• mülkiyeli arkadaşım murat utkucu'nun dün birgün gazetesinde yayınlanan, "tanrı lider kimliğinin inşası" alt başlıklı yazısı.

    http://www.birgun.net/…37&year=2010&month=12&day=21

    linkte yazının birgün versiyonu var. gazete yer sorunu nedeniyle sanırım bazı yerleri kırpmış. ben kendi okuduğum orijinal metni burada paylaşayım:

    =====alıntı====

    atatürk “sahiden” kimdir!

    tanrı lider kimliğinin inşası

    iman, güzeldir. doğru bildiğiniz ve herkes için doğru olduğunu düşündüğünüz şeye inanır bağlanırsınız. başkalarının da bağlanmasını ister, aksi durumda, ya allah’tan bu “isyankârların” “bağışlanmalarını dilersiniz (dinsel ideoloji) ya da bilinçlenmesi için uğraşırsınız (seküler ideoloji). ancak ilk irşad edilmesi ve dolayısıyla yola getirilmesi gereken aklınızdır. ideolojiye, -allah’a, kitaba, peygamberine ya da lidere teslim olmanız gerekir. ancak teslim olmanın ilk şartı bizi yine yazının başına götürecektir: iman! iman nedir? sorgusuz sualsiz itaat etmek. peki bunun anlamı nedir? aklını emanete vermek! gönül verdiğiniz ideoloji - dinî ya da dünyevî artık her neyse-; için itiraz kapasitenizi imha etmek zorundaysanız bunun başka bir anlamı olabilir mi? sünni islamı düşünün: bütün erkeklere dört kadınla evlenme sınırı getiren bir dinsel emrin sadece bir kişiyi istisna ilan etmesini sorgulamayan bir imha hareketidir bu. peygamberinin vefatından bin dört yüz yıl sonra icat edilen kutlu doğum haftalarında birbirlerine hediye vermek üzere manipüle edilen kaç müslüman, bu tuhaflığı sorgulama cesareti gösteriyor.-sorgulayanları tenzih ederim.-

    ideoloji, iman talep ederken insana akılsız muamelesi yapar. bu muameleye karşı birey, aklıyla birlikte bütün itirazlarını da emanete teslim ettiği için genelde susarak onay vermiş olur. türkiye’de bunun örneklerine sadece islami cemaatlerde değil, hemen bütün ideolojik sistemlerde ama özellikle dinsel içeriği en az bu cemaatler kadar kuvvetli kemalizm’de rastlamak mümkün.

    sözcü gazetesi 10 kasım günü ilginç bir mizanpajla çıktı: çocukluğumuzdan beri kafamıza işlenen; şarkılara, şiirlere konu olan atatürk’ün ölümsüzlüğü, bu kez gazete sütunlarında hakikate erişiyor; bir hokus pokus fotomontajla, ülkenin siyasi ve askeri şahsiyetlerini huzuruna çağıran mustafa kemal, istisnasız hepsinin kulaklarını çekip nasihat ediyor. sonraki büyük fotoğrafta ise mustafa kemal’i bir meydanda halkın içinde görüyoruz. yurttaşın farklı konularda şikayetlerini dinleyen atatürk, daha çok işsizlikten yakınan, bu arada kürtlerden ve türbandan pek hoşlanmadıkları anlaşılan yoksul yurttaşlara birlik beraberlik mesajı vererek noktayı koyuyor.

    bu halkla hasbıhal senaryosundaki mantıksal çukurlar, baskın oran’ı da rahatsız etmiş olacak ki bakın radikal iki’de ne diyor? “atatürk, halk arasında. insanlar acı acı ekonomik durumlarından yakınıyor... bunlara karşı sözcü’nün atatürk’e ne söyletmesini beklerdiniz? … herhalde şu değil: “bölünmeyin. ülkenize sahip çıkın. laik ve demokratik çizgiden kopmayın”. ama “cumhuriyetin gözcüsü” maalesef aynen bunu söyletiyor atatürk’e. insan bu kadarına da inanamıyor. “ekmek bulamıyorlar” şikâyetine marie antoinette’in “o halde pasta yesinler” cevabı bunun yanında basit kalıyor.”

