• müfessir, islam alimi.
  • sadece gelin bu dünyayı değiştirelim adlı kitabını okuduğumu belirtmeliyim önce, dolayısıyla hakkındaki bilgimin eksik olduğu fikri göz önünde tutulabilir, gelelim çıkan sonuca: siyasi yönü ağır basan , devrimci ruhlu bir insan. özellikle kapitalizme karşı öfkeli. komünizmden de yana değil tabii ki, ekonomiye islami bir bakış açısı getirmeye çalışmış. öfkesinden geleneklerine körü körüne bağlı, sinik müslümanlarla birlikte; insanlığa zulüm eden gayr-ı müslimler de nasibini almış. hakkında kendi düşüncelerini islama katmaya çalıştığı ve peygamber anlayış çizgisinin yanlış yöne kaydığı söylenenler arasında. ki ona isnat edilen okudugum birkaç cümle, gelin dünyayı değiştirelim'de geçmiyordu, lakin söylediyse gerçekten bir problem olabileceği düşüncesini oluşturdu kafamda. ama okudugum kitapta ona dair bir işaret yoktu. yalnız laikliği ele alırken insanların tanrı anlayışlarının farklı olabileceğini gözden kaçırmış.
  • abd'nin başını çektiği emperyalist güçlerin hazırladığı yeşil kuşak projesi çerçevesinde ortaya atılan piyonlardan biri olan, hindistan orijinli pan-islamist gazeteci. emperyalist ülkelerin dama tahtası ortadoğu'da sefalet içerisindeki halkların sosyalizme yönelmesini engellemek amacıyla ortaya çıkarılan ve nurettin topçu'nun modeline benzeyen anti konformist islami akımın teorik öncülerindendir. ömrünün son günlerinde sağlığının bozulması üzerine abd'ye iltica etmiş ve orada tedavi gördüğü sırada, 1979 yılında ölmüştür. kendisi afganistan'daki ilerici rejime karşı da mücadele eden pakistan çıkışlı "jamaat-i islami" örgütünün kurucularındandır.
  • "insan, bir başkasını, bir başka varlığı gaybî anlamda (tabiatüstü planda) kendisine yardımcı, veli ya da hamî olarak görüyor, bu varlığın duaları işitip icabet etmeye, sıkıntı ve ihtiyaçları giderip insan için gerekli ve yararlı olanı yaratmaya muktedir olduğuna inanıyorsa, bu inanç, hiç şüphesiz, insanın söz konusu varlığı alemin tasarrufunda, tabiatın sevk ve iradesinde az ya da çok kudret ve otorite sahibi olarak görmesinin bir sonucudur" diyor ve ekliyor "ulûhiyyet fikrinin özü ve temeli otoritedir; bu otorite ister tüm yatatılmışlar aleminde koyduğu fizik, metafizik yasalarla hükümfermâ olduğuna inanılan üstün bir varlığa ait olsun, ister beşerî dünyada bireysel ve toplumsal ilişkilerin tanzim ve yönlendirilmesinde hüküm ve öğretisine (ya da irşadına) itibar edilen, başvurulan bir varlığa, beşerden birine ya da bir sınıfa, bir zümreye ait olsun..." (kur'an- kerim'de dört terim, s.34-35)
  • "hem ilke olarak, hem de uygulamada allah'tan başkasının dualara icabet ettiğini, darda kalanın yardımına yetişip onu himaye ettiğini düşünmek nasıl bâtılsa, o'ndan başkasının bizâtihî hüküm, sulta ve buyruk sahibi olduğuna inanmak, o'ndan başkasını mutlak manada yasa koyucu olarak görmek ve böyle birine itaat etmek de aynı derecede bâtıldır."

