• boga guresi ve flamenko akla ilk gelenlerden..
  • eski para birimi pesetaydı.
  • duz sacli, ince hatlara sahip manitalari ile unlu avrupa ulkesi.
  • 1)bir elbise aldiniz kendinize, ispanyol da size
    - "aa!! ne kadar yakışmış" derse katiyen ona "teşekkür ederim" demeyin. bu çok ayıptır.
    - gerçekten mi.... sahiden beğendin mi... gibisinden laflar söylemelisiniz. aksi takdirde kendini beğenmiş insan durumuna düşersiniz onların gözünde.
    2)kesinlikle ama kesinlikle özellikle bir topluluk içinde birisine maaşını/gelirini sormayın. bu çok büyük ayıp/terbiyesizliktir ve anında dışlanırsınız.
    3)sinemaların %99'unda tüm filmler dublajlıdır, alt yazılı film bulma ihtimaliniz yok denecek kadar azdır.
    4)ispanya'da vişne yenmez.
    5)motorlu taşıt ülke işareti "e" olan ülke.

    $imdi de isber ortayli'nin anlattiklari:

    ilk gittiğimde 1970’li yılların başı, franko rejiminin son zamanlarıydı. vitrinlerde marksist kitaplar bile vardı. şaşmıştım ama dediler ki; bir düğün yemeği için 15-20 kişi davet edilse polise bildirmek gerek. üç kişinin bir araya gelip cemiyet kurması meseleymiş. ortalık durgun, temizdi: lonca sisteminin şiddetinden dolayı esnaf kazığı bile yoktu. her şeyde anane vardı. her yerde özgürlük değil ama özgünlük hükmediyordu. dışarıdan hoş görünüyor, içi de herhalde onları yakıyordu. hayat ucuzdu; avusturya’dan aldığım talebe bursu ile uzun bir tren yolculuğu yaparak gelmiştim. rahatça gezebiliyordum. avrupa konseyi devriydi. pasaportumuzla her yerde vizesiz veya kolay vize alarak gezebiliyorduk.
    ikinci gidişimde anane hâlâ yürürlükteydi. tesadüf oldu. cambridge’de osmanlı etüdleri kongre’sindeyken telefonla davet ettiler. doğrusu ingiltere’deki kongreden otobüsle döneceğime, televizyondaki "la clave" programının cömert daveti iyi gelmişti. madrid’deki palace hotel elan 20’nci yüzyıl başı ispanya atmosferini yaşıyordu. amerikanizm gelişiyordu. zamanla bu otel de sheraton oteller dizisine dahil oldu. franko ölmüş, işsizlik ve demokrasi patlamıştı. birbirini tanımayan ispanyollar bir aradayken politika konuşmazlardı. başları derde gireceğinden değil; iç savaşın utancı 50 yıldır sürüyor ve sağla sol laf dalaşına girmemeyi tercih ediyordu. teke tek konuşunca herkes hızlı solcu veya şedit frankistti.
    ispanya güzeldi, ispanya gençti. ispanyollar umutluydu ve hâlâ savaşan babaları gibi naifti. sonra birkaç kere daha gittim. her seferinde daha zenginleşmiş buldum. "madrid’in sokaklarında gece dolaşma" dediler. ispanya uyuşturucu trafiğinin merkeziydi ve milli gelir miktarına ilave bir karapara dolaşıyordu. dünyaya açık mı kapalı mı anlayamadığım bir ülke idi. ispanyollar gene yabancı dil bilmiyordu. bu işi basklılara ve katalunyalılara bırakmışlardı. bilgisayar programcılığı, mühendisliği gibi yeni işler basklılara, ticaret ise katalunyalılara aitti. ispanyollar memurdu ve entelektüeldi. öğlene doğru işe gidiyorlardı. tapaslar ve restoranlar gece 23.00’te kalabalıklaşıyordu.
