığa, rastlantıya, düzensizliğe, amaçsızlığa yer yoktur; buna karşılık düzen, doğruluk, akıl ve kararlılık vardır; bu niteliklerden yoksun, uyduruk ve hata dolu ne varsa, dünyanın çevresinde gök cisimlerinin sonuncusu olan ayın altında ve yeryüzünde bulunur. herkes için esenliğin ve korumanın kaynağı olan gök cisimlerinin şaşılası düzeninin inanılmaz kararlılığının akıldan yoksun olduğunu düşünen kişinin kendisi akılsız sayılmalıdır." (de natura deorum 2.56: "nulla igitur in caelo nec fortuna nec temeritas nec erratio nec vanitas inest contraque omnis ordo veritas ratio constantia, quaeque his vacant ementita et falsa plenaque erroris, ea circum terras infra lunam, quae omnium ultima est, in terrisque versantur. caelestem ergo admirabilem ordinem incredibilemque constantiam, ex qua conservatio et salus omnium omnis oritur, qui vacare mente putat is ipse mentis expers habendus est.")

    stoa felsefesinin kurucusu, ilk büyük zihni zenon'a göre tanrısal akılla çevrili doğa aslında yaratıcı bir ateştir ve bu ateş yaşamın düzen içinde sürmesini ustalıkla sağlar. (de natura deorum 2.57: "zeno igitur naturam ita definit, ut eam dicat ignem esse artificiosum ad gignendum progredientem via, censet enim artis maxume proprium esse creare et gignere,") cicero'nun eserindeki stoacı konuşmacı da buna göre şu stoacı görüşü savunur: dünyanın ve onun tüm parçalarının tanrıların öngörüsüyle hem başlangıçta düzene sokulduğunu hem de her zaman yönetildiğini söylüyorum. (de natura deorum 2.75: "dico igitur providentia deorum mundum et omnes mundi partes et initio constitutas esse et omni tempore administrari. ") şunu da ekler: "hiçbir şey tanrıdan daha üstün değildir; öyleyse, dünyayı onun yönetmesi gerekir; bu durumda, tanrının doğaya boyun eğmediği sonucu çıkar, böylece tanrının kendisi doğayı yönetir. tanrıların akıllı olduklarını kabul edersek, gerçekten çok önemli işleri yürüttüklerini de kabul ederiz." (de natura deorum 2.77:"nihil est autem praestantius deo; ab eo igitur mundum necesse est regi; nulli igitur est naturae oboediens aut subiectus deus; omnem ergo regit ipse naturam. etenim si concedimus intellegentes esse deos, concedimus etiam providentes et rerum quidem maxumarum.")

    açıkçası epikuros ile stoa felsefesinin tanrının evrene karışıp karışmadığına dair dahil oldukları tartışmada, stoacıların epikurosçulara "madem tanrıların varlığını kabul ediyorsunuz,o halde neden onları etkisiz olarak görüyorsunuz?" çıkışını makul buluyorum. şimdi her şeyi bir kenara koyun, bu yüzyılın değil de 2100 sene öncesinin bir kafası olduğunuzu düşünün. böyle bir tartışmada hangi safta yer alırdınız? bana kalırsa, tanrıları varlığının kabulü, onların evrene/dünyaya/insan hayatına müdahalelerini de makul kılar. epikuros'un buradaki yaklaşımının stoacılar tarafından yerden yere vurulmasını biraz da stoa felsefesindeki doğaya (tanrısal akılla bezeli, çevrili olan doğaya) uygun yaşama tutumunun benimsenmesi gerekliliğiyle açıklamak gerek. öyle ya üstün bir akıllılık durumu yoksa, neden uygun bir tutum sergileyelim ki? summum bonum yani en üst iyinin erdem (virtus) olduğunu düşünen zihinlere göre epikuros felsefesinin eleştirilmesi doğaldır.

    16-17. yy.'da üstad francis bacon tam da bu konuda görüşünü bildiriyor. epikuros'un içten içe tanrıtanımaz olduğuna, sadece zamanının baskıcı tutumundan ötürü tanrılara inanmış gibi göründüğüne dair görüşlere karşı çıkarak ona atfedilen sözleri soylu ve kutsal buluyor. bacon, diogenes laertios'tan (x.123) epikuros'un şu sözünü aktarıyor: "bayağı kişilerin tanrılarını reddetmek kutsala saygısızlık değil, tanrıları bayağı insanların yargılarıyla nitelemek kutsal olana hakarettir." (sermones fideles sive interiora rerum xvi. de atheismo: "verba enim eius egregia sunt et divina, non deos vulgi negare profanum, sed vulgi opiniones diis applicare profanum.") bacon'ın bu söz üzerine söylediği şey ise oldukça ilginçtir: "plato ipse melius dicere non potuit." yani türkçesiyle "platon bile daha iyisini söyleyemezdi!"

    evet bunu da böyle bir geçiş olarak kabul edelim, cicero'nun de natura deorum'unun 3. bölümüne geçelim. öyle ya bu bölüm, cicero'nun, platon'un akademia'sının "tanrı" "evren" ilişkisine dair söylemini aktardığı bölümdür.

    akademia'nın görüşüne göre tanrısal öngörü kendi gücünün farkında değildir, insan işlerini de önemsemez, en iyisinin hangisinin olduğunu da bilemez. (de natura deorum 3.92: "itaque aut nescit, quid possit, aut neglegit res humanas aut, quid sit optimum, non potest iudicare.") bu sözlerle stoacı düşünceyi sarsan akademia'cı zihin, aynı zamanda şu sözleriyle de epikurosçulara da prim vermeyerek her iki tarafı da eleştirmede adil davranmış olur: " balbus (epikurosçu), 'ne tanrılar ne de krallar her şeye dikkat eder' dedi. ikisinin arasındaki benzerlik nerede? krallar bilmelerine karşın dikkat etmiyorlarsa, bu büyük bir suçtur. ancak tanrı için bilmezlik bir bahane olamaz." (de natura deorum 3.90: "'non animadvertunt', inquit, 'omnia di, ne reges quidem.' quid est simile? reges enim, si scientes praetermittunt, magna culpa est; at deo ne excusatio quidem est inscientiae.")

    platon'un akademia'sının burada çizmiş olduğu çelişkili durum aslında platon'un timaios diyalogundaki tutumuyla alakalıdır. platon'un evrenbilimi, çok sayıda mitsel öğe taşır ve bu da diğer öğretileriyle çelişir. platon'a göre dünyayı yaratan demiurgos, gerçek bir yaratıcı bile değildir. o yalnızca bir mimardır, (bu söylem için özellikle bakınız: http://www.osmanfarukakyol.com/…emiurgos-veya-mimar) ideal ve özdeksel iki var oluş ilkesi avrlık olan özdek üzerinde biçim oluşturmaktadır: toprak, hava, ateş, su. demiurgos, yoktan bir dünya yaratmamıştır. o yalnızca daha önceden var olan dünyanın üzerinde çeşitli etinliklerde bulunmuştur. tanrı kişisel olarak göksel bir niteliğe sahip olmamasına karşın dünyadaki iyiliğin kaynağıdır ve dünyadaki kötülüğün sorumlsu değildir. (f. thilly, yunan ve ortaçağ felsefesi, sf.125-127, say yay., çev. ibrahim şener, 3. basım 2002) böylelikle tanrının evrene müdahale etmediği ancak başta yönlendirici (mimar) kimliğiyle insanın, doğayı görmesini sağladığı da açıktır. platon bunu timaios diyalogunda özellikle de demiurgos'un hangi organı niçin yaratmış olduğunu söylediği yerlerde göstermiştir. burada stoa felsefesinin "her şeyin yerli yerinde olduğu" düşüncesine yaklaşma vardır. göz, bu evrenin görülmesi, kulak da evrenin muhteşem seslerinin işitilmesi için vardır. yine tanrılar, insanların çoğunun huyundaki ölçü ve zariflik eksikliğini gidermek için de ritmi vermişlerdir. peki göz, kulak ve ritm kabiliyeti olmasaydı ne olurdu? insan yine insan olabilir miydi? insan tümüyle tanrıların etkisindedir. belki evrene açık bir müdahaleleri yoktur ancak çizmiş oldukları sınırlar, çerçeveler hep insanın evrendeki konumunu gösterir. bu bir ön-müdahale sayılamaz mı?