    "kim ki, allah'ın arzında kendisini mülkün sahibi olarak görür; kim ki, kendisini biricik ve kâhir otorite olarak görür; kim ki, kendisini siyasi iktidar düzleminde hakimî mutlak olarak görür ve gösterirse, böyle birinin ilâhlık davası güden bir şarlatan olduğuna hükmetmek için, onun insanların önüne çıkıp da 'ben sizin ilahınızım, velinizim, velinimetinizim, kefilinizim ya da hâmînizim' diye bağırması gerekmez.

    bunun içindir ki, kur'an-ı kerim ne zaman hilkatten (yaratılıştan), eşyaya takdir edilen ölçü ve yasalardan, yaratılmışlar aleminin bağlı olduğu düzenden söz etse, ısrarla, allah'ın hem yaratmada, hem ölçü ve yasa koymada ve hem de alemi çekip çevirme işinde ortağı olmadığını vurgulamakta, hükmünde ve mülkünde şerîki (ortağı) bulunmadığını belirtmektedir." (kur'an-ı kerim'de dört terim, s.45-46)
  • cemaati islami'nin kurucusudur.
  • tefhimu'l kur'an isimli tefsir kitabında talak suresi 4.ayet için ayrılan bölümünde yaşının küçüklüğü nedeniyle adet görmemiş kızlarla evlenmenin ve ilişkiye girmenin caiz olduğunu belirtmiş ve allah'ın caiz dediğine hiçbir inananın haram diyemeyeceğini hatırlatmıştır. hayır, islamiyet çocuk istismarına izin verir dendiğinde tehdit eden ve bunu söyleyen herkes için itibarsızlaştırma kampanyası düzenleyip hakaretler yağdıranlar, kimi başka başlıklarda mevdudi güzellemeleriyle kendinden geçiyor. bari buraya da yazalım, belki gelir okurlar ve en azından kesintisiz imandan başka yolla doğrulanamayacak savunularında bir anlam bütünlüğü sağlarlar.

    işte o bölüm !

    ''büluğa ermediği için hayız görmeyen veya bazı nedenler dolayısıyla geç hayız gören ya da çok büyük bir istisna olup da hiç hayız görmeyen kadınlar, hayızdan kesilmiş kadınlar gibi talaktan sonra 3 ay iddet beklerler.

    kur'an'ın bu açıklamasına göre, burada "mudhale" (kocasıyla gerdeğe girmiş) bir kadının sözkonusu olduğuna dikkat edilmelidir. çünkü mübaşeret olmasaydı eğer, iddet sözkonusu olmazdı. (bkz. ahzab: 49) bu yüzden, henüz hayız görmeye başlamamış kızların, iddetinin beyan edilmesinden anlaşıldığına göre, bu yaştaki kızlarla evlenmek ve kocalarının kendileriyle cinsel ilişkide bulunması caizdir. dolayısıyla kur'an'ın caiz gördüğü bir davranışı hiçbir müslümanın yasaklamaya hakkı yoktur.

    henüz hayız görmeye başlamamış bir kıza talak verilirse ve o da iddet esnasında hayız görmeye başlarsa onun iddeti hayzı ile birlikte başlar ve iddeti hayız gören kadınlar gibi hesap edilir.''
  • açıkçası hakkında olumsuz şeyler duyduğum insanlardan biriydi. bir şekilde elime bir kitabı geçti. biraz okudum. soru cevaplar var kitapta. sorulan sorular da kalite, cevaplar da. yani açıkçası bu kitap üzerinden edindiğim izlenim kendisinin zeki bir insan olması. ne yalan söyleyeyim, olumsuz biri gibi bir izlenim edinmedim. sonra araştırayım dedim bakalım millet ne diyor. şöyle bir site buldum ve bakın bu adamı nelerle suçluyorlar, önce okuyun, sonra kendi notunuzu kendiniz verin;

    --- alıntı ---

    sapık görüşlerinden kesitler

    mevdûdî’nin elimizdeki mevcut kitapları mutlak müçtehid edasıyla yazılmıştır. âyet-i kerimelere kafadan mânalar verilişi, salâhiyetli hiçbir müfessirden delil getirmeyişi, dört hak mezhepten birine göre yazılmayışı mevdûdî’nin mezhepsiz oluşunu gösteren apacık ve kat’i delillerdir.

    şimdi mevdûdî’nin hilafet ve saltanat isimli mezhebsizlik zehiriyle dolu kitabına bir göz atalım:

    1- kitabın çeşitli yerlerinde “islâm nazariyesi” tabirini kullanmaktadır. halbuki islâmda nazariye yok, edillei şer’iyye vardır.

    2- bir islâm memleketinde, müslüman olmayanların iman edenlere verilmiş bulunan bütün medenî haklardan aynı şekilde istifade imkânına sahip bulunduğunu iddia etmekte s.58.

    halbuki bir gayri müslim, müslüman bir kadınla evlenemediği gibi seçme ve seçilme hakkına da sahip olamaz. mevdûdî’nin savunduğu demokratik rejimlerdedir.

