6 entry daha
  • biraz heyecan, biraz da karın ağrısının yaratmış olduğu durumlar.

    karnımın ağrıdığını söylemiş miydim?

    o klasikleşmiş buluşma anından sonra başladık istiklal'den aşağı doğru yürümeye. aslında kafamda neler yapılacağına dair bir çok plan var lakin, kıza karşı olumsuz bir izlenim yaratmamak için temkinli hareket ediyorum. öyle ki, sırf "daha ilk buluşmada beni sarhoş etmeye çalışıyor" gibi abuk bir düşünceye girmesin diye kahve içmeyi teklif ediyorum.

    "salla kahveyi, biz bira içelim" diyor.

    kız bira teklif etti diye sanki bomonti bira fabrikasının varisiymişim gibi anlamsız bir mutlulukla yürüyorum istiklal'de. yol üzerinde yürürken de 2-3 gün önce başıma gelmiş, sonraları bir entry'mde de bahsettiğim olayı anlatıyorum kendisine ki ortamdaki gereksiz gerginlik bertaraf olsun.

    (bkz: #16459830)

    gülüyor, gülümsüyor. sağolsun kızcağız pek kasıntı bir tip de değil, o konuşuyor ben konuşuyorum. hatta o kadar çok konuşuyoruz ki, artık birbirimizin cümleleri arasında noktanın yarattığı tek nefeslik boşluk dahi kalmıyor. muhabbetimize ara verdiğimiz iki an sadece senkronize kahkahalarımız ve bira yudumlayışımızdan oluşuyor.

    en sonunda hala nasıl bir mantıkla kurduğumu bilemediğim bir öneriyle geliyorum kıza.
    "hadi gel bebek'e gidelim, hem orada da dondurma yeriz."*

    tamam diyor hadi gidelim.
    apar topar kalkıyoruz bir koşu meydana doğru, bebek elimizden kaçıyormuşçasına ilerliyoruz.

    doğma büyüme yeri farklı şehirler, farklı ülkeler olmasına rağmen 3-4 kuşak istanbullu olan ben, bilmem kaç yıldır yaşadığım şehrin toplu taşıma sistemini ve güzergahlarını unutuyorum. bebek'e gitme umuduyla sonraları seks otobüsü olarak anılacak 25t taksim - sarıyer otobüsüne bindiriyorum onu. kız da izmirli olmasından mütevellit istanbul'u benim kadar iyi bilmiyor. bildiği yerler de anadolu yakasının çok başka köşeleri. sesini çıkarmadan, mecburi bana güvenerek biniyor otobüse.

    benim çook başka yerlere sapmış olan beynim, pıtı pıtı ilerleyen güzide otobüsümüzün barbaros bulvarı istikametine girmesiyle uyanıyor. hasiktir diyorum, bu otobüs bebek'e gitmiyor!

    apar topar, kıza da çaktırmadan en yakın arkadaşıma mesaj atıyorum. "hacı, ben kızı yanlışlıkla 25t'ye bindirdim. iett.gov.tr'ye bi bakıver, en kısa ve hızlı bir şekilde sarıyer'den bebek'e nasıl götürebilirim, bana ilet çabuk" diyorum. 2 dakika sonra mesaj geliyor bana,

    "kardeş sen çok yanlış gelmişin"

    "hay amına koyim, tabi ki yanlış geldim. kafam da düzgün çalışmıyor anasını satayım, bana söylesene nasıl gidebilirim" düşüncelerine gark olurken, aklımdan geçen şeyleri aktardığım mesaja doğru düzgün bir cevap gelmiyor. kısaca iş başa düşüp, itiraf etme zorunluluğu hasıl oluyor.

    ben utana sıkıla anlatıyorum kendisine. "ya, biz yanlış otobüse binmişiz ama sakın merak etme, gideceğimiz yer sarıyer ile bebek birbirine çok yakın (oha) ve tıpatıp aynıdır (ohaoha) aslında" diyorum. kız önce bir gülme krizine giriyor, sonra tamam diyor, "bu mallığının bedelini dondurma ısmarlayarak ödersin" minvalinde birşeyler söylüyor.

    içim rahatlıyor ister istemez, neyse bizim seks otobüsü sarıyer'e varıyor ve biz sahile inip dolaşıyoruz boğazın kıyısında. kız, yelken milli takımında yer almış, başta yatlar olmak üzere her türlü deniz taşıtına hayran. ooh diyorum delikanlı, yine dört ayak üzerine düştün.

    boğaza kız götürmüş her 3 erkekten 1'inin yaptığını yaparak, "bak şurası kandilli, burası da beykoz. şu ışıkları yanan yer de kuleli askeri lisesi." cümleleri ile istanbul'u tanıtıyorum. olayı birazcık da abartarak, sanki istanbul belediyesinde fen işleri müdürüymüşüm gibi, bi de oraların tüm altyapı sorunlarından falan bahsediyorum. (düz adam mode on)

    neyse biz yürüyoruz bebek istikametine doğru ama en fazla yeniköy'e kadar gelebiliyoruz. kız artık yürümekten bıkmış, yüzünden belli ama çaktırmıyor. mal gibi banklara, hatta yerlere oturtuyorum sırf maksat muhabbet diye.

    en sonunda "e hadi bir yere gidelim, hem dondurma noldu?" gibisinden bir soru soruyor en sempatik edayla. vermiş olduğum sözü unutmayarak hadi diyorum "gel şu gelen dolmuşa binelim, direk bebek'te iner doya doya yeriz dondurmamızı."

    atlıyoruz o malum dolmuşa.
    sonra mal olduğumu belli eden ikinci hadise yaşanıyor ister istemez.

    kızı, aynı gün ve aynı saat içerisinde iki farklı "yanlış" vasıtaya bindirdiğimi farkediyorum. dolmuşun pıtı pıtı boğaz istikametinden sapıp, beşiktaş'a doğru ilerlediği an benim içimin yağları erimiş, götüme kaynar sular inmekte.

    - şey...
    - efendim?
    - ya sen istersen bir daha benimle konuşma ya.
    - niye, noldu ki?
    - ya biz...
    - noldu?
    - ya şey...
    - söylesene noldu?
    - ben galiba seni yine yanlış otobüse bindirdim.

    yirmi dakika süren o iki saniyelik sessizlik onun kahkahaları ile bitiyor. o gülme krizi geçirirken, ben gözlerimi camdan dışarı çevirmiş, vakur ifadeyle yanımızdan geçen taksileri izliyorum.

    daha ilk buluşmada mal olduğumu iki kere belli ettikten sonra vedalaşıyoruz kendisiyle.
    ben de evime bu sefer doğru bir vasıtaya atlamış bir şekilde geri dönüyorum.

    ***
    ***

    aradan 3 ay geçtikten sonra, kendisi 2.5 aylık sevgilimken birşeyler itiraf etmişti bana.
    içindeki ilk kıvılcımın ne zaman yandığını sormuştum.
    "o yanlış otobüse bindirdiğin an ki ifadeyle" cevabını vermişti.

    ilk defa mal olduğuma sevinmiştim tabi, sonraları üzüleceğimi bilmeden.
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap