1 entry daha
  • mikail aslan ile yapılmış bir söyleşisi agos'ta taze yayınlanmış albüm. röportaj: belgin cengiz

    • dersim ermeni şarkıları projesi nasıl başladı, sizi bu çalışmaya ne yönlendirdi?

    bunun açıklamasını albümün sunuş yazısında yapmıştım, “kainatta yankılanmış hiçbir ses kaybolmaz” diye... dersim’de ermenilerin köklü bir geçmişe sahip olduklarını, orada geçen çocukluk yıllarımdan, büyüklerimizin anlatımlarından az çok biliyordum. son yüzyıla kadar diri olan bir varlığın, böyle kısa bir zamanda nasıl bu kadar silik duruma getirildiği beynimi kurcalayan bir soruydu. zamanla 1915 gerçeğini öğrendikçe, merak ettiğim cevapları bulmaya başladım. dersim üzerine ermenice kaynakları inceleyen dostum hovsep hayreni ile sohbetlerimde bölgemize ilişkin bilgiler edindim. o, her görüşmemizde bana elindeki kitaplardan ilginç pasajlar okuyor, ermenice yazılı haritalardan köylerimizin, dağlarımızın, derelerimizin orijinal isimleri ve anlamlarını aktarıyordu. böylece yakın köylerimizden olan sorpiyan’ın aslında ‘surp ohan’ (aziz ohan), ergen’in aslında ‘yergan inguzak’ (uzun ceviz ağacı), tavuk denen ve türkçe düşünülerek alay konusu edilen bizim köy ile yaslandığı dağın adının ise aslında ermenice ‘tavug’ ya da ‘tavud’ olduğunu (sık ormanlık, yoğun koruluk) öğreniyordum. böyle derin köklere sahip bir uygarlık ve kültürün zaman içinde yankılanmış sesleri de kayıp olamazdı. bir müzisyen olarak, dersim’in, zazaca otantik ezgilerini derleme ve anadilimde yeni eserler verme çabasını sürdürürken, tarihleri bizimle bu kadar iç içe karşılıklı etkileşim gösteren kardeş ermeni halkının yerel müziğini de merak ediyordum.

    • bu albüm çalışmasında derleme amaçlı seçtiğiniz şarkılara hangi kaynaklardan ulaştınız ve seçkiyi nasıl oluşturdunuz?

    belçika’dan sevgili dostum hosvep hayreni’nin vasıtasıyla hampartsum kasparyan’ın ‘çımışgadzak yev ir küğerı - çemişgezek ve köyleri’ adlı kitabının varlığından haberdar oldum. 1915 soykırımından kaçıp amerika’ya sığınan çemişgezekli bagikyan ve celalyan soyadını taşıyan ailelerin beraberinde götürdüğü halk ezgileri, komitas okulu’ndan değerli muzikolog mihran tumatchyan tarafından notaya alınmıştı. ilda simonian’ın da arşivindeki şarkıları benimle paylaşması akabinde, dersim ve çevresine ait yaklaşık 100’e yakın esere ulaşmış olduk. pilot kayıtları müzisyen arkadaşım cebrail kalın ile beraber gerçekleştirdik. albümün yönetmenliğini levent güneş, aranjelerini levent güneş ve cebrail kalın üstlendi.

    • ermeni türkülerini değerlendirirsek anadolu ezgileri bütünlüğü içinde nasıl bir yerde tanımlarsınız?

    ermeni müziği anlaşılmadığı takdirde anadolu müziği anlaşılamaz. halk musikisi üzerinde yoğunlaşan maro muradyan akunq ensemle’nin repertuarını dinlediğim sırada ne kadar büyük bir mirastan yoksun kaldığımı fark ettim ve hayıflandım. duyduğum her melodi beni büyülüyor ve anadolu’nun en sahici, doğal tonlarını dinledikçe hafızamın yarısı tamamlanıyor ve tarihsel-kültürel belleğim bir bütüne varıyordu. anadolu müziğinin yarısından çoğunu ermeni halk musikisi oluşturuyor.

    • albüm çalışmasında nasıl bir yöntem izlediniz ve kimler sizi destekledi?

    müzisyen arkadaşım levent güneş ile beraber eski ermeni halk musikisine dair bir araştırma yaptık, eski ozanları dinledik. eserleri çok modernleştirmeden, otantik örgülerine bağlı kalarak, sade bir çalışma yapmayı düşünüyorduk. düzenlemeleri yaparken; ermeni halk şarkılarını dersim’deki genel müziğe ve kendi müziğimize benzetmemeliyiz kaygısını taşıyorduk. bu kaygılarla yerevan’a gidince değerli ağabeyim tigran hekobyan bana “neden bu kadar kurcalıyorsunuz yahu, ermeni musikisi sizin müziğinizden farklı değil ki, anadolu müziği işte” deyince kafamda çok önemli bir kaygı çözülmüş oldu. yerevan’da, samvel felekyan’ın aracılığı ile tigran hekobyan ve lilit simonyan ile tanıştım. samvel ve bu arkadaşların desteği olmaksızın yola devam etmemiz neredeyse imkânsızdı. akunq ensemble’den değerli müzisyenlerle beraber yerevan’da bir haftalık geceli, gündüzlü çalışma yürüttük. maro muradyan akunq ensemble ve norayr grigoryan’ın değerli emekleri sonucunda albümü istediğimiz noktaya taşımış olduk. yerevan kültür bakanlığı’ndan değerli ağabeyimiz tigran hekobyan’ın organizasyonu üstlenmesi ve bütün olanakları karşılaması ayrıca takdire değer bir davranıştı.

    • albüm ermeniler açısından nasıl karşılandı?

    bir hafta önce ermenistan’daydım. petag albümünü beraber yaptığımız akunq ensemble ile beraber albümümüzü tanıttık. tahmin ettiğimizden daha büyük bir ilgi ve sevgi ile karşılaştık. hatta konserden sonra muş kökenli yaşlı bir kadın “yüz yıldır sizi bekliyorduk nerde kaldınız” deyince gözyaşlarımı tutamadım. albüm ermeni halkı içerisinde çok büyük bir yankı yarattı. bana aktarılan bilgiye göre ermenistan televizyonundaki bir yayında albüm çalışmamızı değerlendiren sanatçı ve aydınlardan biri, çalışmamızı tarihteki gomidas’ın ruhunu yaşatmanın seçkin ve güzel bir örneği olarak takdir etmiş ki bu bizler için çok onore edici bir şey.

    • dersim kökenli tanıdığınız ermeniler var mı? günümüzde nerelerde yaşıyor ve neler hissediyorlar?

    her şeyden önce, soykırımdan kurtularak çeşitli ülkelere dağılan dersimli ermenilerin torunları dünyanın her tarafında var. kırımı izleyen yıllar halep’te beyrut’ta, dersim ve çevresinden mağdur göçmenlerin, yetimlerin toplandığı yurtlar, okullar olmuş, bir kısmı sovyet ermenistanı’nda yeni yaşama geçmiş, abd ve fransa’da çeşitli yardımlaşma dernekleri örgütlenmiş. ikincisi, dersim’de az da olsa ermeni ve hıristiyan kimliklerini koruyarak buradan istanbul ve yurt dışına göçen ailelerdir. üçüncüsü, kırımdan sonra dersim içlerinde ve yine çarsancak yöresinde kalmaya devam ederken devletin gözüne batmamak için alevi inancına kendini adapte eden ve okul filan olmadığı için nesilden nesle dillerini de unutarak kürtleşen ermenilerdir. tek tek bireyler bazında giderek kendi öz kimliğine sahip çıkan, mahkeme yoluyla müslüman isimlerini değiştiren ve kilisede vaftiz olanlar da vardır. bunun son örneğini oluşturan miran pırgiç gültekin’in öyküsü dersim hayat gazetesi’nin haziran 2010 tarihli ikinci sayısında okunabilir. hrant dink’in katlinden sonra ivme kazanan bu aslına rücu hareketi, korku dağlarını büyütmek isteyenlere verilen iyi bir yanıttır.