    3- “benim nazarımda bütün insanlar eşittir.” demekte ve “bizden olsun olmasın” diye de bir ilâve yapmakta. s.68

    halbuki insanlar ancak insan olarak eşittir. fakat bir müslümanla bir kâfir eşit değildir. müslümana namaz kılması icbar edildiği halde kâfire icbar edilemez.

    4- “ancak mü’minler kardeştir.” âyet-i kerimesine istinaden bütün vatandaşların eşit olduğu hükmünü çıkarmakta s. 69-70.

    5- s. 89’da kâinatın efendisinin kendisinden sonra bir şahsın yerine geçmesi hususunda işaret buyurmadığını iddia ederken hemen s. 90’da hazret-i ömer ile hazreti ebu bekir’i hilafete tensip buyurduğunu yani hilafet derdine düşdüklerini söyleyerek açıkca bir iftira atmaktadır.

    6- eshâb-ı kirâm’dan sa’ad bin ubade radiyallahü anh’a, farklı ictihadını kabilecilik taassubu olarak vasıflandırmaktadır. s. 112.

    halbuki dört halifenin sünneti, resulullahın sünneti olduğu hadis-i şerifle sabitken son iki halifenin nümune teşkil etmediği intibaını çıkarmak suretiyle mezkûr hadis-i şerifi tekzip etmektedir.

    8- hazret-i osman radiyallahü anh’ın hülefa-i raşidinin tesis ettiği hükûmet nizamının aydınlattığı meşaleyi de söndürdüğünü iddia ederek köpek dilini göstermektedir. s. 117.

    9- hulefa-i raşidinin doğru yolu gösterdiklerini fakat gitmedikleri intibaını vermek için, “bu zevat-i kirama hülefa-i raşide-doğru yolda giden halifeler- demekten ziyade, hülefa-i mürşide- doğru yolu gösteren halifeler- demenin daha doğru olduğunu söyleyebiliriz.” diyebilmektedir. s. 122.

    10- dinî mevzularda ince değil, çok ince düşünmenin gerektiğine ehemmiyet vermiyerek “her şeyin üzerinde bu kadar ince düşünürsek o takdirde islâm tarihinin %90’nını bir tarafa bırakmamız icap eder.” demektedir. s.129.

    halbuki yanlış bir hâdise anlatmamak için tarihin %100’ünü bıraksak dinimizde noksanlık mı meydana gelir?

    11- benî ümeyye, yani hazret-i osman sülâlesinin memleket idaresinde söz sahibi olmasının kabiliyet ve işbirlikte izahının mümkün olamıyacağını, yani iltimasla getirildiğini iddia etmektedir. s. 130.

    12- hazret-i osman’ın islâmın ne olduğunu hâşâ bilmediğini isbat için “islâm sadece memleket fethetmenin işi demek değildir.” diyebilmekte s. 133.

    13- eshâb-ı kirâmdan baba ile oğulun medine’ye getirilişine kızarak getirilmesini isteyen resûlullah’a diş biliyor veya hazret-i osman’ın yalan söylediği intibaını vermek için “hazreti osman şöyle bir mesele ortaya attı: resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) “bir müddet sonra onların medine’ye dönmelerine izin vereceğim” dediğini duymuştum.” şeklinde rivayet edebilmekte s. 134.

    hadis-i şerife istinaden getirdi demiyor da şöyle bir mesele ortaya attı, demekle hazreti osman’ı töhmet altında bırakmak istiyor mezhepsiz.

    14- ibn-i teymiyye’den bile nakiller yapmakta s. 135.

    15- “hazreti osman’ın siyaseti hatalı idi.” demekte s. 141

    16- hazret-i ali, hazret-i osman’ın temiz olduğunu isbatladı, demiyor da, “hazreti osman’ı temize çıkardı,” demek suretiyle hem hazret-i osman’ın suçlu olduğu, hem de hazret-i ali’nin bir nevi iltimas ettiği intibaını vermeye çalışıyor. s. 146.

    17- s. 148’de “hadiseler büyüyünce hazret-i osman bile hadiselerin bu şekilde gelişeceğini hesaplıyamamıştı.” demek suretiyle güya hazret-i osman’ın ferasetsizliğini ortaya koymaya çalışmaktadır. hadiselerin o şekilde tecelli etmesi takdir-i ilâhidir. peygamber aleyhisselâmın taif’te mübarek ayaklarının kan içinde kalmasını hesaplıyamamış mıydı? mezhepsiz aklının ermediği işlere karışmasan olmaz mı?

