*

  • (i.ö 460-370)
    doga filozoflarının sonuncusu.
    ege denizinin kuzeyindeki sahil kentlerinden birinde yaşıyordu.
    doğadaki herşeyin temelini oluşturan birşeyin değişmeyen yapı taşlarından oluştuğunu ve bu en küçük parcacıga atom adını veriyordu.
    atom teorisi,algılarımızı da açıklayabiliyordu.one göre algılayışımızın nedeni atomların boşlukta haraket edişleriydi.
    bilincin atomlardan oluştuğunu düşünüyordu.
    ona göre ruh;
    özel yuvarlak kaygan ruh atomlarından olşuyordu.insan ölünce bu atomlar etrafa savruluyor,sonra da oluşan yeni bir ruha hatılabiliyorlardı.
    septik bir filozoftu.
    (bkz: septisizm)
  • materyalist, yunan filozofu. andera şehrinde doğmuştur.
  • (bkz: epikür)
    (bkz: heraklit)
  • eski yunan 10 drahmi liklerinin arka yüzünde (bkz: tura) resmi bulunan filozof.
    ön yüzünde (bkz: yazı) keşfettiği atomun resmi bulunmaktadır.
    yunanistan trakya üniversitesine ismini vermiştir. democritus university of thrace
    http://www.duth.gr/
  • leukippos'un öğrencisi, öncü atomist. her şeyin atomdan oluştuğunu söyler.
    suyun akışkan olmasını, atomlarının daha düzgün ve yuvarlak olmasına, demirin katı olmasını da atomlarının pürüzlü olmasına bağlar.
  • öncelikle demokritos felsefesi mekanist ve atomcu bir maddeciliğe dayanır. ona göre tabiat, boşluktan ve bölünmez, değişmez, sürekli, sonsuz maddi parçacıklar olan atomlardan meydana gelir. atomlar sadece biçimleri ve boyutları bakımından farklıdır. sürekli olarak hareket halinde olan atomlar birleşerek değişik cisimleri meydana getirir.

    demokritos, "hiçbir şey hiçten doğmaz" der. cisimler atomların birleşmesiyle meydana gelir. atomların ayrılmasıyla yok olurlar. ruh bile ince, yuvarlak, hafif ve sıcak atomlardan oluşmuştur. duyular yoluyla edinilen bilgi, nesnelerden yayılan çok ince cisimciklerin, duyu organlarını etkilemesinin bir ürünüdür. her türlü bilgi duyulardan gelir; fakat us bu duyuları aşabilir. demokritos için atom teorisi'nin kurucusu denilebilir.
  • tarihe, yetiştirdiği ünlü isimlerle geçen abdera kenti vatandaşı ünlü düşünür. insan nasıl insan oldu adlı kitapta onun hakkında anlatılan öykü şöyle:

    abdera, trakya kıyısında nestos ırmağının ağzı yakınlarında kurulmuş kent. anadolu’nun kyros yönetimindeki persler tarafından mö 540 dolaylarında işgal edilmesinin ardından iyonya’yı terkeden miletos halkı burada bir koloni kurmayı başardı ve trakya’nın iç bölgesiyle canlı bir ticaret geliştirdi. abdera, mö 5. yüzyılda delos birliğinin zengin bir üyesiydi. ancak mö 4. yüzyılda trakya’dan gelen akınlarından büyük zarar gördü ve önemini büyük ölçüde yitirdi. abdera’nın yerinde bugün yunanistan’ın avdhira kenti bulunmaktadır.

    abdera kentinde doğan filozoflardan biri demokrit’ti. babası damasip’in hemşehrileri arasında büyük bir büyük itibarı vardı. bir gün pers kralı keyhüsrev, seferlerinden birinde damasip’in zengin ve konuksever evinde kalmıştı. hükümdara o dönemin bilim adamları olan büyücüler de katılırdı. keyhüsrev abdera’dan ayrılırken büyücülerinden bazılarını damasip’in çocuklarını eğitmek için bırakmıştı.

    demokrit’in çocukluğunda ders aldığı pers büyücülerin görüşleri birçok konuda yunanlılarınkinden farklıydı. zerdüşt dinini yayan bu büyücüler, tanrılara inananları ahmak sayarlardı. onlara göre iki dünya vardı. büyük dünya, yani evren ve küçük dünya, yani insan. demokrit öğretmenlerinden hint filozoflarının öğretilerini de işitmiş olabilirdi: “tüm eşyalar zerreciklerden, yani noktalardan meydana gelmiştir. nokta hareket ederek çizgi, çizgi hareket ederek yüzey, yüzey hareket ederek cisim olmuştur.”