    şimdi ise çoğu yer o saatte kapanıyor. insanlar daha erken yatıyor ve daha erken yani saat 10.00’da işbaşı yapıyorlar. gerçi ehliyet ve iş çıkarma yeteneği fark etmemiş ise de ispanya milli geliri 10 yıldır ikiye katlanıyor. sanayiyi geç kurmanın getirdiği avantajla yatırımları iyi planlama bir arada gidiyor. hiç çalışkan değiller. ama işler iyi planlanmış. ab’ye girince gelir kendiğilinden artmıyor; hiçbir şey havadan gelmez, bunu içimizdeki bazı hayalperestlerin anlaması lazım.
    amerikanizm ispanya’yı da sarmış. boşanan çiftler artmış, boşanamayan çiftlerin cinayetleri de... nüfus artmıyor, genç sayısı azalmaya başlamış. fransa ve ingiltere’nin aksine göçmen nüfus güney amerika’dan geliyor. bir ispanyol tanıdığım, "ispanyolcaları bizimkilerin ispanyolcasından güzel. hiç değilse bu kazancımız var" dedi. madrid, barcelona ve valencia sokakları gece boşalıyor. millet artan gelirleriyle güzelleştirdikleri evlerine kapanmayı tercih ediyor. ab’nin zenginleşen akdeniz kanadı ile zengin cermen kanadı arasında sürtüşme başlayacak. bağdat savaşında farklı tutumlar takınmanın ve hasım takımları tutmanın nedenlerinden biri bu.
    (kaynak: 6 nisan 2003, milliyet gazetesi, ilber ortayli)

    ispanya yolunu buldu, tarihinin en düzgün asrını yaşıyor. bu nedenle de avrupa’nın iki senyörüne yani fransa ve almanya’ya onları takip etmeyeceğini; ayrı iktisadi çıkarları olduğunu göstermek istiyor. irak savaşı bu meydan okuma için uygun alan ve uygun zaman oldu. doğrusu avrupa’nın en köklü devlet ve diplomasi geleneğine sahip bu ülke durumu iyi değerlendirdi. madara olan fransa ve almanya’ya katılmadı. kendine göre kurnazca bir politika izledi. sokaklarda protesto eden kalabalıklar şimdi medyada başka nutukları dinliyor. ispanya ise başkalarının kavgasından iktisadi çıkar sağlayacak. teknoloji bilgisi ve sanayii ile avrupa’da öne geçebileceğine inanıyor. eğitim kurumlarının ise ingiltere’nin aksine pek parlak olmadığı söyleniyor. yüksek tahsilin çöküşü avrupa kıtasının genel hastalığı. bu hastalıktan uzak durmamız lazım. ispanyol nüfusu da yaşlanıyor. bizde sanıldığının aksine ispanya’nın etnik sorunları çözülmez boyutta değil; basklar 1,5 milyon kadar, dünyaya açılımları, dil bilgileri ispanyollardan önde. bask ülkesi, ispanya’nın eskiden beri sanayileşmiş kesimi. geçen aralıkta bask otonom bölgesi başkanını dinledim. "saygın ve öncü bir kavmiz, kültürümüze ve haklarımıza saygı isteriz ama azınlık da çoğunlukla birlikte bir ülkeyi inşa etme görev ve mesuliyetine sahiptir" diyordu. katalunyalılar da dünyaya açık, tüccar bir kavim. aslında ispanya’nın akdenizli kesimi katalunlardır. ayrılıkçılık hakim olmadığı gibi toplumsal sorumluluk duyguları var. bu yüzden ispanya talihli bir ülke sayılır.
    avrupa parlamentosu’ndaki ispanyol mebuslarının katıldığı ve avrupa parlamentosu başkanvekili vidal quadras’ın yönettiği kapalı toplantıda; "islam ve türkiye’de islam’ı" tartışıyoruz. ispanyollara has kibar bir üslup hakim. ama ispanyol politikacıların ve tarihçi meslektaşlarımızın bence temel bir yanlışı var; insanlığın kurtuluşunu laiklikte görebiliriz veya aksini düşünebiliriz. ama islam’ı sadece bağnazlık, kendi dinini ise bir kültür çevresi ile tarif edip asri medeniyetin öncüsü olduğunuzu düşünürseniz ve yirminci yüzyıldaki refahınızı dininizin "esnekliğine!" bağlarsanız, tarihi realiteyi inkar etmiş olursunuz, kavga devam eder. islam fundamentalist gruplar üreten bir din dediğiniz zaman, on tane müslüman fundamentalist grubun bir katolik opus dei örgütünün gücüne ve etkinliğine sahip olmadığını bilmeniz gerekir. katolik toplumların seçkinlerini toplayan; papalık ve milli hükümetler arasındaki bağları kendine göre yöneten böyle bir kuruluş islam dünyasında henüz yok; kurulmasına ve gelişmesine biraz da boşuna çalışılıyor. ortadaki rabıtat’ul alem’ul islam gibileri ancak opus dei’nin güneşte kurutulmuşu olabilir. dindar olsun ya da olmasın kimse kimliğinden fedakarlıkta bulunmak istemez, bulunmasın da zaten. ama kendi dini kimliği ile övünüp öbürünün kimliğini aşağılamayı ve kendi dininde mistisizm ve akide diye yücelttiği unsurları öbürünün dininde tehlikeli yobazlık belirtileri diye yaftalamayı kimse kabul edemez. bu şartlarda 11 eylül havası da dağılamaz. islam patriarkal bir din dendi. hangi semavi din bugünün çağdaş denen niteliklerine sahip? bunların hepsi bir laf salatasıdır. yirminci yüzyılın muğlak kavramlarıyla 2 bin yıllık inançları değerlendirmek ne kadar sağlıklı sonuç verir? engizisyon mahkemeleri çoktan kalktı ama mütekebbir bir akide insanların zihninde yaşıyor ve herkes birbirini itham ediyor.
