123 entry daha
  • ilk olarak deplasman bileti sırasında yaşanan rezaletten bahsedeceğim ama olayın daha net anlaşılması için şunu okumanızı rica ediyorum: (bkz: türk polisi/#21360889).

    "fenerbahçe bir spor kulübüdür." kavramını benimseyen ve amatör branşlar dahil olmak üzere hemen her maça gitmeye çalışan bir grubun bir üyesiyim. ben de elimden geldiğince her maça gitmeye çalışıyorum. biletlerin cuma sabahı satışa çıkacağı haberi geliyor. arkadaşlarla haberleşiyoruz. perşembe akşamı 4 gibi stadın orada buluşulacak, 4.30 gibi samandıra'ya futbolculara moral vermeye gidilecek. dönüşte kadıköy'de biraz takılıp gece yarısı bilet kuyruğuna gireceğiz.

    saat 4. stadın orada oluyorum. biraz sonra arkadaşlarım geliyor. taraftar grupları da yavaş yavaş toplanmaya başlıyor. 5 civarı otobüslere biniyor ve samandıra'ya doğru yola koyuluyoruz. tezahüratlar eşliğinde futbolculara baklava ikram ediliyor, çekebilen fotograf çekiyor. futbolcuların neşeli ve maça hazır olmasıyla dikkat çeken bu samandıra çıkarmasından sonra otobüslere dönüyoruz. istikamet kadıköy. neşeli başlayan yolculuk futbolcuların hazır olduklarını gördükten sonra daha da güzelleşiyor. samandıra'dan kadıköy'e kadar hiç susmadan geliyor, üstüne boğanın orada inip halay çekiyoruz.

    saat 8. sıraya girmek için kararlaştırılan saate 4, biletlerin satışa sunulacağı saate 15 saat var. yemek yiyor ve bir mekana geçiyoruz. 17 şubat 2011 beşiktaş dinamo kiev maçını ve ardından 17 şubat 2011 sevilla fc fc porto maçını seyrediyoruz. bu sırada izmir'den, eskişehir'den bilet alabilmek için binbir zorlukla istanbul'a gelen arkadaşlar da aramıza katılıyor. maçlar bittikten sonra biz 3 kişi yemek yemek için mekandan ayrılıyoruz. arkadaşlar bizden sonra kalkıp stada geçiyorlar. biz de bir şeyler atıştırıp stada gidiyoruz.

    saat 1. stad gişesinin oradayım. bir grup ve münferit bazı taraftarlar gişenin etrafında konuşuyorlar. bizimkilerin yanına geçiyoruz. ankara'dan ve istanbul'dan grup üyeleri de gelmiş, selamlaşıyoruz. bizim kalabalıklaştığımızı gören grup sıraya giriyor. sıra dediğim şey de yan yana konulan portatif barikatların koli bandıyla birbirine yapıştırılmasıyla ortaya çıkan 1 - 1,5 metre genişliğinde 10 - 15 metre uzunluğunda bir alan. sıranın oluştuğunu gören münferit taraftarlar da bu alana giriyor. biz de sıradaki yerimizi alıyoruz. geçmek bilmeyen zamanı derslerden, okuldan, gelecek hayallerinden konuşarak, birbirimize takılarak, tezahürat yaparak geçirmeye çalışıyoruz.

    saat 3, 4, 5, 6. yazması kolay ama orda vakit geçmek bilmiyor. ekmek aldırıyoruz birisine, yerken "nazi almanyasındaki yahudiler gibiyiz." diyorum yanımdaki arkadaşa. "haklısın abi." diyor.

    bilet bekleyenlerin arasında herkes var. işten çıkıp gelenler, okula gitmeyip gelenler, hasta hasta bilet almaya gelenler. kimisi yorgunluğa ve uykusuzluğa dayanamıyor. arabasıyla gelenler yol kenarındaki arabalarının içinde, bazılarıysa sıra beklediği yerde kıvrılıp üzerine yağan yağmura aldırmaksızın uyuyor. barikatlarla çevrili alandaysa o saatte dahi oturmaya yer yok, ayakta dikiliyoruz. ayakları ağrıyanlar barikatın üstüne oturuyor. kalabalıkta barikatın üstüne çıkıp oturmak çok çileli ve barikatta hiç rahat değil. zaten ordaki amaç rahat olmak değil. 2 - 3 dakika bile olsa ayakları dinlendirebilmek.