    18- islâmın emrettiği seçim şeklinin modern olmadığını veya modern seçim sisteminin islâmın koyduğu seçim sisteminden üstün olduğunu, dolayısıyle hazret-i ali’ye haksızlık yapıldığını belirtmek için “bugünkü modern usullerle bir seçim yapılmış olsaydı hazreti ali kazanacaktı.” demekte s. 151

    19- hazret-i sa’ad ibni ubade gibi biat etmeyen bazı eshâb-ı kirâm için “onlar islâm nizamını iyi düşünselerdi, biat etmelerinin zaruri olduğunu anlamış olacaklardı.” demek suretiyle (s. 152) farklı içtihadlardan dolayı bazı eshâb-ı kiramı islâmı iyi iyi düşünmemek gibi bir ithamda bulunmaktadır. s. 153’de ise “yeni halifeye bu zevat inanmıyorlar, veya inanmak istemiyorlardı, yahutta böyle hareket etmekle hususi bir maksatları vardı.” diyor. ağzını topla mevdûdî!

    20- mezhepsiz herif farklı içtihadlarından dolayı eshâb-ı kirâma bakın nasıl yükleniyor: “biat etmeyenlerin hareket tarzı, ümmeti hilâfet nizamından ziyade padişahlık tarafına yöneltmekten başka bir mânâ ifade etmez.” diyor. s. 153

    21- s. 160’da şartlı biatın caiz olmadığını beyan ettikten sonra s. 162’de aşere-i mübeşşere’den iki sahabinin şartlı biat istediklerini söyleyerek cennetle müjdelenen iki sahabiye noksanlık yüklemeye çalışıyor mezhepsiz.

    22- s. 164’te “neticede talha, zübeyir ve diğer kan davâsı peşinde koşanlar.” diyor da şer’i kısasın yapılmasını isteyenler demiyor. aşere-i mübeşşereden bu iki zata “kan davâsı peşinde koşanlar” şeklinde suçlamaya çalışıyor alçak herif.

    23- s. 167’de hazret-i ali’nin karşı taraftakilerin şehitlerine de hürmet gösterdiğini ve mallarını da ganimet saymadığını rivayet ettiği halde mezhepsizliğinden dolayı karşı tarafa hücum etmekten kendini alamıyor.

    24- hazret-i muaviye’ye uzatılan dile bakın: s. 169’da “muaviye hazret-i osman’ın kanını istemek hususunda gayrî kanunî yolda yürüyordu.” diyor. s. 171’de ise “muaviye osman’ın katillerinden kan istemiyordu. o zamanın halifesinden kan istiyordu.” diyor mezhepsiz herif.

    25- bir kısım sahabenin hazret-i osman’ın kaatilinin hazret-i ali’nin olduğunu söylemesi için 5 tane yalancı şahit bulunduğunu iddia ederek eshâb-ı kirâma iftiralar etmektedir. s.173-174

    26- hakem olayında hilafet hususunda haklıyı haksızı tesbit etmek hakemlerin selâhiyetinde olmadığını, hakemlerin yaptığı işin tamamiyle yolsuz ve yersiz olduğunu beyan etmek suretiyle başta hazret-i ali olmak üzere her iki hakemi ve bu hakemliğe rıza gösteren bütün eshâb-ı kirâmı yolsuz ve yersiz iş yapmakla suçluyor mezhepsiz mevdûdî. s. 182-183-187

    27- hazret-i ali’nin, hazret-i osman’ın katline iştirak eden iki sahabiyi vali yaptığını iddia ederek “işte hazreti ali’nin tek hâtalı meselesi budur.” diyerek hazret-i ali’ye de hâta isnad ediyor, fakat içtihadı böyle oldu diyemiyor alçak herif.

    28- hazret-i ebubekir’in hazret-i ömer’i yerine hilafete seçtiği gibi hazret-i muaviye’nin de oğlunu hilafete seçmesini yanlış, hatalı ve usulsüz bir fikir olarak söyledikten sonra eshâb-ı kirâmın bu işi aynen kabul etmesini hazmedemediği için onlara yükleniyor alçak herif. s. 197

    mezhepsizin samimiyetsiz olduğunu isbat için bu cümleler yetmez mi?