    anlaşılan o ki sözcü’nün editörleri yoksullara atatürk’ün ağzından solculuk nasihati vermek dahi istemiyorlar! daha kötüsü işsizlik ve eşitsizliğe mgk seviyesinde yaklaşıyorlar.

    sözcü okurlarının bir bölümü, mizanpajdaki çelişkiyi ihtimal fark etti. ağırlıklı bölümü ise sorgusuzca kabullendi. hatta ellerine sağlık dedi hazırlayanlara. gazete dergi ve sanal alemde benzerlerini çokça görmekle birlikte herhalde kemalizm ve mustafa kemal algısının nasıl bir manipülasyon üzerine inşa edildiğine ilişkin kaynağından bilgi edinmek en doğrusu olacak. bunun için hadi gelin yıllar öncesine dönüp nizamiye kapısından içeri girelim, türk silahlı kuvvetleri’nin emrine verilen yirmi yaşındaki erkek yurttaşlar için kara kuvvetleri komutanlığı’nca hazırlanan yeni başlayanlar için atatürk mealindeki broşüre göz atalım.

    yıl 1992. bu satırların yazarı vatani vazifesini sivas temeltepe’deki bakaya bölüğü’nde ifa etti. imamından polisine, hocasından tüccarına, solcusundan sağcısına yüksek okullu devre kayıplarının toplandığı birlik olan 48. er eğitim alayı, adından da anlaşılacağı üzere çavuş talimgâh bölüklerinden oluşuyor ve ordunun erat ihtiyacının bir bölümünü karşılıyordu. bizler de “şanlı bakaya”lar olarak çavuşların yetiştirilmesi için elimizden geleni yapıyorduk. tabii “elimizden gelen”in kendi ideolojik eksenimizde olmaması gerekiyordu. burası normal. ancak bu kadar değil. mesela ülkeye kaymakam, diplomat yetiştiren mülkiye’deki inkilap tarihi ayarında bir ideolojik öğretmenlik de talep edilmiyordu bizden. her şeyi düşünen ordu neyi nasıl anlatacağımız hususunda dört sayfalık bir atatürk broşürü hazırlamış, bütün er ve erata dağıtmıştı.

    kapağında atatürk’ün profilden fotoğrafı ve altında “ne mutlu türküm diyene!” sözünün yer aldığı, gömlek cebi boyutundaki bu broşürün ilk iki sayfasında “atatürk kimdir?” sorusuna cevap aranıyor, sonrasındaki üç sayfada “atatürk’ün katıldığı savaşlar”a değiniliyor, akabinde “atatürk ilkeleri” özetleniyor, böylece broşür nihayete eriyordu.

    sekiz sayfalık broşürü ezberlemek her erin birinci vazifesiydi ya temel mesele de buydu. yazanın türkçe’den nemalanmamış olması bir yana, hemen her cümledeki giriş gelişme sonuç bölümlerinin ilgisizliği, siyaset bilimini tepetaklak eden absürd içeriği ile metnin bizzat kendisi ciddi bir öğrenme güçlüğü yaratıyordu. (*) acemi bölüğünde iken her yaş ve meslekten yüksek okul mezunu bakayalar içinde şahsen bu cep broşürünü ezbere okuyabilene tanık olmadım. ama uğraş vermedik değil hani! neyse ki bakaya bölüğü, bakayalıktan gelen arazi olma hakkını her tugay denetiminde kullanıyordu da biz de bir generalin huzurunda ters gelip hem kendimizin hem külliyen bölüğün başını belaya sokmaktan yırtıyorduk. acemilik tamamlanıp da aynı alay içinde dağıtım olduktan sonra – o dönemde kural buydu- artık öğrenen değil öğreten aşamasına geçtiğimiz için metni ezberletmek gibi imkansız ama bir o kadar şanlı vazifeyi omuzlamış, dolayısıyla virajı dönmüş oluyorduk. bununla birlikte naçizane ben ve benim gibi birkaç zavallı bakaya, tören kıtasına seçildiğimiz için, bu kutsal broşürü, içindekilere aklımız ermese de hafızamızın aldığı kadar ezberlemek zorunda kalmıştık. denetim esnasında, komutanın, “atatürk kimdir?” sorusunda kekelemek, duraksamak ya da resmi broşür dışında cümle kurmak, herhalde “şanlı” bakayalar için bile ihanetle eşdeğer görülürdü ki mazaallah askerliğimiz uzayabilirdi. neyse ki bilmediğimiz yerden hiç soru çıkmadı.

