• albay ve nezahat sayesinde çıkışı bulacağını düşünen ancak çıkışların soldan olduğunu en başından bilen annatıcının ağzından yazılmış, ilhami algör romanı
  • "al bu elmayı nezahat" diyebilirdim, "sende bu ad oldukça istersen sıfır numara kel, istersen at kuyruklu olurum. ince bıyıklı tek dişi altın olurum. meftun olurum, meczup olurum. uzaklara bakarım, çıtımı çıkarmam. nasıl söyleyeceğimi bilmem susarım. susmak üzerine konuşmak gerekse, beni çağırırlar, oturur susarım. dolmabahçe saat kulesiyle, çırağan sarayı ile konuşurum. duvarlara yazılar yazarım gizli gizli: 'albayım beni nezahat ile evlendir.' sülüs yazarım, kufi yazarım, latin yazarım. gotik yazamam. yağ satarım, bal satarım, ustamı öldürür ben satarım. yemeden içmeden kesilir, alık olurum. adımı sorsan duymaz olurum. kötü olurum, iyi olmam nezahat. ya bu adı değiştir ya da al bu elmayı. bende sevdiklerince terk edilme endişesi, kafayı yemeye meyyal haller var. al bu elmayı nezahat. yüzünde göz izi var."

    arka kapak yazisiyla beni koparan eglenceli akici inanilmaz bir roman
  • roman kahramanligi aday adaylari icin basucu rehberi..

    ilaveten nedir mesele nedir sorunsalina, serbest stilde, savruk zihinler esliginde derinlemesine bir antre..
  • "diyalogda fayda var." dedi esintili mizacım.
    "vakit kaybı." dedi kalbim.
    "emin misin?" dedim.
    "gönder gitsin."
  • fakat müzeyyen bu derin bir tutku'nun devamı olarak nitelendirilebilecek ilhami algör romanı... "al bu elmayı nezahat..." ile başlayan o müthiş paragrafı okuduktan sonra heves etmiştim kitabın tamamını okumaya. pişman olmadım ama o paragrafın üstüne çıkabilecek bir bölüm de yok kitapta.

    iletişim yayınları, iki kitabı "müzeyyen ile nezahat" başlığı altında toplayıp basmış 2011 yılında. peş peşe okununca iki kitap arasındaki göndermeler de rahatça görülebiliyor.

    kendi başına davranabilen hikaye kahramanı olmak isteyen baş karakter, kitap boyunca ordan oraya savruluyor, hayatı anlamaya çalışıyor, içinde eksik olan şeyi bulmaya çalışıyor.. ağır akan kurgu, dilin müthiş kullanımıyla birleşerek hayatı sorgulatan bir eser haline geliyor...

    "ipi kopmuş bir uçurtmayım, derdim kendi kendime ve bir uçurtma için en güzel uçuşun, ipi kopukken olabileceğini düşünürdüm. bazıları buna düşme hali diyebilirdi. ağaç dallarına ya da elektrik tellerine takılmadan önceki düşme hali.. umursamayabilirdim. onlar benim elma büyüsünde olduğumu, onun yüzünden başka bir şey görmediğimi, saatlerce onu seyretmenin, ondan söz edildiğinde asla dolmayacak bir kuyu açlığıyla dinlemenin ve dolup dolup geceleri oyalanmak için eşşek kulaklı bir kralın hikayesini sabahlara kadar ezberden tekrar etmenin nasıl bir şey olduğunu bilmeyebilirlerdi. sorsalar söylerdim..."
  • ---alıntılı---

    arka kapağından önce; "nedir mesele nedir?" cümlesine
    vurulduğum.
    arka kapağını okuduktan sonra,
    oturup sustuğum.
    kitabı okuduktan sonra, 'kahraman'ının
    meftunu olduğum.
    'kahraman'ını oturup sustuğum yerden sevmekle kalmayıp, onunla bir ipte, yürümeyi unutmuş ikinci cambaz olmaya
    talip olduğum.
    kitap.

    ---filân---

    'ipe yakın olanlar' için kitaptan gelsin:

    "ip cambazı durumuna geçelim" dedi kalbim.
    "ne?" dedim.
    "tekrar edersem bir şey değişmeyecek." dedi.
    "neden ip cambazı?"
    "rüzgârı iyi" dedi, "ayrıca bu kazma ile biraz daha takılırsan, ipe pek de uzak değilsin."

    yıllar sonra: umarım hiç parasız kalmaz ve müzeyyen gibi nezahat'i de film setlerinde harcamaz sevgili ilhami. algör.
  • tam 99 sayfa. su gibi bi ankara-istanbul yapar (otobüs ama). çok fazla eski türkçe kullanmış ilhami algör. koca adam sonuçta 1955 doğumlu. müzeyyen’e de iyi diyolla.
  • "al bu elmayı nezahat" ile başlayan paragrafın ense kökümde yarattığı gürz etkisinin o ilk sıcaklığı daha yeni geçerken verdiği sızının dumanı üstündeyken şu paragrafa denk gelmek; şehrin en işlek caddesinde gözüm kapalı ağzım açık koşma isteği uyandırmıştır:

    "deli herif seyirtip, ağaçlar ve mezar taşları arasında kaybolur, yerine penaltı atışını bekleyen kaleci görüntüsü gelirdi. ben kalecilerin orada yalnız durmayı neden seçmiş olduklarını ve nezahat'ın kendisini ikiyüzlü hissetmesini anlayamamış olabilirdim. bunu bir gece yarısı kıyak kafa ve gözyaşları arasında sayıkladığında, kendi kendime, "ulan bir milimetreden daha yakın olup da nasıl tarifsiz uzaklıkta olabiliyor iki insan?" diye düşünebilir, fakat, "değilsin güzelim," diyebilirdim, "sadece durgun su kıyısında deri değiştiriyorsun."
    beni duymayabilirdi. ben duyulmadığım yerlerden gitmek hastalığına tutulmuş olabilirdim. tedavisi kırk beş derecelik sıvılarda boğulur gibi yapmak olabilirdi. deneyebilirdim."

    -ben duyulmadığım yerlerden gitmek hastalığına tutulmuş olabilirdim.
    -sadece durgun su kıyısında deri değiştiriyorsun.
    -kalecilerin orada yalnız durmayı neden seçmiş olduklarını..

    sadece bu üç cümle üzerine ayrı ayrı kitaplar yazılabilir. ha! okumam orası ayrı.

    ayriyetten, birgün filmi çekilirse hurşit'i oynamak isterdim.
hesabın var mı? giriş yap