47 entry daha
  • master and commander’ın bi osmanlı kadırgasında geçen mistik versiyonu. daha önce hiçbir kitabını okumamış olduğum için hem utanç hem de okuyacağımı hayal ettikçe heyecan duymamı sağlayacak kadar kuvvetli bi kalemi ve muhayyilesi varmış anar’ın.

    kitaptaki -bu tanımlama ne derece uygun bilmem ama- dini alegorilerin ilginçliğine değinmeden edemeyeceğim. tanrı meleklerine yeryüzünde bi insan yaratacağını söylediğinde melekleri ona dünyada bozgunculuk yaratacak, kan dökecek birini yaratmasındansa ona sadece tapınmakla yükümlü olan kendilerinin daha evla olup olmadıklarını sorduklarında tanrının cevabı “ben sizin bilmediklerinizi de bilirim” olmuş dinlerin bize anlattıklarına göre. burada da ikinci kaptan olarak süleyman’ı seçen diyavol tanrı, mürettebatı melekleri, süleyman da adem oluverdiler. ruhunu ölümsüzlük için şeytana satan diyavol’u tanrı olarak göstermiş olması ilk başta insana garip gelse de sonrasında bu benzetmelerin belli bi amaca yönelik olmadığını görüyoruz, çünkü süleyman, adem olmaktan rüzgara hükmeden süleyman peygambere dönüşebiliyor kitabın başka bi yerinde. ona itaat etmeyi reddedip cennetten (kaptan kamarasından) kovulan ali reis şeytan, süleyman’ı açması için kışkırttığı kara kaplı kitap da yasak elmaydı da, ben o kitabı süleyman’ın -misal rüyasında göreceği- eski karısının teşvikiyle açmasını beklemiştim. ya da kadırganın önündeki kadın heykeli dile gelip konuşsaydı süleyman’la keşke. benimki de laf, o zaman da ali reis kışkırtsaydı keşke süleyman’ı derdim belki de…

    kitaptaki gemi savaşları bölümleri en hasından macera filmlerindeki kurguya sahipti ellerinden öpmek lazım anar’ı. burada demiri atıp yüzseksen derece döndüklerinde karayip korsanları’nı, feneri söndürdüklerinde de master and commander’ı hatırlayıverdim. gerçi burada feneri söndürmek namussuzluk, o filmde ise has bi denizcilik numarası olarak gösteriliyordu ayrı.

    denizcilik terimlerini çıkartınca karakterler biraz fazla düzgün türkçe konuşuyorlardı sanki. kaptanın mürettebata siyah sancağın sebebini açıkladığı yerdeki konuşmasının arasına “evet günahkarım, ama hangimiz değiliz ki” cümlesini koysak sırıtmayacaktı neredeyse. neyse haddimi aşmayayım, edebiyattan çok anlamam ama anar’ın kalemine laf etmenin densizlik olduğunu anlayacak kadar iyi bi dili olduğunu şu fakir de görebildi en azından.

    zamanla oynanan her hikayenin açmazlara düşmesi kaçınılmaz olduğuna göre, anar’ın bu açmazlardan kurtulması gerekiyordu bi şekilde. bunu çok güzel bi kurnazlıkla halledivermiş helal olsun. hikayeyi bize aktaran uydurma şahıslara birbiriyle çelişen açıklamalar yaptırıp sonrasında da “olur mu böyle saçmalık” diyerek bu açmazları açıklama zahmetinden kurtulmuş. gerçi bu yola başvurmasaydı da biz hikayeye böylesi bi eleştiri getirmezdik. henüz mantıklı bi zamanda yolculuk fikri geliştiremedi ne de olsa insanoğlu. misal amat’ın yok etmek için yola çıktığı siyah sancaklı gemi aslında amat’ın ta kendisi ise, ilk defa yola çıktılarında (diyavol daha ruhunu şeytana satmadan öncesinde yani) hangi amaçla çıkmışlardı, ya da amaçlarından sapıp ganimet uğruna osmanlı gemilerinde mi saldırmışlardı da, diyavol o günahı unutmak için mi içiyordu... i ıh. bence ruhunu şeytana sattığı için içiyordu.

    bir gecede okuyup sonrasında da bu kadar çabuk bitirdiğim için kendime kızdığım, kitap nasıl diyenlere anar’ı tenzih ederek “felaket yazmış o____” şeklinde terbiyesizce -ama bence samimi- şekilde tepkiler verdiğim, gerçekten de çok ama çok iyi bi roman bu.

    sözlük ü ekşiyye’de bi tamam beşyüzellialtıncı entarisinde top ibn brick namlı filinta delikanlının naçizane fikrü bu kadar. hatun u ekşiyye’ye selamlar ola.
200 entry daha
hesabın var mı? giriş yap