    • dersim eyaleti’nin bütününde (erzincan, bingöl, elazığ, erzurum, malatya vb.) 100 yıl öncesine kadar yoğun olan ermeni varlığının artık esamesi okunmaz duruma getirilmesini nasıl açıklamalı?

    bunun iki boyutu var. birincisi elbette inkâr edilen 1915 soykırım gerçeği. bununla ermeni ulusunun binlerce yıllık kendi öz vatanındaki varlığı topyekun bitirilmek istendi. ikinci boyut olarak kültür ve uygarlık izlerini silme operasyonu her türlü işletildi. kilise, manastır ve mezarlıkların harabelerine bile tahammül edilmedi. yer isimleri komple türkleştirildi. bir zamanlar bu topraklarda böyle bir halkın ve uygarlığının hiç yaşanmamış olduğu imajı çizildi. ermeni dendiğinde sanki bu toprakların kadim yerlisi değil de, uzak diyarlardan gelip buralara göz dikmiş ecnebi gibi bahsedildi. türkçe tarih kitaplarında ermenistan ve ermenilik, hiçbir dönem için var olmamış sayıldı. anlayış bu olunca, adam, tarihsel ermenistan’ın son başkentlerinden ani’yi de hiç sıkılmadan türkçe hatıra anlamında ‘anı’ diye tanıtıyor dünyaya. axtamar’ın surp xaç’ını ise ‘akdamar kilisesi’ diye, zannedersin ki o eseri selçuklu türkleri yapmış...

    • dersim’in tarihinde ermenilerle alevi zazaların geçmiş bağları ve kültürel etkileşimleri konusunda neler söyleyebilirsiniz?

    ermenilerin yazılı tarihi ve dersimlilerin sözlü tarihi içinde sürülen izler, iki halkın uzun geçmişindeki belli damarların paralel gittiği, belli kavşaklarda kesiştiği, hatta karşılıklı soy geçişleri ve karışımlarının da önemli boyutlarda yaşandığını düşündürüyor. ermenice ile dersim zazacası arasındaki fonetik yakınlık ve bazı gramer benzerlikleri, kelime hazinesindeki ortaklık oranından daha fazlasını ifade eden belirtilerdir. inanç ortaklıkları daha da ilginç. her iki halkın eski çok tanrılı inanç ve geleneklerinden pek çok şeyi daha sonraki hıristiyan ve alevi inanç sistemleri içine adapte ettikleri görülüyor. bu özellikle doğanın gücüne inanma ve ateşe, suya, dağa, taşa, ağaca tapınma yönüyle belirgin. dersim’de surp sarkis’e paralel hızır figürünün yanı sıra ermeni geleneğiyle ortaklaşan gağant (yeni yıl) ve daha başka ritüellerin benzerliği yine bu kültürel yakınlığa işaret eder. onun için eskiler, dersim’deki alevilikle ermenilik farkının soğan zarından önemsiz olduğunu söylemişler. iç içe yaşayan iki halk arasında kirvelik, musayiplik gibi bağlar eksik olmamış. çok yerde kız alıp vermiş ve ‘xınami’ (dünür) olmuşlar.

    • bilindiği kadarıyla ermeni-zaza ve kürt ilişkileri nasıl bir seyir izlemiş ve 1915’te bölgenin tutumu nasıl şekillenmiştir?

    tehcir öncesi son dönem görünen tablo, ermenilerin dağlık kesimlerden daha çok, tarıma elverişli düzlüklere doğru kaydıkları ve kasaba gibi merkezlere toparlandıkları, kızılbaş zaza-kürtlerin ise yüksek kesimlerde hayvancılığa dayalı, kısmen de göçebe tarzı aşiret hayatı sürdükleri görülüyor. 1915-16’larda dersim’in kızılbaş zaza-kürtleri çoklukla bağımsız kalmış, devlete asker vermemiş, öte yandan rus ordularına karşı da savunma önlemi almış. dağlık bölgedeki bu otonom vaziyet, çok kültürlü dersim’in hümanist özellikleri ve iki halk arasındaki ilişkilerin yakınlığı, tehcir ve kırıma uğratılan ermeniler için dersim’i bir çekim merkezi yapmış. soykırımda on binden fazla ermeni kaçağa sığınma imkânı sağlayıp rus denetimindeki erzincan’a geçmelerine yardımcı olan dersimli kızılbaşlar, çok değerli bir dostluk örneği sergilemiştir. bununla beraber yer yer devlete milislik yapan, kırım veya talana iştirak edenlerin de olduğu biliniyor, ki daha sonra dersim’in hedeflendiği durumda bu ihaneti birbirine yapanlar da eksik olmamış. dersim’de eskiden yerleşik olan ve sığınanların bir kısmı savaş yıllarında göçerken, bir kısmının alevi aşiretler arasında kaldığı biliniyor. hatta devletin bunları izlemeyi bırakmayıp, 1937-38 harekâtı sırasında halvori gibi katliam serileri için özel olarak hedeflediği de sır değildir. bizim albümün broşüründe resmi bulunan dersim’deki kilise, halvori’nin yukarısında munzur suyuna nazır tarihi surp garabet vankı’dır (manastırı). 1937’ye kadar ayakta olan vank’ın keşişi, seyit rıza’nın yakın dostu olarak onun önemli emanetlerini saklarmış. seyid’in yardımcısının anılarından anlaşılıyor ki, aşiretlerin direniş yemini bu vank’ın altındaki kutsal bilinen su kenarında yapılmış. sonra direnişi ezen ordu, bu çevrede muazzam katliamlar yaparken, surp garabet vankı’nı da topa tutarak yıkmış. albümde söylenen ‘surp garabet’e gitmişim’ türküsü esasen muş’taki meşhur manastır üzerinedir, ama dersim’deki surp garabet de bu bölgede hem ermenilerin ayakta kalan en büyük manastırı, hem de kızılbaş zaza-kürt halkının kutsal bilip ziyaret ettiği ve askeri harekâtlara karşı silahla koruduğu bir mekân olarak çok gözde olmuştur.

    • türkiye-ermenistan ilişkileri ve türkiyeli ermeniler açısından ne tür bir süreç tavsiye edebilirsiniz?

    tabii ki iki ülke ve halkları arasında diyalog ve ilişkilerin engelsiz gelişmesinden yanayım. normal ilişkiler için hiç bir ön şart olmamalı ve türkiye tarafından kapalı tutulan sınır kapısı derhal açılmalıdır. öte yandan tarihle yüzleşme sorunu, yüz yıllık düşmanlık ve kilitlenmeleri aşmanın anahtarı, daha çok da sivil girişimler. doğrudan halklar arası diyalog ve tartışmalarla olgunlaştırılacak yeni bir sürece ihtiyaç var. bu bakımdan türkiyeli sanatçıların ve aydınların ermenistan’daki benzer çevrelerle geliştireceği dostlukların iyi bir işlevi olacağına inanıyorum. unutulmasın ki, barışçı ve kardeşçe bir gelecek için ermenistan ve diaspora toplumundaki derin güvensizliğin giderilmesi, yürekleri ferahlandıran vicdani yaklaşımlarla toptancı ulusal önyargıların kırılması, bu taraftaki inkârcı refleks ve kindarlıkların kırılması kadar önemlidir. türkiyeli ermenilerin de bu bakımdan yapıcı rolleri olabilir.

    mikail aslan:

    mikail aslan, 1972 yılında dersim/xozat’da doğdu. on yaşına geldiğinde, ailesi ile birlikte kayseri’ye göç etti. malatya inönü üniversitesi’nde matematik okumaya başladı. iki sene sonra, politik nedenlerden dolayı üniversiteden uzaklaştırıldı. bu dönemden itibaren hayatına müzik ile yön verdi. zazaca yazdığı ilk eserlerini, grup munzur ve grup tohum’da seslendirdi. 1994 yılında amanya’ya yerleşti. mainz kentinde peter cornelius konsevatuarı’nda klasik gitar öğretmenliğinden mezun oldu. anadilindeki ilk solo albümü agereyis (dönüş-1999) ile hayat buldu. bunun dışında, kilitê kou (dağların anahtarı-2003), mîraz (maya-2005), zernkut (simya-2008), petag (dersim ermeni halk şarkıları-2010) ve pelguzar (2010) adında beş albümü mevcuttur.

    mikail aslan’ın ağzından:

    kayışoğlu yarması

    annemin anlatımlarına göre büyüklerimiz, ermenilerle ilgili olayları anlatmamayı sürekli öğütlüyorlarmış ki çocukların başına bir şey gelmesin. bu geleneği kırmak adına yakın çevremizde yaşanan bir olayı burada aktarmak istiyorum.

    ‘ermeniler’ deyince akla gelen ilk şey, köyümüzün yakınlarındaki bir uçurumdu: “kayışoğlu yarması.” pertek tarafından hozat’a doğru giderken yol üzerinde bulunan bu uçurumdan, 1915 yılında yüzlerce ermeni’nin atıldığı yaşlılar tarafından sürekli anlatılıyordu. çoluk-çocuk, kadın-kız yüzlerce insanın birbirlerine bağlanarak diri diri bu uçurumdan aşağıya atılması saatlerce sürüyor. bu sırada ordu yetkilisi, birliğindeki askerlerin sürekli azaldığını fark ediyor. meğerki zorla yerden sürüklenerek aşağıya atılanlar, yanlarında birer ikişer asker aşağıya çekiyorlarmış. bu durumdan sonra kalanlar süngülenerek aşağıya atılıyor. bu vahşetten üç gün sonra annemin dedesi usen ağayê kavırî bu vadiye gidip süpürgelik topluyor. vadiden, inleme sesleri geliyor kulağına, önce korkudan duymazlıktan geliyor. sonra inlemelerin küçük bir çocuğa ait olduğunu fark ediyor. cesaretini toplayıp burnunun direğini kıran ceset kokularına aldırış etmeden ölülerin bulunduğu alana varıyor. kafa üstü, sık dikenlerin içerisine düşmüş 3-4 yaşındaki çocuğu çıkarıyor. gündüz vakti ermenilerin peşine düşmüş ihbarcı ve milislerden korktuğu için geceyi bekliyor. gece yarısı çocuğun yaralarını sarıp ahırda kendisine yer yapıyor. birkaç gün sonra çocuk kendine geliyor ve konuşuyor. ölülerin bulunduğu yerde kendisinden başka bir kız çocuğunun varlığından söz ediyor. usen ağa, gidip onu da alıp geliyor. her ikisini iyileştirdikten sonra kızı yanına alarak gizlice köyden ayrılıyor. birkaç gün sonra kızı alıp köye geri dönüyor. getirdiği kızın bir yakınına ait olduğunu söyleyerek yaşama dönmesini şağlıyor. adı mecir olan bu kız daha sonra evlenip çoluk-çocuk sahibi oluyor. erkek çocuğu da birkaç yıl ahırda gizlice ağırlıyor, onu da aynı kız gibi, bir gün alıp çoban diye köye getiriyor. çocuk 16 yaşına varınca kendi isteğiyle elazığ’a, oradan istanbul’a gidiyor. yıllar sonra annem ve ailesi orîya xıdır (sultan xıdır) ziyaretine gidiyorlar. ana-baba günüdür, yüzlerce insan... bir adam kasalarla meyve ve yiyecek dağıtıyor. gelenlere, usena ağayê kavırî’yi soruyor. bizimkiler önce korkup kendilerini tanıtmıyorlar, ilerleyen saatlerde annemin halası adama yaklaşıyor, ağzını arıyor. bu adamın o çocuk olduğunu anlayan halam gerçek kimliğini söylüyor. adam istanbul’daki adresini falan veriyor ama bir daha bağlantı kurulamıyor.
7 entry daha
hesabın var mı? giriş yap