    fakat ispanyollar için türkiye sempatik ve kendine benzeyen bir ülke. kafkaslardaki gürcistan’da da türkiye aynı imaja sahiptir. akdeniz’in binlerce mil ucundaki bu ülke birçok orta ve kuzey avrupa ülkesinden daha yakın türkiye’ye.... kanlı bir iç harbin, acılı tarihin ürünü olan modern ispanya ortega y gasset’nin deyişiyle bu "belkemiksiz ülke" bize ibret olmalı. aynı akıbete uğramamak için bazı kurumlara ve ilkelere dikkat etmemiz lazım. avrupa’daki siyasi ve hukuki konsüllerin değil; kendi toplumsal, tarihi mirasımızın gösterdiği yolu izlemeliyiz. bu zorunluluğu da gene en çok ispanyollar anlıyor. ispanya, yahya kemal’in dönemindeki gibi zil, şal, gül, mistisizim, politik kavga dünyası değil. belki artık özgünlüğünden kaybetmiş, yorgun bir tarihin nekahat devrini atlatmış, bizim tanımamız gereken bir yer.
    (kaynak: 15 nisan 2003, milliyet gazetesi, ilber ortayli)
  • avrupada en sevdiğim, sıcakkanlı ve güzel hatunlarıyla ünlü ülke. birbirimize tip ve karakter olarak o kadar benziyoruz ki, o kadar olur. çünkü londrada okuyan ispanyol arkadaşım haftalar boyunca benim ispanyol olduğumu iddia etmişti de ben de en sonunda dayanamayıp türkçe şarkı patlatmıştım. sonra nüfus kağıdı ve pasaport gibi deliller getirdim, o zaman inandı. ispanya gümrüğünde de aynı hadise yaşanmış, polisler devamlı ispanyolca sorular sorup kafamı allak bullak ediyorlardı, neyse ki isimden kurtarmıştım.
    (bkz: ispanyol kızlar)
  • avrupada turkleri en cok seven ve en sicak davranan insanlar olmalarinin yaninda, hepsi ayri bir sirinlige sahiptir. sanati acayip severler, sehirlerin her tarafi heykellerle, sergilerle doludur. sokak baslarinda gitar calan elemanlar, dans eden kizlar. avrupanin o soguklugunun olmadigi, geleneklerine ve torelerine sahip cikan ama ayni zamandada bir o kadar modern olan tek avrupa ulkesi.fransa ve italyaya oranla daha ucuzdur. kimi bolgelerinde gunduz hayat yoktur, oglen 12 de kapanir dukkanlar ve aksamustu acilir. sokakta yer sordugunuz insanlarin sizi ispanyol sanip sizin kendinizle dalga gectiginizi dusundugude olur. tarihsel ve sanatsal acidan avrupanin en guzel ulkesidir.
  • çok hoş kadınların olduğu, ancak güzel erkek kıtlığı çeken, üç kişi 42 euroyla bir gece kalınabielecek pansiyonları olan, ispanyol- bask- katalan sorunlarını yaşayan, ancak parti kapattığı için eleştirilen bir hükümete sahip ülke.
    halkının inatla ispanyolca konuşması da iyiniyet mi salaklık mı bilinmez.
  • para birimi artik peseta olmayip eu olan ulke...esrar kullanma olayida serbestmi$ bu ulkede...ma$allah bre amigolar...
  • (bkz: paella)
hesabın var mı? giriş yap