    demokrit’in bir öğretmeni daha vardı. bu, aynı zamanda dostu da olan leukippos’tu. demokrit, miletos’lu filozofların evrenin aslını maddeden sağladığı görüşünü öğrenmişti leukipos’tan.

    damasip öldükten sonra demokrit, kentin en zenginlerinden biri olmuştu. babasından miras olarak büyük bir servet kalmıştı kendisine. demmokrit, itibar ve nüfuz sahibi biri olarak rahatça yaşayabilirdi. kente arhont, yani başkan seçilmiş, adına para bile basılmıştı. ne var ki demokrit yurdunda kalmadı, bunun yerine dünyayı dolaşmayı seçti. “bilge kişiye yeryüzü açıktır” diyordu. ömrünün büyük bölümünü uzak ülkelere yaptığı gezilerde geçirdi. mısır’a, babil’e gitti. mısırlı kâhinlerle, babilli büyücülerle, hintli felsefe hocalarıyla konuştu. ama her zaman için baş öğretmeni doğaydı. şöyle diyordu: “benim zamanımda yaşayan insanlardan yalnız ben dünyanın büyük bir kısmını dolaştım, en uzak olayları inceledim; gök ve yerin en geniş alanlarını gördüm, birçok bilim adamını dinledim.”

    demokrit yurduna yoksul bir insan olarak döndü. kardeşi yardım etmeseydi açıkta kalabilirdi. elinde avucunda bir şey kalmamış tüm servetini harcamıştı. çünkü o bir tüccar olarak değil, dünyayı inceleyen bir araştırıcı olarak gezmişti. kiraladığı her gemi pahalıya mal oluyor, ona kâr getirmiyordu.

    dönüşünde abdera halkı ona ateş püskürüyordu. demokrit’e büyük saygıları vardı, oysa servetini yabancı ülkelerde bir mirasyedi gibi savurmuştu. demokrit’i mahkemeye verdiler. yargıçların huzuruna çıkan demokrit, bağışlanmayı dileyeceği yerde, büyük bir ruloyu açıp, yazdığı eseri okumaya başlamıştı. bu eserin adı büyük diyokosm (büyük evren düzeni)’du.

    yargıçlar, evrenin doğuş ve kuruluşunu anlatan bu kitabı demokrit’in neden okuduğunu başlangıçta bir türlü anlayamadılar; suçlamayla demokrit’in yapıtı arasında görünürde hiçbir bağ yok gibiydi.

    demokrit’in betimlediği evren görünümü o kadar güzel ve görkemliydi ki, davacılar suçlamayı unutmuşlardı. kitabın okunması bittiği zaman yargıçlar, demokrit’in kentin gelenek ve yasalarını çiğnemediği kararına vardılar. gezide bir servet harcamıştı, ama dönüşte daha büyük bir servet getirmişti: bilgi. o zamana dek hiçbir abdera’lı tüccar gezilerinden böyle bir kârla dönmüş değildi. yargıçlar kararını vermişlerdi: demokrit’e 500 talant verilecek, sağlığında bronz bir heykeli dikilecek ve öldüğünde kent hesabından gömülecekti.

    demokrit’in elinde yeniden para vardı ve bunları da aynı amaç için, yani bilgi uğruna harcamayı kararlaştırdı. bu defa atina’ya, yani yunanistan’ın bütün kentlerinden daha daha fazla ve ünlü bilim adamlarının bulunduğu yere gitti. o dönemde anaksagoras, sokrat gibi ünlü filozoflar atina’da ders veriyorlardı. demokrit, eserlerinin ününün kendinden önce atina’ya ulaştığını düşünerek kente geldi. atina’ya vardığında kendisini kimsenin tanımadığını gördü. demokrit, sokrat’ı bildiği halde, sokrat’ın ondan haberi yoktu. demokrit anaksagoras’ı ziyaret etti. ihtiyar filozof onu dost ve öğrencileri arasına kabul etmedi. bir “yüksek akıl”ın varlığına inanmayan bu abdera’lı genç filozof anaksagoras’a fazla cüretkar görünüyordu. oysa demokrit evreni harekete geçiren yüksek bir güce gereksinim duymamıştı. evreni başsız ve sonsuz sayıyordu. anaksagoras’a cüretkar görünen düşünceleri bunlardı. demokritse anaksagoras’ın görüşlerini “ihtiyarca” sayıyordu. ihtiyar filozoflar demokrit’i meclislerine kabul etmemişlerdi; ama gençler arasında onun sözlerini can kulağıyla dinleyenler de az değildi. demokrit şöyle diyordu: “bir kaba su doldurup sımsıkı kapayın. sonra ateşe koyup kaynatın. su kabı patlatır. sebebi ne? şu ki, dünyadaki her şey gibi su da atomlardan meydana gelmiştir. pek küçük oldukları için atomları görmeyiz. öyleyse atomların var olduğunu nereden biliyoruz? zerrecikler gözle, kulakla, burunla sezemeyeceğimiz, tatma ve dokunmayla fark edemeyeceğimiz kadar küçük olunca akıl yardımımıza koşuyor. sımsıkı kapalı kabın ateşte nasıl patladığını görüyoruz ve akıl bize buna sebep, suyun kaynamasıyla atomların genişleyip içinde bulunduğu zindanın duvarlarını parçalamasıdır diyor.