    bir kameraman geliyor bir ara. kameramanın gelişiyle birlikte tezahüratlar giriliyor arka arkaya. herkesi çekiyor kameraman. röportaj yapıyor birkaç kişiyle. yanımdaki bir çocukla da röpotaj yapıyor. "bu saatte neden burdasınız?" diyor çocuğa. "bizim amacımız sadece bilet almak değil, biz arkadaşlarımızla birlikte olmak için de buradayız." diyor çocuk. dalga geçiyor arkadaşları çocukla kameraman gittikten sonra. sinirleniyorum ama bir şey demiyorum çocuklara. o da sinirleniyor, bana dönüp" ne yaparsın abi? arkadaş işte." diyor. "haklısın abi." diyorum. susuyoruz.

    saat 7. servisler, arabalar yoldan geçmeye başlıyor. sıra da kalabalıklaşıyor ve arkadan yapılan baskı sonucu sıkışmaya başlıyor. sıranın yol kısmında en kenardayım. yoldan geçen yayalara ve taşıtlara bakıyorum. insanlar yarı küçümser, yarı şaşkın bir ifadeyle gülerek ufacık bir alana sıkışmış yüzlerce kişiye bakıyorlar. hepsinin surat ifadesi aynı, ayan beyan okunuyor yüzlerinden "şu gerizekalılara bak" ifadesi. ben de gülüyorum, gülme sebebimse sevginin hiçbir zaman tam olarak anlatılamayacak ve anlaşılamayacak oluşu.

    ikisi de fenerium ürünü montlar giymiş yaşlı bir amca ve 7 - 8 yaşlarında bir ufaklık geçiyor yoldan. " dede" diyor ufaklık "büyüyünce ben de bu abiler gibi sıraya gireceğim.". "koçum benim." diyor dede. tam o esnada göz göze geliyoruz. gülümsüyor torunundan duyduğu gururla, gözlerinden anlıyorum. ben de gülümsüyor ve ben de en az onun kadar gurur duyuyorum hiç tanımadığım o ufacık çocukla.

    saat 8. sıra kenardan girenler sebebiyle müthiş derecede kalabalık. nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde sıranın ortasına gelmişim. aynı anda 5 - 6 kişiyle temas halindeyim. bildiğin izdiham. yanımdaki birisi kafasını çevirip arkasındakine " kardeş adın ne?" diyor. "ali." diyor arkadaki. "benim de mehmet." diyor öndeki. "isim için düşünmeye gerek yok, çocuğun adını mehmet ali koyarız.". duyanlar onca sıkıntıya rağmen yarılıyor.
    röportaj veren çocuğun arkadaşları yanımda, muhabbet ediyoruz. "sabancı üniversitesi öğrencisiyiz aga." diyor. "senelerdir çoğu maça beraber geliyoruz. arkadaş sizin gruba girmiş bu sene biz de onunla beraber geldik.". tam o sırada bizden biraz uzakta olan arkadaşlarının bir tanesi çıldırıyor. bağırıyor avaz avaz. "yeter ulan! itmeyin artık! ne biçim insansınız? yeter!". birkaç saat önceki neşelerinden eser yok şimdi. susuyoruz.

    saat 9. sıkışıklık arttıkça artıyor. öyle ki insan ellerini cebine bile sokamıyor. birkaç kişi fenalaşıyor sıkışıklıkta, dışarıya çıkartılıyor hemen. polis defalarca aranmasına rağmen gelmiyor. "ekip yolda." deniliyor. trafik akıyor. ekip gelmiyor. amigolardan birisi yüksek bir yere çıkıp bağırıyor " arkadaşlar biraz geriye gidin, öndekiler çok sıkıştı." diye, biraz kıpırdanma oluyor ama değişen pek bir şey yok. fenerbahçe tribünlerinin tanınmış simalarından büyük alper sırayı düzenlemeye çalışıyor biraz sonra, kimse oralı olmuyor. uzun süre önce aranan polis hala yok. barikatlar patlıyor bu sırada ama hemen düzene koyuluyor patlayan yer. barikatın patlamaması gerekli çünkü bariyer patlarsa polis sırayı dağıtıyor. stad görevlilerinden birisi elinde koli bandıyla görünüyor. ikibine yakın insanın bulunduğu sıranın kenarındaki bariyerleri koli bandıyla bantlayarak sorunun önüne geçeceğini sanıyor. kenardaki 3 - 4 kişi kendisine yardımcı olup barikatı itiyor, görevli de bariyerleri birbirine bantlıyor. arkasını döndüğü anda tekrar patlıyor bariyer. o da boşverip kenara geçiyor ve rezilliği izlemeye başlıyor.

    saat 10. en kenardayım tekrar. nasıl buraya geldiğimi yine bilmiyorum. polis geliyor. 8 gibi aradığımız polis 10 gibi geliyor ve o müthiş alet "copu" kullanarak sırayı düzeltmeye çalışıyor. geriye doğru kaçan insan seline dayanamayan barikat yıkılıyor. ben de barikatın üstüne yıkılıyorum, benim üstüme de 4 -5 kişi yıkılıyor. belim barikatın köşesine denk geliyor. üzerimdekilerin baskısıyla barikatın köşesi belime giriyor sanki. önce üstümdekileri kaldırıyorlar, sonra beni. en son hep beraber barikatı kaldırıyoruz. barikat hepimizden önemli çünkü. barikat patlarsa polis gece yarısı girdiğimiz sırayı dağıtır.

    düştüğümü gören ve yüz ifademden canımın yandığını anlayan üniversite sorumlumuz yanıma geliyor ve soruyor "var mı bir şeyin?". "iyiyim abi." diyorum. canım yanıyor ama kimsenin moralini bozmak istemiyorum. "iyiyim." diyorum. 5 dakika geçmiyor, tufan amir ve ekibi bağıra çağıra, söve saya, sanki suçluymuşuz gibi muamele yaparak üstümüze doğru geliyor. sıradaki insanlar kaçışıyorlar. tam benim yanıma geldiğinde videonun sonunda görülen portatif barikatı kavrıyor ve var gücüyle bana doğru sallıyor. barikatın ayağı sol kaval kemiğimi sıyırıp sağ dizime geliyor. hayatım boyunca toplamda 5 kez gittiğim hastahaneye beni 2 defa götüren ön çapraz bağ yine sorun çıkarıyor. sırayı falan boşverip sekerek kenara kaçan arkadaşlarımın yanına gidiyorum. onlar bana ayağıma ne olduğunu soruyorlar, ben onlara iyi olup olmadıklarını soruyorum. kimisi cop yemiş, kimisi yumruk, kimisi tekme. herkes nasiplenmiş polisin insanlığından. düşünüyorum. bir taraf insan, diğer tarafta insan. hangimiz insan? kim insan? cevap bulamıyorum.

    saat 13. hepimizin morali bozuk, kenarda oturuyoruz. bilet alan 2 - 3 arkadaşımız var. izmir'den sırf bu maçı izlemek için için gelen arkadaşların ikisi bilet almışlar. seviniyorum. bu arada birkaç kez daha sıraya girmeye çalışıyorum. itiş kakış oluyor, ayaklarım ağrıyor. sırada duramıyorum, migosa gidip su alacak oluyorum. polis izin vermiyor. önümdeki 8 - 10 kişilik grubu da dağıtıyor polis. "siktirin gidin, şurda durun." diyor. elindeki copu sallayan bir başkası "yolla, yolla. birazdan gidip orasının da anasını sikeceğim." diyor. gidip tekrar kenara bir yere oturuyorum. kenardan gözaltına alınan insanlar olduğunu görüyorum.

    saat 14. herkesin morali bozuk, kimsenin ağzını bıçak açmıyor. tam o esnada beyaz bir araba genç bir çocuğa çarpıyor. ortalık karışıyor. çocuğu arabaya bindirdiklerini görüyorum. bu sırada bir arbede yaşanıyor. çocuğu bindirdikleri araba giderken polis coplarla arbedenin yaşandığı yerdeki insanlara saldırıyor tekrar. yine gözaltına alınan insanlar oluyor.
    polis tipe bakarak adam alıyor duyumları geliyor. atkıları çıkartıp sıraya giren arkadaşlardan bazıları bilet alıyor. bazı arkadaşlarım tekrar sıraya giriyor, ben çoktan vazgeçtim biletten. aynı yerde oturuyorum.