    bu kısa militarize girizgahtan sonra şimdi “metin üzerine çalışmalar”a başlayabiliriz. yazının konusu çerçevesinde broşür’ün sadece atatürk’ün kimliğine ilişkin on maddelik bölümü incelenecektir.

    atatürk kimdir?

    1. atatürk, türkiye cumhuriyetini kurup bu günkü hür ve demokratik ortamda yaşamamızı sağlayan en büyük insan’dır.

    2. atatürk, bütün düşmanlarını muhabere meydanlarında yenerek zaferler kazanmış en büyük komutan’dır.

    3. atatürk, ordusu tamamen dağılmış, silahları elinden alınmış, memleketimizin silahlı kuvvetlerin yeniden kurarak, düşman karşısına; eğitimli, disiplinli yepyeni bir ordu çıkararak dünyanın en kuvvetli ordusu haline getiren en büyük teşkilatçi’dır.

    4. atatürk “ne mutlu türküm diyene” demek suretiyle türk’ün üstünlüğünü bütün dünyaya ilan eden en büyük milliyetçi’dir.

    5. atatürk, kuvvetli olmak mutlu bir türkiye yaratmak için memleketimizde milli birlik ve beraberlik içinde yaşamamız lazım geldiğini düstur olarak belirleyen en büyük dahi’dir.

    6. atatürk, “yurtta sulh cihanda sulh” demek suretiyle dünya ülkelerine barışçıl bir ülke olduğumuzu belirten en büyük siyaset adami’dır.

    7. atatürk, memleketimizde din dil tarım ekonomik imar kültür ve eğitim alanlarında büyük gelişmeler yapan en büyük inkilapçi’dır.

    8. atatürk, türkiye’nin çağdaş memleketler seviyesine ulaşabilmesi için büyük atılımların öncüsü olmuş bütün türklerin sevgisini kazanmış en büyük lider’dir.

    9. atatürk, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak laik bir devlet kuran ve bu devleti ileri devletler seviyesine çıkaran en büyük devlet adami’dır.

    10. atatürk, kuvvetli mesut ve istikrar içinde yaşayan bir türkiye yaratmak için milli bir dış siyaset takip etmek gerektiğini karşılıklı dostluklara lüzum olduğunu belirten en büyük politikaci’dir.

    kara kuvvetleri komutanlığı’na bağlı birimlerce hazırlanan ve askerlerin ideolojik eğitimine yönelik temel metinlerden biri olan sekiz sayfalık broşür’ün ilk bölümü yukarıdaki gibi. atatürk’ün hayatı ve politikaları üzerinden tanımlamalar yapılarak on maddede türkiye cumhuriyeti’nin kurucu liderine kimlik inşa ediliyor. anlaşılan listenin ona tamamlanması için yukarıdan öyle bir baskı geliyor ki broşürü artık kim kaleme aldıysa siyaset ve politika terimlerinden iki ayrı madde üretmek zorunda kalıyor. maddelerin çoğunda tanım ile tanımlanan arasındaki derin boşluk, sebeple sonuç arasındaki uçurum anlamayı güçleştirirken sonuçta iddia edilen en büyük sıfatına ikna olmak için sahiden aklın emanetçiye bırakılması gerekiyor. nasıl mı?

    1. en büyük insan olarak anılmayı kim istemez. broşüre göre bunun için gerek ve yeter koşul türkiye cumhuriyetini kurmuş olmak. bu koşulun insanlığın geri kalanı için sıkıntı yaratabileceği herhalde metni kaleme alanların umurunda değil. başka milletlerden hiç kimsenin en azından teorik olarak türk ulus devletini kurmak gibi bir şansı olamayacağına göre “büyüklük” hep bizim tarafta kalacak görünüyor. -time dergisi anketini hatırlayın.- bu arada en büyük insan sıfatının sadece devlet kurmakla sınırlandırılması, dünyanın geri kalan farklı mesleklerden insanları için yaralayıcı olsa gerek. yapacak bir şey yok. kara kuvvetlerinden daha mı iyi bileceksiniz?

    2. dâhilik konusu ise dikkat çekici! metinden anlıyoruz ki bir insanın dâhi olabilmesi için yaşadığı devletin toprak bütünlüğünü savunması yetiyor da artıyor bile. deha kavramının daha kapsamlı bir tanıma ihtiyacı olduğu vakıa ise de anlaşılan broşürü hazırlayanlar için öyle değil. farklı alanlarda yaratıcı üretkenliğiyle tarihte iz bırakanlar deha olarak adlandırılırken propaganda ekibi için yapılan siyasi tercih –burada üniter ulus devlet taraftarlığı- insana dâhilik kapısını açıyor. bu durumda, yüksek milliyetçi hassasiyete bakarak ülkemiz için dâhiler cenneti diyebilirken mesela iki devlet olarak ayrılmayı uygun gören çek cumhuriyeti ile slovakya’da bırakın dehaya rastlamayı, bu halkların zekâ seviyelerinden şüphe etmek gerekiyor.

    3. milliyetçi kimliğin vurgulandığı madde ise onuncu yıl nutkunun ünlü sözü “ne mutlu türküm diyene!” üzerine süregelen iddialara noktaya koyuyor: “ne mutlu türküm diyene!”, isteyenin türk olabildiği bir esneklik değil bir üstünlük halidir. her önüne gelen türk kapısında rahatça vize alsa zaten hiyerarşiye gerek de kalmazdı. broşür,'ün bu kısmı, bu üstünlüğü ilan ettiği için atatürk’ü, en büyük milliyetçi kabul ediyor.

    4. mustafa kemal’in teşkilatçılığının mesela meclis ya da kurucusu olduğu chp yerine doğrudan silahlı kuvvetler üzerinden anlatılması dikkate şayan. teşkilat denilince akla ilk olarak silahlı kuvvetler geliyor. üstelik anadolu’daki ilk örgütlenmelerin temelinde sivil direniş örgütleri ve bu örgütlerin ortak kongrelerinde alınan kararla toplanması sağlanan millet meclisi bulunduğu halde! belki ordu bünyesinde ordu personeli için hazırlanan broşürün bu tavrı ölçüde mazur görülebilir. ancak mesele pragmatik değil ideolojik: ordu-millet özdeşleşmesinde ifadesini bulan militarizm, silahlı kuvvetleri, sivil direniş ve halk örgütlenmesinin üstüne ve merkeze yerleştiriyor. sonrasında bütün toplumun manga şeklinde örgütlenmesi hedefleniyor. on iki eylül’de yapılmak istenen tam da bu değil miydi?

    5. “siyaset” ile “politika”’nın aynı kelimeler olmadığını kara harp okulu’ndan yeni mezun bir teğmen elbette bilir. o halde, atatürk’ün kimliğini tanımlarken kelimenin arapça ve yunancasını sanki iki farklı kavramdan söz ediyormuş gibi yazmanın anlamı ne? yazan ekibin cehaletini mi gösteriyor, yoksa okuyana verilen önemi(!) mi? yoksa kimlik arayışında yeni sıfatlar mı bulunamıyor! hâlbuki broşüre; bilim adamı, sanatçı, çiftçi, şehir planlamacı, mimar vesaire eklemek de mümkün! nasıl olsa bu kolaycı yazıma ne itiraz eden var ne de şerh düşen. ama ne olursa olsun yüz binlerce askerin göğüs cebinde bulunması emredilen bir broşürü böylesi maddi hata ile yazılmasına izin vermek hayret verici. belki de metnin kimlik inşasına yönelik propaganda amacı, içerdiği bilgiden çok daha fazla önemseniyor. ilginçtir her iki tanım da dış politikaya atıfta bulunuyor ve atatürk’ün “siyasi-politik” büyüklüğü dış politik vizyon üzerinden açıklanıyor.

    6. devlet adamlığında ise laiklik, belirleyici kriter… ilgili madde aynı zamanda ileri devletler seviyesine çıkan bir türkiye’den söz ediyor. burada ileri devletlerin kim olduğu ve bu seviyeye ne zaman çıktığımız belirtilmiyor. hâlbuki bir önceki maddede türk’ün üstünlüğünü ilan eden de yine atatürk’tü. bu kadar üstün olup da ileri devletler seviyesine henüz çıkabilmiş olmak tabii ki okuyanda hayal kırıklığı yaratıyor. ne de olsa aynaya her baktığımızda dünyaya bedel bir türk bize tebessüm ediyor.

    7. broşürdeki tanımlar içinde, içerik ve sebep sonuç ilişkisi bakımından ayakları yere basan iki madde var. liderliğe ilişkin açıklama iç tutarlığa sahip ancak anlatım bakımından insanlık maddesiyle aynı noktaya vurgu yapıyor: devlet kuruculuğu… inkilapçılık maddesi de sebep sonuç ilişkisini sağlam kuruyor. ancak bu maddede, siyasal devrimler “gelişme” olarak nitelenerek devrim kelimesinin kudreti hafifletilmeye çalışılmış. adını arapçalaştırmak anlaşılan siyasi devrim korkusunu azaltmıyor. hele broşürün basım yılı itibariyle devrimci sol dalganın kırılalı henüz on yıl olmuşken.

    broşüre ilişkin iki noktaya açıklık getirmek uygun olacak. mustafa kemal, 20. yüzyılın en önemli siyasi şahsiyetlerinden biri! doksanların sonunda time dergisinin en büyük siyasetçiyi seçme absürtlüğüne, türkler olarak yaptığımız traji komik katkıyı hatırda tutarak, atatürk’ün her halükarda ilk onda yer alacağını söylemek herhalde aşağılık duygusunun kışkırttığı milliyetçi bir abartı değil. imparatorluktan ulus devlete dönüşüm programına imza atan ve siyaset teorisine yaptığı katkıdan öte pragmatik siyasi becerisiyle sivrilen atatürk’e dünya tarihinde özel değer atfetmek makul ve mantıklı. ikinci nokta ise propaganda metinlerinde siyasi mesajın önceliğine ilişkin! içeriğin ansiklopedik değerinden öte metni sunan ile alan arasındaki siyasi ilişkinin sorgulanması daha anlamlı. ancak içerik ile siyasi rejimin niteliği arasında bir ilişki var ve bu ilişki sadece rejimi tanımlamakla kalmıyor halkı da biçimlendirmeyi hedefliyor.

    time dergisinin düzenlediği, ankette birbiriyle kıyasıya yarıştırılan devlet adamları içinde herhalde en inanmış kitle atatürk’ü birinci ilan ettirme hevesindeki türk katılımcılardı. öyle ki mao’nun olduğu listede çinlilerin de aynı “ortak akıl” ve “kemalist ruh” ile mustafa kemal’e oy vermesi gerektiğinden emindiler. çünkü atatürk’ün dünyanın en büyük lideri olduğu “gerçeği”, sıradan bir meydan larousse bilgisiydi onlar için. her bir türk’ün -maşallah- dünyaya bedel olduğu, ilkokul kitaplarının arka sayfalarını süslerken üstüne bir de askerliği boyunca hemen her şeyin en büyüğü olduğu belletilen bir siyasi lider hakkında samimi bir yurttaşın başka türlü düşünmesi mümkün mü? öte yandan bu ağır propagandaya rağmen mustafa kemal’i hayırla yad etmeyen farklı ideolojik görüşlere sahip geniş bir kitle de var. özellikle islami kesimi buraya not etmek gerekiyor. sosyalist solun ağırlıklı kesimi ise modernist proje olarak gördükleri kemalizm’le köprüleri tamamen atmış görünmüyor. kürt muhalefeti ise ontolojik sebeplerle kemalizm’e mesafeli…

    genç cumhuriyet’in kendine kurumsal bir devlet dini de inşa eden laik karakteri; kürtleri türkleştirirken muazzam ve gaddar bir amneziye imza atan tek ulus siyaseti ve son olarak sınıflı bir toplumu sınıfsızmış gibi göstermeye kalkan el çabukluğu marifet ekonomi politiği, devletin tarihsel siyasi çelişkileri olarak yazılırken, bu çelişkiler karşısında devletin bekası için kullanılan araçlardan biri mustafa kemal figürünü tanrılaştırmak oldu. bugün sözü edilen çelişkilerin halen mevcut olması, tanrı-insan olarak mustafa kemal imgesinin halen neden bu denli güçlü ayakta duruyor olduğunu açıklıyor. bu tarihsel çelişkilerin ikisinin çözülme sürecine girmesi ise mustafa kemal üzerinden devam eden tartışmaların şiddeti hakkında fikir veriyor.

    eylül askeri faşist darbesi ile atatürk imajı, ağır ve renksiz bir propaganda ile okullardan hapishanelere gazetelerden üniversitelere yeniden ve olabilecek en ajitatif ve bu anlamda en sığ haliyle üretildi. toplumu militarize etmek için mustafa kemal imgesi bütün askeri darbeler tarafından kullanıldı. her darbede “semavi” kimlik daha da yüceltildi. üstelik sosyalizme karşı islamı müttefik olarak gören askeri rejim, bu imajın bir numaralı düşmanını da kendi elleriyle güçlendirmiş oldu. bu üretimin sonucu, toplumdaki şiddetli yarılmadır. bir yanda, kemalist cumhuriyetin otuzlardaki politikalarına hasım olan kitle onun karşısında otuzları asrı saadet olarak ilan eden halk desteğine sahip bir tür neo kemalizm…

    bu karşıtlığın keskinliğine, propaganda metinlerinin sınır tanımaz fantezilerinin katkısını yazmak gerekiyor. öyle bir katkı ki özellikle islami kesimin ritüellerinin bir bölümü doğrudan kemalist devlet ritüellerinden besleniyor. kutlu doğum haftası tuhaflığını burada bir kez daha not etmek gerekiyor.

    mustafa kemal imgesi’nin tanrısallığı, türklerin atası kimliği ile milletin kaderini neredeyse tek başına ve kimseden yardım almadan kimseye akıl danışmadan kısaca bir örgütsel iradenin parçası ve yöneticisi olarak değil de biricik sıfatıyla eline alıp cehennemden çekip alma mitosu kendini en tipik olarak askerin el kitabında ortaya koyuyor. bu mitosun tarih ve siyaset dışı niteliği toplumun algısında derin çarpılmaya neden oluyor. öyle ki son tahlilde batı tipi burjuva demokratik toplumu model olarak alan mustafa kemal’in adı, hikayeler, sözler, anılar üzerinden baskıcı tek tipleştirici totaliter ve düpedüz faşist rejimlerin temel karakteri haline getiriliyor.

    ege kasabalarından birinin belediye binasının girişine yazılan söz herhalde bu durumun tipik bir kanıtı olarak hala duvarı süslemekte: sizi izliyorum.

    mustafa kemal’in kocatepe’deki ünlü siluetinin yanına, ihtimal belediyenin kültür sanat ve duvar yazılarından sorumlu müdürünün önerisi ve seçimle gelmiş başkanın onayı ile böylesine totaliter bir söz yazılabiliyor. üstelik sözün altına kemal atatürk imzası atabilecek kadar ancak bizim topraklarda üretilebilecek bir mizah anlayışı ile… mustafa kemal ne zaman ve ne amaçla böyle bir sözü söylemiş olabilir bilmiyoruz ancak george orwell’in ünlü 1984 romanının ilk basımından yıllar sonra bu kitaba nazire olurcasına, açıkça “büyük birader”in gözleme işine devam ettiğini anlıyoruz. anlaşılan kasaba sakinlerinin hiç biri bu gözaltı halinden şikayetçi değil. bilakis memnuniyetle totalitarizme sahip çıkıyorlar. belki bıyık altından tebessüm edenler de vardır. ama işin ucunda itiraz edenin atatürk düşmanı olarak ilan edilme tehdidi de var. bir kasabada muhalif olmanın bedeli her halde şehirden daha ağır...

    nihayetinde bireyin yirmi dört saat gözetim altında olduğu iddiası kısa cumhuriyet tarihinin her döneminde riyakârca olsa bile demokratikleşme ütopyasını baş tacı etmiş bir rejim için trajik ve komik.

    ister dünyevi olsun ister semavi, ideolojilerin kutsallarına karşı direnmek ve ilahi esvabından soyarak hayatın gömleğini giydirmek, itirazcıların devrimci görevleri arasında. kim bilir! belki tanrı-liderler de hayatta olsalar –artık- bunu talep ederlerdi.

    murat utkucu

    (*) “cumhuriyetçilik: türk milletinin karakter ve adetlerine uygun olan idare; cumhuriyet idaresidir. çünkü cumhuriyet vatandaşın devlete ve devletin vatandaşa karşı hak ve vazifelerini en iyi olarak düzenleyen yönetim şeklidir.” görüldüğü üzere dünyanın herhalde hiç bir yerinde yapılmamış ve ihtimal yapılmayacak tanımına bu broşürde rastlıyoruz. türk milletinin karakterine neden uygun olduğuna ilişkin açıklamanın aslında hiçbir şey açıklamıyor olmasını da küçük bir kusur olarak kabul ediyoruz.

    halkçılık: atatürkçülük’te halkçılık demokrasi demektir. bu ilke birlik ve beraberlik içinde yaşamayı hiç kimseye ve zümreye imtiyaz ve sınıf tanımamayı öngörür.… halkçılık eşitliği öngörür çalışmaya değer verir. halkın maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanmasında daima en başta gelen husustur.” sosyalist gençler darağaçlarında can verirken meğer ordumuz çoktan sosyalizmi benimsemiş de kimsenin haberi yok. ancak 1992 yılında halen sınıfların türkiye sınırları içinde olmadığını iddia eden bir askeri belge var elimizde. kimseye imtiyaz ve sınıf tanımamaktan herhalde bunu anlamak gerekiyor. aslında yazan de ne demek istediğini herhalde anlamıyor ki broşürde açıkça eşitlikten bahsediliyor. sonrasındaki “çalışmaya verilen değer” emeğe saygı ifadesi sanki. maddi manevi ihtiyaçların karşılanmasının nasılını ise bir alt madde açıklıyor.

    devletçilik: ekonomik işlerde devletin ilgisi doğrudan yapıcılık olmakla beraber özel teşebbüsüde teşfik eder yapılanları düzenler ve kontrol eder. (yazım hataları metne aittir.)” yorum sizin!

    =====alıntı sonu=====
hesabın var mı? giriş yap