    bir tapınaktaki altın heykelin elinin niçin zayıfladığını, yani aşınıp küçüldüğünü anlamıyoruz. akıl bunu da açıklıyor. dua edenler altın eli öperlerken elden, gözle görülmez atomlar kopuyor. böylece açıkça bilinen bir şey, gizli olup bilinmeyen bir şeyi görmek imkanını veriyor.”

    demokrit anlatıyor, öğrenciler de onu dinleyerek gözle görülmez atomlar dünyasına dalıyorlardı. uçsuz bucaksız uzayın bir yerlerinde atomlar uçuşuyorlardı. düzensiz karmakarışık bir uçuştu bu. tıpkı güvercinin güvercinlerle, turnanın turnalarla toplanıp, kuş sürüleri meydana getirdikleri gibi, aynı cinsten atomlar da birbirini çekiyordu. bu çekme atomların yolunu eğriltiyor ve bunlar kasırganın göklere savurduğu kum tanecikleri ya da anafordaki yongalar gibi dönmeye başlıyorlardı.

    ağır şeyler anaforun merkezinde toplanır, hafifler de dışarıya atılır. sonsuz boşlukta uçuşan atomlar da öyle olmuştu. ağır atomlar, evren kasırgasının merkezinde toplanmış, hafifler de ağır atomlar tarafından yenilip dışarıya, kenara itilmişlerdi.
    “atomlar,” diyordu demokrit, “bir meydandaki insanlar gibidirler. gezinenler seyrek oldukça birbirine engel olmazlar. çoğalınca kakışmalar, kavgalar başlar. en kuvvetliler üstün gelir, zayıflar çekilip gitmek zorunda kalırlar. evrenin merkezinde toplanan ağır atomlar dünyayı meydana getirdiler. ağır atomların çevresinde, daha hafif olan suyun atomları yerleşti. bunlardan da hafif olan havaysa merkezden çok uzaklarda kalmıştı.”

    dünyanın merkezine doğru yönelen suların atomları, yeryüzündeki iki derin çukuru doldurmuşlardı. bunlardan biri çevresinde insanların yaşadığı akdeniz’di. ikinci çukur, dünyanın öbür tarafındaydı.orada da insanlar yaşıyordu herhalde. bunlara ters ayaklılar anlamına gelen “antipod”lar derler. onlar dünyanın ters tarafında olduğuna göre bize düz gelen onlara ters gelmeliydi diye düşünüyordu o dönemin insanları. bizim ayaklarımızın altında olan onların başının üzerinde olmalıydı.

    öğrencileri demokrit’e soruyorlardı: “yeryüzünde canlı varlıklar nasıl doğdu?” demokrit buna şöyle yanıt verirdi: “dünya henüz sıcaktı, iyice katılaşmamıştı. şişip tümsek tümsek oluyordu. tümsekler ağaçlardaki tomurcuklar gibi patlayıp açılıyor, içinden hayvanlar çıkıyordu. ağır olan toprak atomları fazla gelen varlıklar karaya yerleştiler. su atomları daha çok olanlar suya girdiler. hafif hava atomları fazla olan hayvanlarda kanatlanıp havalandılar.”

