4 entry daha
  • insan evladının, bazen kimi sevdiğini ve özlediğini bilemediği haller oluyor, olabiliyor.
    ben bunu hem kendimden, hem de tanık olduklarımdan biliyorum.
    yalnızken ya da dostlarla rakı masasındayken, uzun susuşlardan sonra derin bir of çekmenin sebebi bu çünkü.

    herşey belliyken, meyil belliyken, özne biliniyorken niye derinden of çekilsin ki?
    hatırlamakla ilgili bu galiba. hatırlamak ama kimi, hangisini?

    aşık olmanın, olabilmenin bir yetenek olduğunu söylerler ya;
    iyi de arkadaş, bu nasıl bir yetenektir ki gamdan, üzüntüden başka birşey kazandırmaz insana?

    bugüne dair birşey yoksa ve elinde sadece anılara dalmak varsa kötü.
    çünkü çektiğin o ofların muhtevasını ilk anda bilemiyorsun. bunu farkedince daha bir kötü oluyorsun; promil çarpı iki.

    hiç hesapta yokken, adına tatil denen bir şeyi yaptım ben geçen sene -ne berbat cümle oldu yahu- yani istemeden bir tatil beldesine gittim işte, özeti bu. detayına gelince; kardeşimin bir arkadaşı kendi devremülküne gidemiyor o hafta ve bana soruluyor. ben ise çok istemeden gidiyorum işte. olan biten bu. tuhaf di mi? bedava bir tatil ve ben istemeden gidiyorum. bana göre tuhaf değil işte. ah beni bir bilseniz. ya da bilmeyiniz efendim. en iyisi.

    bu saatten sonra aradığım tek şey huzur. o da ben evdeyken var. bildiğim bu.
    alışkanlıklar, sessizlikler, kendi hallerim bana yetmekte. bu halde bir kediyken, ne gerek var sokak köpeği ruhuna ve dolanmaya orda burda di mi?
    ah, bir zamanlar sokak köpeği ruhuna da sahiptim ben. dolanırdım öyle ayağı yanmış it gibi. severdim de gezmeyi.

    neyse efendim. dalyan namıyla bilinen o yere gitttim ben bir şekilde. giderken pek param da yoktu aramızda kalsın.
    o yüzden, çantamda giyecekten çok yiyecek vardı ne olur ne olmaz diye evden götürdüğüm. bir de dizüstüm var yanımda, o kadar.

    gittim, yerleştim odama. dizüstümde çalmaya başladı bu şarkı şimdi. meğer playlistte ilk sırada kalmış tee istanbul'dan. çalsın bakalım dedim, çaldı zaten. hem de defalarca. ve her çaldığında içim sızladı, içim acıdı. çünkü motele kaydımı yaptırırken "yalnız mı geldiniz?" diye sorulmuştu. "evet" demiştim, mahcup mahcup.

    ilk gün ve gece şarkı çalmaya devam etti. meğer ben bu şarkıyı nasıl da farklı anlamışım. burda çarptı çünkü resmen.
    kıt parayla ve ilk günün şerefiyle aldığım ufak yaşüzüm rakısının her bir yudumu sanki içime acı acı oturdu.
    bu tuhaf şarkıyla beraber düşündüm durdum, noluyor yahu diye.

    ertesi gün, kapım vuruldu. bir tekne gezisi varmış, hem de plaja ve ücretsiz. gitmeye niyetim yoktu zaten ama peki deyip, sonra kaçırmış, yetişememiş gibi yaptım. çünkü odamdan dışarı çıkmaya niyetim yoktu. bozuk haller tabi. şizofreni deyin, allı yeşilli paranoyalar geliyor deyin siz ama bişeycikler demem bu hallerimden dolayı size. haklısınız.

    lakin, tercih diye de birşey var di mi? adamı hasta etmeyiniz!
    aha geldiler...ben çenemi tutamam işte. demem derim ama yine de derim!
    -ses etmeyiniz-.

    neyse efendim, bu şarkı çalmakta öğle vakti ve ben son kalan demleri yuvarlamaktayım volta ata ata odamda.
    bir telefon. amanın!...bir müzik şirketi sahibi beni aramakta iyi mi...meğer geçen çok yılların birinde yayınlanmış olan bir şarkımı kendi albümüne almak istiyormuş o hazret ve soruyor; ben ne dermişim?