    30- hazret-i muaviye için “politik gayeler uğruna şeriat hükümlerini tahrif etti.” gibi büyük bir iftirada bulunmaktadır. s. 235.

    31- mezhepsiz kadınların başını kendi tutmuş gibi şöyle bir rivayet naklediyor: “bu hâdise esnasında bin kadar kadın kendi kocalarından başka kimselerden gebe kaldı.” s. 247

    böyle bir rivayeti nakletmekle hem eshâb-ı kirâmı ve hem de onların çocuklarını ırz düşmanı olarak vasıflandırmış oluyor. sonra bu bin kadının kendi kocaları tarafından gebe kalmadığını acaba mevdûdî nasıl tesbit etmiş ki?

    32- şirkten başka günahların affedilebileceği itikadının mürcienin itikadı olduğu zikredilerek tenkid edilmektedir. s. 326

    33- imâm-ı a’zamın istisnasız bütün sahabileri hayırla, iyilikle yadettiğini zikretmekte, fakat kendisi mezhepsiz olduğu için hazret-i muaviye’ye hazreti kelimesini bile çok görmektedir. s. 326

    34- ehl-i sünnet âlimlerinin cumhuriyet esaslarının korunması şartıyla birlik için çalıştıklarını kaydetmektedir. s.326

    35- istisnasız bütün eshâb-ı kirâmın adil olduğunu, hepsinin itimada şayan bulunduğunu, aksi düşünülecek olursa dinin bazı esaslarının kendiliğinden şaibeli duruma düşeceğini kaydettikten sonra sahabelerin hiçbir hatalı işleri yoktur demek istemediğini de belirtiyor. s.435

    36- sahabiler için “bilerek hatâ yapmaz” diyor ve içtihadî hataları olabilir demiyor mezhepsiz. s. 436

    37- “es-sahabetü küllühüm adül”, mefhumunun istisnasız bütün sahabiler hakkında varid olduğunu kaydettiği halde, yine de çoklarının âdil iş yapmadığını, şeriatı tahrif ettiğini yazıyor. s.437

    38- kitabında gözden kaçmış hâtaların bulunabileceğini, okuyucular bunları bildirirse düzelteceğini beyan etmektedir. s. 439 (allah aşkına bunların neresi doğru ki ??? !!)

    39- s. 441’de bir hata işlemekle bir kimsenin rütbe ve derecesinin yüksekliğine noksanlık gelemiyeceğini belirterek “ben eshâb-ı kirâma dil uzatıyorum ama onlara noksanlık gelmez” demek istiyor.

    müctehidlerin içtihadlarında noksanlık bulunursa bu hataları derecelerine bir noksanlı getirmez tabii. hepsi de müçtehid olan eshâb-ı kirâmın içtihadlarının mutlaka hata olduğu bilinemediği için mutlaka hatadır denemez ve günah işlemeyen mahfuz veliler de bulunabileceği için herkese hata işler gözüyle bakılmaz.

    40- s. 443’de “benim düşüncem şöyledir” diyerek kendisinin de islâm âlimleri arasında yeri olduğunu sanmaktadır.( halbuki sadece arapçası kuvvetli, baska hiçbir ilmi yok)

    41- “eshâbım hakkında konuşulurken dilinizi tutunuz.” hadis-i şerîfine ehemmiyet vermeden sahabe-i kirâma kusur yüklemeye, hata bulmaya çalışmaktadır. s. 444

    42- islâmda fâsığın şehadeti kabul edilmediği halde iftiralarına rafizilerden, şiilerden delil getirmektedir. s. 445

    intak-ı hak kabilinden mehaz gösterdiği ibni ebil hadid’in şii olduğunu kendisi de itiraf etmektedir. s. 445

    43- rafîzi ibni kuteybeyi mehaz olarak göstermekte ve ibni kuteybenin şii olduğunu söylemek hatadır demektedir. s. 446

    44- ibni kuteybenin şiî olduğu bir tarafa hazret-i ali’yi sevmemek anlamına gelen nasibilikle itham edildiğini belirtiyor. s. 447

    sanki hazret-i ali düşmanı olunca sözü senetmiş gibi yukarıdaki ifadeyi yazıyor.

    45- el mesudi’nin rafîzi olduğu açıkken “başka mehazların tasdik etmediği rivayetlerini almadım” diyerek zımnen mesudi’nin ehl-i sünnet olmadığını belirtiyor. s. 448

    s. 452’de ise “ibni kuteybe ve öteki tarihçilerin eserlerinde rastlanan bozukluklara ibni cerir’de tesadüf edilmez” demektedir.

    bu ifadesi doğrudur, çünkü sünnî ibnî cerir senettir. fakat rafîzi olan ibni cerir ise şiîdir. mevdûdî’ye mehaz ve senet olacak kadar sinsi bir eshâb-ı kirâm düşmanıdır. mevdûdî gibi eshâb-ı kirâmı över över sonra da şuraları hatalıdır der.

    46- ehl-i sünnetin kâfir dediği ibni teymiyye’yi imam diye övmektedir. s. 452

    47- hem tarihi delil olarak göstermekte ve delillerini hep tarihten vermekte, hem de “hadis imamlarının ağır tenkidlerine uğramış bulunan ravilerini tarih yine de kabul etmektedir.” demek suretiyle kendi kendini çürütmektedir. s. 460

    48- s. 462’deki mantığa bakalım: bizim tarih yazma işimize abbasiler devrinde başlandığı, bunların emevî düşmanı olduğu, bu bakımdan bir takım vukuatı gizlemiş ve saklamış oldukları ihtimali üzerinde durarak, emevilerin iftihar vesilesi olacak işlerinden de bahsettikleri için bu tarihçilerin doğru olabileceği hükmünü çıkarıyor. s. 462

    be aptal mevdûdî , iyi taraflarını yazmasa iftiralarını nasıl kabul ettirecek? tıpkı sen de onlar gibi eshâb-ı kirâmı övüyorsun sonra da iftiralarını sıralıyorsun.

    49- ibni arabi’nin, ibni teymiyye’nin ve şah abdülaziz’in şiîleri reddiye hakkında yazdıkları kitaplardan rivayetler almadığını, bunların mehaz olamıyacağını beyan etmektedir. s. 463-464

    yazarı ehl-i sünnet olduktan sonra şiîliğe reddiye olarak yazılan kitaplar niçin mehaz olarak kabul edilmesin?

    50- kendi fikirlerini yazıyor sonra da “kendi içtihad-î fikrimi ortaya koysaydım…” diyor. s. 463

    51- hazret-i osman’ın hareketlerinin yanlış bir niyet değil, yanlış bir düşünce olduğunu beyan etmekte, bu yanlış düşünce isnadına da içtihadî bir hata demekte. s.465

    52- hazreti osman’ın ferasetinin noksan olduğunu teyit için “herhangi cahil bir insan bile vukuu muhtemel zararları tahmin edilebilir, iyi veya kötü bunlara karşı gerekli tedbirleri almayı ihmal etmezdi.” demek suretiyle hazret-i osman’ın bir cahil kadar bile tedbirli olmadığını söylüyor. s. 467

    53- hazret-i osman’ın hazret-i muaviye’yi uzun seneler valilikte bıraktığı için siyaset ve tedbirinin hatalı olduğunu beyan ederek, bir valiyi ancak 5-6 sene istihdam edip değiştirmenin münasip olacağını söylüyor. s. 472

    54- hazret-i osman’ın akrabalarına karşı olan sevgisini zaaf olarak vasıflandırıyor. s. 476

    55- hazret-i osman’ın yalan söylediğini zımnen belirtmek için, bazı vâlileri değiştireceğine dair halka söz verdiği halde yine yerlerinde bıraktığına dair bir rivayeti nakledebilmektedir. s. 483

    56- aşere-i mübeşşereden hazret-i talha ile hazret-i zübeyir’in kısas hakkındaki içtihadlarının hatalı ve yanlış olduğunu iddia etmekte. s. 492

    57- hazret-i âişe validemizle birlikte hazret-i talha ile hazret-i zübeyir’in içtihadları için nadim olduklarını yazabilmekte. s. 493

    halbuki hiçbir müctehid içtihadı için nadim olmaz. çünkü içtihad etmek günah değil de ondan. asıl günah olan içtihad etmemektir. mübareklerin nedameti içtihadları için değil, ibni sebe’nin hilesi sebebiyle müslüman kanı döküldüğü içindi.