    bu ilk hayvanların çoğu yok olmuştu. yaşayanlar kurnazlık ya da kahramanlık sayesinde, ya da türlerini koruyan hızlı koşmaları sayesinde kurtulmuşlardı. daha sonra bu eski hayvanlardan insan da meydana geldi. başlangıçta insanlar hayvan gibi yaşardı. çıplaktılar, evleri barkları yoktu, ateşi bilmezlerdi. ömürleri hep yiyecek peşinde geçerdi. hakkında efsaneler söylenen “altın çağ”, mutluluk çağı olmamıştır geçmiş zamanlarda. insan çok şey çekmişti o zaman. zayıflar kırılmış ancak kuvvetli olanlar kurtulabilmişti. insanlar saldıran vahşi hayvanlardan korunmak için birleşmeye, yardımlaşmaya başladılar. zamanla insanlar arasında kıskançlık yüzünden kavga başladı. biri ötekini kıskanıyor,onun mal ve mülküne göz dikiyordu. bunu önlemek için yasalar çıkarmak gerekti. herkes yasalara uymak zorundaydı. çünkü atomların birleşerek maddeyi meydana getirmesi gibi insanlar da devleti meydana getirirlerdi. atom, maddeye kıyasla bir hiçti ve onun yasalarına bağlıydı. “bunun için,” diyordu demokrit, “devlet işlerini bütün öteki işlerden önemli saymalı. herkes devletin düzenli olması için çalışmalı. vatandaş hak ettiği itibardan fazlasını beklememeli ve ortak davaya zarar verecek derecede nüfuz sahibi olmamalı. doğru yolda yürüyen bir devlet, insana en büyük destektir. her şey devlete bağlıdır. devlet işleri yolundaysa herkes refah içindedir. devlet çökerse her şey yok olur.”

    demokrit, maddenin yapısını anlamaya çalışan, ve yaşadığımız dünyayı bilim yoluyla açıklamaya çalışan insanlardan biriydi. ölümden sonraki dünya hakkında anlatılanları masal sayar ve şöyle derdi: “ölümlü canlı doğanın yok olmaya mahkum olduğunu bilmeyen kimi insanlar, hayatlarını öbür dünyaya ait yalanlar uydurmakla, sıkıntı ve korku içinde geçirirler.”
    onun bu fikirleri ileride “öbür dünya hakkında masallar” uyduran biri tarafından lanetlenecekti. bu kişi platon’du. demokrit’in görüşleri hoşuna gitmezdi ve insanları ilahi kurucuya, ahretin, öbür dünyanın nimetlerine inandırmaya çalışırdı. platon demokrit’in izinden yürüyenler hakkında şöyle der: “bunların bir kısmı idam edilmeli, bazıları kamçıyla dövülüp hapse atılmalı, bir kısmı yurttaşlık haklarından mahrum edilmeli, bazılarının da malları elinden alınıp devlet sınırlarından dışarı atılmalı."
    iki zıt öğreti, idealizmle materyalizm işte böyle savaşıyordu.
  • bir dönem sürekli güldüğü için deli olduğu düşünülmüştür. kendisini tedavi etmesi için çağrılan hippokrates’e, gülmesinin nedeniyle ilgili şunları söylemiştir:

    “gülüşümü iki cins nedene atfediyorsun; iyi olanları (evlilik, doğum, başarı, mutluluk vb.) ve kötü olanları (ölüm, hastalık, yenilgi vb.). ama ben bir tek nesneye; delilikle dolu, düzgün eserden yoksun, bütün tasarıları itibariyle çocuksu, nihayetsiz sınavlardan hiçbir yarar sağlamadan acı çeken, arzuların ölçüsüzlüğü nedeniyle dünyanın uçlarına ve derin çukurlarına varana kadar her yerde macera arayan, altın ve gümüş eriten, bunlardan edinmekten hiç vazgeçmeyen, düşünmemek için bunlardan hep daha fazlasına sahip olmak için çırpınan insana gülüyorum. ….öyleyse hippokrates gülmemi neden kınıyorsun? kendi akıl bozukluğuna gülen tek bir insan bile yok. ancak karşılıklı alay etmeler var. kimileri kendilerini ılımlı sanarak sarhoşlarla alay ederler; başkaları daha beter bir hastalığın pençesindeyken aşıklarla alay ederler; diğer bazıları gemicilere, başkaları çiftçilere gülerler, çünkü ne sanatlar, ne de eserler karşısında aynı fikirdedirler.”
  • nietzsche'ye göre düşünceden mitosları kovan ilk usçu filozoftur.

    " yalnızca sıradan balıkların içinde kılçık yoktur... "
hesabın var mı? giriş yap