    iç ses: alllaaaaah...
    dış ses: neden olmasın, ama bazı şartlarım var.

    herhangi bir müzik yapımı şirketi, eğer sizin tarafınızdan o iç sesi duyarsa zaten o iş olmaz. en azından sizin istediğiniz gibi olmaz.mümkün olduğunca saklayacaksınız onu. tok satıcı olacaksınız. karşı taraf zaten kurt çünkü.

    efendim teferruata gerek yok. bendenizin hem ilkelerine sadık kalması hem de işin ve konuşmanın gereği gibi olması sayesinde iş neticelendi. akşama kalmadan muvafakatname yollandı ve hesabıma para yatırıldı ki bu nadir olan birşeydir.

    akşamüstü ne oldu dersiniz? ben tabi ki dışarı çıktım(allah allah). hem işleri halletmek için, hem de günyüzü-akşamyüzü göreyim diye. dönerken de nevalelerle döndüm şelalelere dönüşebileyim diye. çok şüküüür.

    orda güvenlikte çalışan bir çocuk vardı, bir şekilde bağlama çaldığını öğrenmiştim girişte kaydımı yaptırırken. işte bağlama çalmayı öğrenen bir çocuk. önceki akşam da gelmişti ve bağlamasını getirmişti. birşeyler göstermiştim ona.

    işte ben kendi paramla ve paketlerle dolu kucağımla odama döndüğümde mutlu hissettim kendimi. sanki yalnız değildim.
    odama girer girmez playliste bastım ve gene başladı ruhumda neşe hayale daldım.

    kendicağızıma mezeler hazırladım bir yandan demlenirken ve bu meşum şarkı çalarken.
    pek farkında değilmişim olan bitenin.

    sonra geceyarısına doğru o çocuk bir ara uğradı bana görevi sırasında. bağlamasını bırakmıştı zaten. gösterdim bişeyler.
    sonra gitti o. araya başka şeyler girdi. birkaç telefon ettim istanbul'a mesela- sarhoşum ya, allahın emri dostları aramak-. hatta bağlamayla " geldi geçti ömrüm benim" i çaldım yunus emre'den bir iki dosta.

    sonrası?...sonrası ben kendime bile çalıp söylemedim, nicedir de yaptığım yok zaten. bıraktım bağlamayı bir kenara ve bastım dizüstümün playlist'ine. koydum bir kadeh daha. ve yine çıktı bu şarkı;

    "ruhumda neşe hayale daldım
    gel sevgili gel..bir ömre bedel
    gönül ister görmek seni
    aşkım şaheser

    sevişirdik gündüz gece
    tenhalarda biz gizlice
    başım göğsünde yatarken
    okşardın iyice

    gel sevgili gel
    bir ömre bedel
    gönül ister görmek seni
    aşkım şaheser"

    elimde kadeh balkona çıktım. kafam bi dünyaydı ama maalesef iki dünya değildi, yani bilinç var ahhh körolasıca bilinç.
    düşünmeye başladım işte o anda bu şarkı içerde çalarken.

    kimi özlüyorum ben ve ben kimi hatırlıyorum?
    ve ve aslında kimi sevmekteyim halen?

    bir sonuca varmak ne mümkün. düşündüm de düşündüm işte.
    ve o zaman, o haldeyken. ve elbette bu şarkı sayesinde farkettim bazı şeyleri.
    kendimde olan şeyleri tabi. dışarıyı bilemem.

    insan aşık olmayı bildi mi, sevmeyi bildi mi tamamdır.
    bir şarkıyla ne birini hatırladığının önemi var, ne de ötekinin.

    tamam da. "gel sevgili gel" diye çağıracağının bir (sayıyla 1) olması gerekmez mi?
    gerekir elbet. fena halde hem de. öyle olması lazım.
    nazım'ın; "bir gönülde iki sevda olmaz derler/yalan/olabilir" e sığınmıycam, tamam. sustum.

    iş bu şahıs sevmeye devam etmekte işte. yadetmeye de.
    yadına girmiş herkesi hem de.

    hatırlamak, yadetmek de bir başka sevme biçimidir.
    en çok kim hikayesine girmeden, hepsini saygıyla yadederek.

    ama bu şarkı dürtüyor işte, rahatsız ediyor, kim diye?

    "ruhumda neşe hayale daldım
    gel sevgili gel, bir ömre bedel"
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap