46 entry daha
  • boğazda pötürdeyen havai fişeklerin sabote etmeyi başaramadığı konser.

    clapton'ım sana geldim, senin huzuruna çıktım ya artık gözlerim açık gitmem, ölsem de gam yemem.

    çok resmi bir havada geçti. winwood ile clapton çıktılar, sanatlarını icra edip nihayette tek bisle konseri tamamladılar. ne bir ekibi tek tek isimleriyle tanıtma, ne bir seyirciye sesleniş... basçıyla davulcuya birer soloyu bile çok gördüler. vokalist kızların da maşallahı vardı. şart mıdır aşkın nur yengi sikletinde olmaları bütün geri vokallerin böyle?

    mahmutpaşa'da dolanır gibi canı sıkıldıkça ortalıkta gezinip önlere geçmek isteyen muhterem seyirciler, şu ufak sözüm de size; önlerde geçilecek yer olsa sizden önce biz geçerdik zaten akıllıbıdıklar. bi durun olduğunuz yerde. size öfkelenip bağırarak hadise çıkaranlar ise daha beter sıçtılar güzel ortamın içine, o ayrı mevzu. ve bir de şu, vardı (bkz: #19382786). ama konserden önce böyle ufak şeylere hiç sinirlenmeyeceğime dair zihin egzersizlerimi güzelcene yapmıştım, budist rahip gibiydim, ruhum huzur içinde gıdasını aldı gani gani.

    edit. deckard'ın* yazdıklarından öğreniyorum ki bir köşede dımbır dımbır işine bakan basçı willie weeks ve ara ara bazı bazı sololara girişen klavyeci chris stainton imiş. şimdi bu ikisini de tanımam ama gel gör ki davulcu meğersem steve gadd'miş. ulan o da apayrı bir tanrı kendi aleminde. insan bir muz orta yapmaz mı koşu yoluna? niye bateride şöyle bir temiz solodan mahrum edersin seyirciyi? neyse, çok vızıltı yapmayayım. clapton'ın hikmetinden sual etmeyiz haşa.
  • clapton gitarda döktürdükçe ruhunuz vücudunuzdan ayrılıp gökyüzüne yükseliyor, solo bitince yere geri iniş yapıyorsunuz. işte böyle bir konserdi.
  • --- spoiler---

    tek eksiği vuvuzelaydı.

    eric clapton ve steve winwood konseri demek lazımmış ki winwood da deyim yerindeyse döktürdü. konser hakkındaki kısa, teknik ve müzikal eleştirilerimden önce yapım aşamasından başlamak istiyorum ( benimle ilgili olan kısmı yani). malum öğrencisin, aldığın kredinin yarısına dek gelen bir para eline geçmeli. bu konuda pek sevdiğim bir arkadaşımın pek sevdiğim bir teyzesi (?) bize yardımcı oldu ve 3 adet davetiye ayarladı. emekli organel* ile ben hisarüstünden bebeğe doğru kaptırdık. hızımızı alamadık da kuruçeşme' ye 45 dakikalık yolu da hatim ettik. bu yolculukta da kendimizi bebek şenliği' nde, balık tutan amcalar kıyısında bulduk; sıcaktan bunalan teni kavruk kesimin beyaz donlarıyla denize tabiri caizse serin sulara zıplamalarına ( çocuk işte) ve bütün erkeklerin siyah takım giydiği aptal bir yat balosu etkinliğine tanık olduk. bebek şenliği de arkadaşım organelin ifadesiyle tam bir yorkshire kafalarındaydı. her neyse arenanın kapısına geldiğimizde bizi büyük bir hayal kırıklığı bekliyordu lakin. biracı gençlik, siyah tişörtler (okteberfestvari), göstermelik rock dinleyen genç beyler ve onların tiki kız arkadaşları, orta yaş sosyete grubu ve diğer uç noktalar. bu aksilik de peşimizi bırakmadı tabii. davetiyemiz mavi ışıklı, içkilerin bedava olarak garsonlar tarafından sunulduğu, eric ve steve' in müziğini sohbetini yaparken arka fona atan insaların olduğu, facebook profil fotoğrafları çekilen bir yerdeymiş. bütün konser boyunca hayıflandık. şu çok önemli ki bir konserden aldığınız zevk, birlikte dinlediğiniz insanların dinleyicilik kalitesiyle doğru orantılı. yani sadece sizin müzikal bilgi ya da beceriniz yetmiyor. bu yüzden üniversiteli gençliği gözlerimiz baya bir aradı.

    eric clapton ve steve winwood sayesinde - her şeye rağmen- mest olmuş bir vaziyette oradan ayrıldık (hoş ben bir dirsek sıyırması ve kalça çıkığıyla noktaladım geceyi- lanet olsun o mavi ışıkla aydınlatılmış kaygan zemine). kâh ragtime usulü winwood tuşlusuyla ritmik bir dalgalanma kâh clapton’ ın telleriyle sismografik titreşimlerin en haz verici fazlarını yakaladık. cocaine ve layla parçalarında ( kitlenin ortak beğenisi) hayatta mıydım bilemiyorum. bir ara evet o gerizekalı havai fişekler yüzünden ben de bir deli fişek olup sinirden a takım yıldızına kafa göz girişmeyi düşünmedim değil; bizim beleşe gelen, davetli grubu renk cümbüşü ile müziğin mistik gücünü birleştirip psişik bir boyuta geçtiler sanırım, gözleri on beş dakika boyunca gökyüzünde asılı kaldı. boogie woogie, soul, country ve rock dozlu bir blues harikası yaşadık.

    küçük notlar:

    * 55 yaşlarında bir adam '' aa görmeyeli bu adam yaşlanmış’’ dedi. sonuç: sadece gençliğinde dinleyip , yaş kemale eri(n)ce ve de malum bir eğlence aracı çıkınca konsere gelen bir orta yaş kesimi vardı.

    * ’ 60 ve ’ 70li yıllarda üniversiteli olup, sonra gelir edinip ve sosyo- ekonomik durumunu türlü şekillerde yükselten burjuva kesimi ve onların şımarık çocukları da vardı.

    * bir ‘celebrity’ ( bokum gibi kelime) levent üzümcü’ yü gördüm. alkollü ve dev gibiydi ve çökmüştü biraz.

    * eric clapton '' thank you'' dışında tek bir kelime etmedi. aa tabii bir de şarkı sözleri...

    * winwood yine kareli kırmızı gömleğini giymiş.

    * çok şükür dünya gözüyle gördük yarebbim.

    tek eksiği vuvuze- layla idi.

    -----spoiler-----

    düzeltme & evirip çevirmece:

    *masterfucka kişisi spoiler gereksiz demiş. bence de... sözlükte fenomen olmuş bir çalgıyı hele ki şu dünya kupası geçmeden herhangi bir yazımda kullanmasaydım ölecek idim.

    * organel beni uyardı. dedi ki niye buldozer teyzelerden ve i*phone'lardan bahsetmedin? sahneye yakınlaşmaya çalıştığımızda etrafımız çam yarması teyzeler ve çınar* bozması heriflerle çevriliydi: gereksiz bir kalabalık, sıfır organizasyon.

    *cep telefonundan oğluna 3g mucizesiyle konseri izleten kadından bahsetmemem ilginç.

    ve son olarak eric clapton mutlaka bir festival çatısı altında izlenmeli!

    burjuva ve kapitalizme yine sövdük anasını satayım. afrika- göç- köle- sömürü- başkaldırı- blues zincirlemesine değinmiyorum bile.
  • bütün gün içimi kıpır kıpır etti; "abi süper geçecek konser, çok iyi olacak bak, off feci lan" diye insanların başının etini yedim sabahtan beri ve sonuçta harika bir konserdi. bu sene için mükemmelin ötesinde bir açılıştı. konser alanındaki o yaşlı clapton t-shirtlü abilerin yanında konserimi izlemek ayrı bir keyifti. en son claptonu nerde gördüklerinden, dinlediklerinden bahsediyorlardı. eric slowhand clapton ve steve winwood, efsaneydi bu gece. asla unutamayacağım konserler arasında top5 te yerini aldı (bkz: high fidelity izledikten sonra her şeyin top5 ini yapma). torunlarıma varana kadar çektiğim fotoğraflardan göstereceğim, aldığım keyifi anlatacağım. ayrıca ilk defa canlı canlı voodoo chile dinledim. ilki clapton ve winwood ikilisinden dinlemek de ayrı bir olaydı.

    özetle mutlaka izlenmesi gereken bir konserdi. clapton'ın gitar çalarken aldığı keyfi izlemek için bile gidilebilirdi ya da winwood'un o harika org çalışı için...

    hemen sonradan gelen ekleme: neredeyse 1 saat kadıköy motorunu beklemek de çok iyiydi. tebrik ediyorum mükemmelsiniz organizasyon. yarın sanırım kendileri öğlenlere kadar uyuyacaklar onlar dışında herkesin işe-okula gitmesi gerekirken...
  • bu gece hac ibadetimizi gerçekleştirdik hacı.

    eric'in saçları uzamış. "thank you" ve "steve winwood" demek dışında da tek kelime etmedi şarkı aralarında; ama yine de tapılası herif. 2 saatten uzun bir süre sahnede kaldı, 20 civarı şarkı çaldılar steve'le. akustik gitarla çaldıkları dört şarkının ilk ikisinde kalabalık konseri dinlemeyi bırakıp çok sağlam geyik çevirdi, benden okkalı küfürler yediler. sonra leyla'yı duyunca ayaklarını denk aldılar. hepsinden öte voodoo chile'ı eric clapton icrasıyla dinlediğimiz konser oldu. dünya üzerinde daha kaliteli bi jimi hendrix cover'ı dinlemek de mümkün olmaz kanımca. yani gecenin özetine gelirsek:

    --- spoiler ---

    (bkz: clapton is god)

    --- spoiler ---

    not: bir de bu konseri babalar günü vesilesiyle babamla birlikte izledim. baba adammış eric, yüzümü kara çıkarmadı, müziğe doymuş ve keyfimiz yerinde ayrıldık kuruçuşmeden.

    not2: adam gibi bira tuborg gold, %100 malt.

    edit: babalar günü haftayaymış aslında da canımız sağolsun, biz bu hafta biliyorduk*.
  • en akustiğinden bir layla , en gazından bir cocaine çalındığı, hammond ile stratocaster ikilisinin inanılmaz uyumunun gözümüze gözümüze sokulduğu konserdi. muhtemelen yaşayan üç gitar tanrısından (bkz: david gilmour) (bkz: ritchie blackmore) (bkz: eric clapton) birini canlı canlı dinleme şerefine nail olduk. o hiç kullanmadığın serçe parmağına kurban be eric baba. ha, steve reyis e de değinmezsek çok ayıp ederiz. senin de vokaline, hammonduna, gitarına kurban.
  • biraz kelek bir organizasyon ve bazi alakasiz kayip seyirci kitlesi haricinde guzel bir konser oldu - $arkilara e$lik edilmesine ali$ik insanlara pek yaramadi, ancak clapton / winwood uyumu cok guzeldi. steve winwood'a nispeten uzak turk seyircisi icin agirlikli adam clapton babamiz oldu, hatta arada genc arkada$lardan "oduncu gomlekli adam pink floyd'dan roger winwood abi" gibi bir cumle duydum ki, gittim musaade isteyip bir kac ki$inin ortasinda ta$akoglani yaptim elimde olmadan.

    winwood baba iyiydi, clapton baba iyiydi. babam icin georgia on my mind soyledi steve winwood. catir catir hammond ba$inda dokturdu, yetmedi aldi eline stratocaster'i, orada da dokturdu. slowhand'in sol elinin kucuk parmagi yine 5. perdenin altina indiginde hic klavyeye dokunmadi, slowhand her zamanki gibi muhte$emdi.

    'cause i'm a voodoo chile, and i don't take no for an answer...
  • yüzlerce seyircinin konserle zerre ilgilenmeyip içki ve bilahare tuvalet peşinde koşarak, konseri izlemeye gelmiş ben dahil birçok seyirciye zehir etmiş olduğu etkinliktir. konserin ortalarına doğru delirmelerine ramak kalmış bir grup insan etten duvar örerek her geleni başka tarafa yönlendirme çabasına girmiş olsak da, 2 saatin sonunda, büyük konuşmamak lazım ama, kuruçeşme arena'ya bir daha adım atmama kararı aldırmıştır. gamsız bünyeyi stres sahibi yaptılar resmen.

    not: belirtmek lazım ki, yukarıda bahsi geçen tacize maruz kalınmayan ender zaman dilimlerinde müzikal açıdan ilaç gibi gelmiş, mutlu etmiştir eric ve steve abiler.
  • her şeyiyle mükemmel bir konserdi. eric baba ve steve reis tadından yenmez bir akşam yarattılar. 60 yaşlarında 2 dede adeta herkese blues nası yapılır dersi verdiler. belki çok konuşmadılar ama gerek te yoktu zaten , strat ve hammond'ları bizlere yetti.

    not: mark tamam , eric tamam bi de david gilmour'u görürsem 27imde mezarımı kendim kazıcam *
  • iki baba müzisyenin saniyede 28 nota basmadan virtüöz olunabileceğini hepimize çatır çatır gösterdiği konserdir.

    eric clapton: o nasıl bir çalıştır ya, dokunduğu her perdede mest oldum. eminim gitarı icat eden adam orada olsaydı "ulan ne iyi etmişim de icat etmişim şu meredi" derdi.
    steve winwood: o yaşta o ses, o enerji. hammond'ın her tuşunu teker teker kırdı adam, kesmedi "verin bana da bir strato, biz de tutalım bir ucundan" dedi.
    bir de davulda steve gadd vardı ki, bu iki adama anca o uyardı o sahnede.

    yalnız, değinmek istediğim bir nokta var. midland maniac çalarken boğazın öbür tarafında yapılan havai fişek gösterisinde o gürültüden bir süre şarkıları duyamadık. anlamadığım şey, desibel sınırı muhabbetinden ötürü kuruçeşme'de ses fazla açılamıyor, hatta şöyle diyeyim, konserin tamamını sağ taraftaki kolonların önünden izledim, şu an ne başım ağrıyor, ne kulağım çınlıyor. tamam, konsere gelmeyen, çevrede oturan insanları rahatsız etmemek lazım. ama o havai fişek ne? desibel sınırında olan bir konserin sesinden fazlaysa demek ki o da desibel sınırını aşıyor. onu niye yasaklamıyorsunuz? oğlunuzun, kızınızın düğününde patlatamayacağınız için mi? bok mu var her düğünde, açılışta patlatıyorsunuz o havai fişekleri? biz de boğazda düğün yaptık ama aklımızın ucundan bile geçmedi havai fişek patlatmak, bizim eğlencemizden kime ne? bir gün götünüzde patlar o havai fişekler umarım. havai fişekler patlarken içimden hep şunu dedim: "eric clapton'ın elindeki gitarı kıçınıza sokayım sizin, hem de klavyesini değik kasasını!"

    not: bu yazı evinde bir adet bile eric clapton veya steve winwood cd'si olmayan biri tarafından yazılmıştır.
49 entry daha
hesabın var mı? giriş yap