    58- ehl-i sünnetin hazret-i muaviye’ye fâsık demediğini belirttikten sonra bagi olup olmadığı hususunda ihtilaf bulunduğunu kaydederek bagi diyenlerin daha doğru olduğunu yazmaktadır. s. 493

    alçakça bir mantıksızlık. fâsık olmayan kimseye bagi nasıl denir? bagilik meşru ise tabii ki denir. yok bagilik meşru değil, yani bagi olmakta bir günah var ise, bu günah açıktan işlendiği için, işleyene fâsık denir. harbde hile caiz olduğundan hile yapana hileci denemez. isyan eden kimseye fâsık denmediğine göre, o kimsenin isyanının, bagiliğinin meşru olduğunu gösterir. meşru olmasaydı fâsık denirdi. mezhepsiz mevdûdî hem fâsık değil diyor, hem de bagi diyor.

    59- hazret-i muaviye’nin fâsık olmadığını ve müçtehid olduğunu beyan ettiği halde kesilecek mütecaviz dilinden bir defacık olsun hazreti kelimesi çıkmadığı gibi haraketlerine hata dediğini, içtihat hatası diyemiyeceğini belirtiyor. s. 496

    60- hazret-i muaviye için söylediğini hazret-i amr ibni as için de söylememekte “bu zatın yaptığı iş, düpedüz hata idi, haksızlıktı. buna içtihadî hata denmez.” diyerek zehirini kusmaktadır. s. 498

    61- s. 500’de “şimdi yalnız biz değil, fakat hangi insaflı ve âdil bu işin adına içtihad diyebilir?” şeklinde konuşarak içtihad diyenlerin insaf ve âdil olmadıklarını, dolayısıyle bütün ehl-i sünneti insafsız ve adâletsiz olarak vasıflandırmaktadır. başta hazret-i ali olmak üzere ehl-i sünnet ulemasının bu hadiselerin içtihada taalluk ettiğine dair olan içtihadlarını milli fikir’in 12. sayısında da vesikalara dayanarak isbatlamıştık.

    62- istidlal ettiğim hususlarda bir hata varsa birlikte düzeltelim diyerek kendisinin istidlâl etme yetkisinin bulunduğunu, yani müçtehid olduğunu beyan etmektedir. s. 504. daha önce de içtihad-i fikrim diyordu. s. 463

    63- bir sahabenin mekke’nin fethinde hazret-i osman’ın iltiması ile vazgeçildiğini yazmakta. s. 506

    iltimas, bir haksızlığı meşru kılmaz için yapılan harekettir. hazret-i osman iltimas yaptı demekle hem hazret-i osman apacık şekilde suçlanıyor, hem de bu iltiması kabul edip tatbik eden resûlullah efendimiz suçlanmış oluyor. eğer hazret-i osman’ın o hareketi iltimas olsaydı, resûlullah onu kabul eder miydi?

    “islamda ihya hareketleri” isimli kitabında ise ehl-i sünnet âlimlerinin kâfir, sapık, bid’atçi dediği ibni teymiyye’yi aşırı şekilde övmekte, ona “imam” ünvanını vermekte, ehl-i sünnetin göz bebeklerinden biri olan imâm-ı gazâli hazretleri gibi bir âlime mezhepsiz kafasıyle zaaf ve noksanlıklar bulmakta, tasavvufa girişini- yani evliya oluşunu- noksanlık olarak kabul etmektedir. imâm-ı rabbânî hazretleri gibi tasavvufdaki derinliği nisbetinde yükselen büyük islâm âlimlerini yalnız dış cephesiyle ele alıyor, tek cümleyle tasavvufun peygamber aleyhisselâmın bâtın nuru olduğunu bilemediğinden inkâr ediyor. islâmı imâm-ı gazâli’nin bıraktığı yerden alıp ileriye götürdüğünü savunmak gibi gülünç iddialarda bulunmaktadır.

    sizlere düşünce yapısından kesitler vermeye çalıştığımız bu sapığın da delaletinin ardı arkası gelmez. bize düşen bu gibi sahte din adamlarının düşünce yapılarını, ideolojilerini ve hedeflerini bilmektir. böylelikle sapık düşüncelere karşı temiz inancımızı koruyabilecek ve gerekirse müdafaa yapabileceğiz…

    --- alıntı ---
hesabın var mı? giriş yap