    aristoteles'e geldiğimizde ise stoa felsefesine yakınlaşma daha da belirginleşir: tanrı meydana gelen her şeyin sonsal nedenidir, dünyanın en yüce ereği ve en yüce iyisidir. dünyadaki bütün oluşumlar, bitkiler, hayvanlar, insanlar, bu en yüce iyi ya da tanrı sayesinde özlerini gerçekleştirmeyi arzularlar; tanrının varlığı, onların arzularının kaynağıdır. tanrı, dünyayı birleştiren ve yönlendiren ilke olduğu için, evrendeki bütün düzen, güzellik ve yaşam onu erek olarak benimsemektedir. tanrı tam bir gerçekliktir. bütün insan etkinliklerindeki düşünce, tanrıya atfedilebilir. tanrı düşünülecek teş düşüncedir; onun düşünmesi bir düşünme üzerine düşünmedir. insanoğlunun düşüncesi mantıksaldır, adım adım ilerleyerek kesin sonuca ulaşmaya çalışır: tanrının düşüncesi ise tamamen sezgiseldir. tek bir içgüdü parıltısıyla nesnesini kavrar. tanrı ne biliyorsa, bunu bir anda bilmektedir. (f. thilly, a.g.e., sf. 162-164)

    o halde bütün bunlar çerçevesinde şunu söylemek mümkün i.s. 1. yy.'dan itibaren etkisini gösteren, serpilen hiristiyanlık düşüncesinin köklerini iki akımda açıkça görmekteyiz: stoacılık ve akademia. epikurosçuluğun hiristiyanlık tarafından tümüyle itilmesi, aslında daha yakın çağlara geldiğimizde vatikan'ın marksizme karşı almış olduğu tutumu anımsatır. matteria'nın yani maddenin öne çıkarılması, doğal olarak demokritos'un, epikuros'un hatta levkippos'un okullarının tanrıtanımaz olarak görülüp (paganlar arasında bile) yerden yere vurulmasına yol açmış, vatikan'ın demokristos ve epikuros materyalizmini göbeğinde taşıyan marksizme karşı sindirme çabalarını da esas teşkil etmiştir. bu müthiş bir bütünlük arz ediyor insanlık tarihinde. tanrı evrene karıştı mı, karışmadı mı, (karışıyor mu, karışmıyor mu) aslında bu çok önemli değil, önemli olan insanlığın zihninde beliren "tanrının / tanrıların" insan işinde, yaşamında görmezden gelinmesinin, sorumlu kılınmamasının salt usavurma yöntemiyle de olsa yerle bir edilmesidir. işin tuhafı aristoteles'in organon'una karşılık 17. yy.'da francis bacon novum organum'u ortaya atarken, mutlak bilgiye ulaşmada salt uslamlamanın yetersiz olduğunu söylüyor, insanı eyleme davet ediyordu. bu, kendisinden sonraki ilmi çabaların, gelişimlerin de önünü aydınlatan bir nasihat olmuştur. aristoteles'in sonunda tanrıya varan insan düşüncesinin yerini eyleme geçmiş ve böylelikle doğaya egemen olarak, en nihayetinde bacon'ın da önerdiği gibi kendini aşmış insanın evrene tıpkı tanrı gibi müdahaleci olabilmesi almıştır. insan artık bir nevi tanrıdır, tanrı gibi doğayı şekillendirmektedir. hatta kendini öyle geliştirmiştir ki, canına okuduğu doğanın düzeltilmesinde bile tanrıya değil bizzat kendi aklına sığınmıştır. örneğin dünyanın çöpünü uzay boşluğuna yollama fikrini geliştirmiştir, örneğin dünya yaşanmaz hale gelirse bir gün, yeni gezegenlere taşınabileceğimizi düşünmüştür. yani ola ki tanrı yine bir nuh tufanı yaratırsa, gemilere ihtiyaç duymayacaktır insanoğlu. en günahkarıyla, en kötüsüyle, en iyisiyle, en erdemlisiyle, cümbür cemaat istediği yere gidebilecek kıvama gelmiştir, ya da şöyle söylemeli, gelmemiştir de gelmesine ramak kalmıştır.

    tanrının evrene müdahalesi mi?

    artık konu değişmiştir, insanın evrene müdahale etmesinin mantığı / sistemi tartışması vardır.

    not: hala şu dinleri eleştirirken "tanrı varsa, kötülüklere neden engel olmuyor?" saçmalığına saplanan varsa, dinin zaten amacının bu olduğunu belirtmeye ihtiyaç duymuyorum. neredeyse her dinde, her din aliminin kelamında bunu bulursunuz: kötülük problemi. dindarlar zaten bunu tanrı'nın veyahut dinin gereği olarak görüyorken, bunu kötüleyici bir kanıt olarak kullanmanın saçmalığı nedir, anlamak mümkün değil. örneğin açın bakın daha o yüzyılda stoacı seneca "tanrı varsa, neden iyi insanların başına kötü şeyler geliyor?" sorusuna cevap vermişti de providentia'da. çelişki aranacaksa illa, önce metinler okunmalı. batıda da, doğuda da bunu iyi yapan alimler vardır. en azından onların eserlerini okumak gerek höt höt ötmeden evvel. saygılar efendim.

    not2: cicero, de natura deorum'dan yapmış olduğum alıntıların büyük bir kısmı f. gül özaktürk & fafo telatar 'ın "tanrıların doğası" başlıklı çevirisindendir. bir kısmı da benim çevirim. bahaneyle kendilerini de selamlamış olayım buradan. satın alın eseri, rafınıza yakışır: http://www.ideefixe.com/…p?sid=hgn0wout564m81ay78iy
  • pagan'daki durum tabi bol tartışma içeriyor, tıpkı birçok tanrının bulunması gibi. kimisi tanrıların evrene müdahalesinin mümkün olmadığını düşünüyor, kimisi de "eğer varlarsa neden müdahale etmesinler ki, onlar üstün akıl sahibi olup da müdahale etmiyorlarsa onlara tapınmamızın ne manası var?" diyerek tanrıların gerekliliğinden/zorunluluğundan hareketle onların müdahalesini uygun görüyor. hiristiyan dünyasına geldiğimiz vakit, doğal olarak ilk bakacağımız kaynaklar vetus testamentum - novum testamentum yani eski ve yeni ahit'ler, kilise babalarının sözleri oluyor. bunlara geçeceğim, ama önce bir şeyin altını bir kere daha çizmek istiyorum. din, tanrı, kutsallık... bu kavramları öznitelikleriyle aldığımız yerler belli. çoktanrılı ve tektanrılı dinler, o halde bunlara düşülecek muhtemel şerhlerin de bu öznitelikleri gözetmesi gerekir. bu konuda yapılan en önemli yanlışlardan biri "tanrı"dan bahsederken, tektanrılı ve çoktanrılı dinlerin tanrı ve tanrıçalarının özelliklerinin birbirine karıştırılması, hepsinin niteliği toptan aynıymış gibi düşünülerek, birinin niteliğinden hareketle diğerininkini de en kaba tabirle harcamaktır. tektanrılı dinlerin kendi arasındaki tanrı düşüncesi bile farklıyken, hatta bir tektanrılı dinin, sözgelimi islamiyet'in içindeki mezhep ve tarikatların, tasavvufun anladığı tanrı farklıyken, ayrışmalar yaşanırken, tek bir tanrı-evren iddiasını tek bir şerhten hareketle sarsmaya çalışmak manasız olmaktadır. benim diğer başlıklarda ve burada özellikle altını çizdiğim husus budur. yoksa tabi ki herkes her türlü eleştiriyi getirebilir, birinin tanrı ve din tabusu, diğerinin de el pençe divan durması gereken kutsallık demek değildir.

    şimdi "tanrı" ve "evrene müdahale" hususlarının hiristiyanlıktaki karşılığına.

    adalet her dinin önerdiği, sunduğu bir sosyal huzur kaynağıdır. hiristiyanlıkta adalet mekanizmasının karşılığı da tanrı'nın krallığı yani regnum dei'dir. bu krallığın zorunluluğuna dair b. çetintürk'ün hayata sevk eden hakikat(yargıçoğlu matbaası, ankara 1974) adlı küçük el kitabında pek pratik bir söylemle karşılaşırız, şöyle diyor: "bu gezegenin bugün bir cennet olmadığını herkes kabul etmelidir. milyonlarca insan, fakirlik ve açlık içinde bulunuyor. çirkin şehirler, yerin tabii güzelliğini bozmakta ve etrafındaki havayı ve suyu zehirlemektedir. her geçen gün daha fazla şehir, insanların gece sokağa çıkmaya korktukları caniler yuvası haline gelmektedir. bu durum, allahın insana dair olan başlangıçtaki maksadından ne farklıdır! fakat allahın bu maksadından vazgeçmediğini bilmek, çok sevindiricidir... kendisi bu yeri izzetli bir cennet haline getirecektir." (sf.112) burada açık bir şekilde tanrı'nın kötülüğü düzelten, yamukluğu gideren adaletinin özlemi görülmektedir. gözümüzün önündeki kötülükler, hatalar, yanılgılar, pislikler hep tanrı'nın müdahalesiyle düzelecektir, bu açık bir inanç. "yehova, pek yakında şimdiki kötü sistemi helak edecek... adaleti bu gezegene iade etmek için, yehova bizzat tayin edilen zamanların tam sonunda bir idare tedarik etmiştir. bu idare veya hükümet mesihin krallığı vasıtasıyla olacaktır." (sf.112-113) buradaki sistem müthiş bir ağla örülmüştür, kuşatıcı bir kimliği var. zira insanlığın binlerce yıllık problemine karşılık çözüm öne sürülmektedir, "belirli tarihlerde tanrı katından adalet inecek" denilerek beklenti karşılanmaktadır. beklenti müdahale gerekliliğinin kendisindedir. çünkü bu teorik olduğu kadar pratik de bir çözümdür. zira insan yukarıda alıntıladığım gibi çevresinde kötülükler görmekte ve bunun bir gün iyiliklere çevrileceğini düşünerek huzur bulmaktadır. zira burada isa'nın hakikati vardır. (novum testamentum, evangelium secundum ioannem 1.14; 18.37) hakikat de bu dünyanın (evren de diyebilirsiniz) ihtiyacı olan şeydir. bütün halde bakarsak tanrı evrene, bütün bu kötülüklerden arınması için müdahale etmek durumundadır. burada bir sistemsizlik göremiyorum.

    kilise babalarından romalı clemens'in "emirleri ile kocaman ve hudutsuz deniz, limanlarında toplandı, ona konulan hudutları aşmadan ve tanrı'nın emrettiği gibi hareket ederek." (clemens, korintoslular'a mektup, 21-22) derken de tanrının evrene müdahalesinin altını çizer. öyle ya, hudutsuz bir deniz kara dinlemez, her tarafı kaplayarak insanı yok eder, bunu engelleyen tanrı'dır. bu düşünce sistemi de kötülüğü yok edecek olan tanrı düşüncesine başka bir yönden destek çıkmış olur: "kollayıcı tanrı". tabi burada şu eleştiriyi getirmek çok kolaydır, açıkçası benim de aklıma değil kalbime de yatmayan bir husustur: var olan bir şeyin adı konmakta, niteliği tekrarlanmaktadır. öyle ya her taraf suyla kaplı olsaydı, insanoğlu yine de yaşamını sürdürebilmiş olsaydı, tanrı düşüncesinde de ısrarcı kalsaydı, bu sefer de tanrı'nın her tarafı suyla kaplamış olmasını, bunun insanın yaşamda kalmasındaki yararı açısından değerlendirecekti. var olan neyse, onun niteliklerinden hareketle bir tanrı'ya övgü oluşturulması geleceğe dönük bir inançtan (bir gün mesihin krallığı sayesinde adaletin geleceği inancı) daha samimiyetsiz geliyor. bilmiyorum "samimiyetsiz" kelimesini kullandığım için kırılan olur mu, ancak içimden gelen bu. bunu hep düşünmüşümdür, seven reasons why a scientist believes in god/@jimi the kewl meselesinde de aynı rahatsız edici hususun altını çizmeye çalışmıştım. credo quia absurdum ve noli me tangere gibi gerçekten derin bir felsefi arka plana sahip olan düsturlar varken bu tarz söylemlere gerek olduğunu düşünmüyorum. zaten "inanç" denilen şey, inanma durumunun karşılaştığı zorluk oranında yücelmektedir diye söz konusu düsturların göbeğine felsefe doktrini yerleştirilmiştir. tabi burada şöyle bir sorun ortaya çıkıyor, az buz adamlarla, az buz metinlerle konuşmuyoruz. dinin kurallarını, ritüellerini temellendiren; ahlak görüşünü, kozmolojik açıklamalarını yorumlayan esas kaynaklardan söz ediyoruz, bunların söylemlerini ben burada "samimiyetsiz" bulsam ne bulmasam ne, o da ayrı bir mevzu. öyle ya örneğin vetus testamentum, liber iob 38.8-11'de tanrı'nın denize nasıl hudut koyduğundan bahsedilir, yukarıda getirmiş olduğum eleştirinin muhatabı doğrudan kutsal metnin kendisi oluyor, bu durumda dinin kendisini karşıma alıyorum, bu sefer de buradaki asıl amacımdan sapıyorum. kilsie babası romalı clemens'in aynı yerde geçen "ilkbahar, yaz, sonbahar, kış mevsimleri usulüne uygun olarak birbirlerini izler. rüzgar kitleleri gecikmeden ve tayin edilen zamanda görevlerini yapar." ifadesi de yine var olan bir olgunun üstüne (veya altına) tanrı imzasının atılması kolaycılığına kaçmaktadır. öyle ya buradaki adlandırma bize ait değil mi? biz diyoruz "yaz" diye, "kış" diye; oysa "yaz" da yoktur, "kış" da, "bahar" da. bunlar sadece bizim fenomenleri adlandırmamız. tanrısal delillerin benim (insanın) adlandırmamın dışında olmasını beklerim, ancak burada bizzat kendi dilimden hareketle tanrı'yı kanıtlamaya girişmiş oluyorum. bakın romalı clemens'in şu sözleri de hiristiyan aleminde seven reasons why a scientist believes in god ve türevlerinin nasıl sağlam bir arkaplanının olduğunu göstermektedir: "en ufak hayvanlar bile barış ve uyum içinde birbirlerine sarılırlar. yüce yaratıcı ve her şeyin rabbi tüm bunların barış ve uyum içinde yapılmasını emretti." (a.g.e.) benzer söyleme kuran'da ve islam alimlerinde de rastlarsınız. (örneğin; nahl suresi 80: " allah size, evlerinizden huzur ve sükûn yeri yaptı. hayvan derilerinden size, gerek güç gününüzde gerek konduğunuz sırada rahatça taşıyacağınız evler yaptı. ayrıca, hayvanların; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından belli bir süreye kadar kullanabileceğiniz giyimlikler, döşemelikler ve kullanım eşyası verdi.") kısacası maddenin veyahut fenomenin kendisinden hareketle tanrı'yı kanıtlamayı, var olanı tanrı'yla açıklamayı, manalandırmayı en başta saf iman için gerekli olan "sınav koşulu"nun zedelenmesi olarak görüyorum.