    saat 15. bir arkadaşım gelip "oğlum çok az bilet kaldı, gir sen de sıraya. belki alırsın." diyor. atkımı çıkarıp başka bir arkadaşıma veriyor, üstümdeki turkuaz polar gözükmesin diye de montumu giyiyorum. sıranın en arkasına gidip yerimi alıyorum. başka bir gruptan pankart boyarken tanıştığım bir arkadaşı görüyor ve onunla muhabbet etmeye başlıyorum. bu arada elini kaldırıp "beni alın." diyen bir çok kişiyi var etrafımızda. seçilenler bilet kuyruğuna giriyor. okuldan bir arkadaşım çekiyor beni, yan tarafa doğru görürürken "abi burdan da alıyolar, hem daha az kalabalık var burda." diyor. tam oraya geçtiğimde polisin biri beni işaret ederek "alın bunu." diyor. polisin "al bunu." demesinin ne anlama geldiğini bilen ben bir an afallıyorum, başka bir polisin "kıvırcık sen de gel." demesinden sonra neyin kastedildiğini anlıyor ve bilet kuyruğuna geçiyorum. kurbanlık hayvanlar gibi seçilerek girdiğim sırada dakikalar geçiyor, biletler azalıyor. sonunda önümde bir kişi kalıyor. bilet biter korkusu yaşıyorum. tufan amir, lokman amir ve birkaç kişi daha gişenin yanında duruyor, gülüşüyorlar. tufan amir "8 gibi mi geldik biz buraya? çok geç olmuş, şu biletler bitsin de gidelim. uğraştırdılar bugün yine." diyor. çıldırıyorum. aklıma onlar yokken bayılanlar geliyor. uçuşan coplar, tekmeler, yumruklar geliyor gözlerimin önüne. duyulan hakaretleri tekrar duyuyorum sanki. içimden bileti, maçı, her şeyi boşverip yüzüne tükürmek geçiyor. yetkili kişi, devlet adamı terbiyesizlik yapılmaması lazım. bize böyle öğretildi çünkü. kaldırılan öğrenci andındaki ilkemiz küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymaktı. içimdeki öfkeyi bastırıyorum. göz göze geliyoruz kendisiyle. bakışlarım hoşuna gitmemiş olacak ki bir şeyler söyleyecek oluyor. gözlerimi kaçırıp boynumu eğiyorum. suç işlemişim gibi. sanki suçlu benmişim gibi. orada işlenen suçu ben işlemişim gibi eğiyorum boynumu. biletimi alıyor ve çıkıyorum sıradan.

    saat 16. bilet kuyruğuna 4 arkadaşımız daha giriyor daha sonra. o arkadaşları bekliyoruz, sıra arkadaşlara geldiğinde bilet bitiyor. elimde bilet olması koyuyor o an bana. biletten çok hayvanlar gibi seçilmek koyuyor. salı pazarı'na doğru yürüyoruz. arkadaşlar okula gidecekler, beni de çağırıyorlar. "ben gelmeyeceğim abi, görüşürüz sonra." diyorum, canım fena yanıyor çünkü. bir an önce eve gitmek istiyorum. topalladığımı görmesinler diye düzgün yürümeye çalışıyorum, canım daha çok yanıyor.

    16.45 vapuruna zar zor yetişiyorum. oturuyor ve ayaklarımı uzatıyorum. ayaklarım zonkluyor. zar zor eve geliyorum. duş alıp bir şeyler atıştırıyor ve birileri konuya değinmiştir umuduyla sözlüğü açıyorum. lucianopavarotti* dışında konuya değinen yok. tufan amiri araştırıyorum, onunla ilgili bir şey de yok. uzun uzun yazmak istiyorum ama gözlerim izin vermiyor. "bugün düzen sağlayabilmek adına ana bacı küfür eden, önündekileri döverek hizaya getirmeye çalışan, kurbanlık hayvan seçer gibi seçim yapan kişiler, yıllardır insan içine çıkmamış çobanlar değil; bilet kuyruğunda asayişi sağlamakla görevlendirilmiş polislerdi." yazabiliyorum facebook iletime.

    tam yatacakken şu sayfadaki ilk yazıyı görüyorum. benden bahsediyor. o kadar çileden sonra sanki oraya ait değilmişim gibi, sanki kayırılmışım gibi anlatılmak canımı daha çok acıtıyor.

    maç mı? yenmek ve yenilmek bu işin içinde var. ben sadece çekilen çilelere değecek bir maç olmasını istiyorum.

    peşin edit: entrynin olayların üzerinden saatler geçtikten sonra girilmesinin sebebi yorgunluktur.
423 entry daha
hesabın var mı? giriş yap