    stoa felsefesinden bahsederken söylemiş olduğum "hiristiyanlık düşüncesine çok şey verdiği" hususuna çok örnek vardır; konumuz gereği tanrı-evren ilişkisinde, nasıl ki stoa felsefesine göre evren mutlak bir akılla (tanrısal kudret) yönetilmektedir, hiristiyanlıkta da nereye gidersek gidelim tanrı'nın müdahaleci tutumundan kaçmamız mümkün değildir. vetus testamentum, liber psalmorum 138.6-7'de örneğin "6. rab yüksekse de, alçakgönüllüleri gözetir, küstahları uzaktan tanır. 7. sıkıntıya düşersem, canımı korur, düşmanlarımın öfkesine karşı el kaldırırsın, sağ elin beni kurtarır." denir ve zaten devamında 139. bölümde de tanrı'nın neleri yapabildiği anlatılır. böyle bir tanrı'nın müdahale etmeden durması manasız kaçmaktadır. bu durumda bir başka kilise babası antakya'lı ignatius'un "bizzat peygamberler bile onu rableri olarak beklediklerine göre, biz o olmaksızın nasıl yaşayabiliriz?" (magnesya'lılara mektup) diye sorarken insanın, tanrı'nın müdahalesine muhtaçlığını gösterir. çileye katlanmanın erdemi bir mükafat getirir imanlı bir hiristiyana, isa'da azat edileceğini, onda özgür olarak dirileceğini düşünür. hatta "ateş işkencesi, çarmıh, hayvanlarla boğuşma, kamçılanma, parçalanma, doğranma, ezilme, şeytan icadı tüm işkenceler üstüme gelsin, yeter ki ben isa mesih'e ulaşabileyim" der ignatius. (ignatius, roma'lılara mektup, 4.1-2; 6.1-8; 2) (bu konuda kendini inkar etmek/@jimi the kewl ve crucifixion/@jimi the kewl bahislerinde bir şeyler yazmıştım.)

    peki bu kadar yeter; bir sonraki entiride islam'da durum nedir, ona bakabilirim umarım. böyle güzel bir triology'e imza atmış olurum.
7 entry daha
hesabın var mı? giriş yap