zelda sayre
-
--- spoiler ---
zelda sayre fitzgerald 24 temmuz 1900'de alabama'da doğdu. korkusuz, girişken bir çocuktu. annesinden aşırı sevgi gördü, şımartılma pahasına. katı ve mesafeli bir yargıç olan babasındansa hemen hemen hiç. çocukluğu bu iki duygusal uç arasında geçti.
kişiliğine dair belki de ilk ipuçlarından biri henüz çocukken yol açtığı bir krizde gizli. bir gün yerel polise küçük bir çocuğun damda yürüdüğü ve tehlikede olduğu ihbarı geldi. polisler verilen adrese ulaştıklarında minik zelda'yı damda oturmuş kendilerini beklerken buldular. güçlükle de olsa onu oradan indirdiler. işin gerçek yüzü sonradan anlaşıldı. karakola gelen o ihbar telefonunu açan zelda'nm kendisiydi. önce polise kendini ihbar etmiş; sonra da çatıya çıkıp, en kenara kadar gelerek, heyecanla polislerin kendisini kurtarmasını beklemeye koyulmuştu.
yetişkin bir kadın olduğunda da vazgeçmeyecekti en kenara kadar gelip, yarattığı paniği seyredurmaktan.
bugün zelda fitzgerald hakkında yayınlanan kitaplar şu üç nokta üzerinde durur hep.
1.ünlü yazar f. scott fitzgerald'ın karısı ve büyük aşkıydı.
2.kendisi de yetenekli bir sanatçıydı.
3.ve ömür boyu sık sık psikolojik tedavi gördü, ruhsal bunalımlar yaşadı, en nihayetinde akıl hastanesinde hayata veda etti.
zelda ve scott fitzgerald birinci dünya savaşı'nın son demlerinde tanıştılar. bu tanışma tamamen farklı bir etki bıraktı ikisinin üzerinde. erkek, kadını son derece zeki ve çekici bulmakla birlikte onun başkalarıyla flört etmeye açık olmasından rahatsızlık duydu. onun hakkındaki ilk izlenimi karışıktı dolayısıyla. kadın ise erkeğin karizmasından, kişiliğinden ama en çok yazma yeteneğinden etkilendi. zelda fitzgerald, bir erkeğe bağlanabilmek için evvela onun beynine ilgi duyması gereken kadınlardandı.
1920'de evlendiler. birbirlerini çok sevdiler. ama ta başından itibaren her ikisi de ötekini rakip gibi gördü. evlilikleri boyunca kavga eksik olmadı. üstelik her ikisi de alkol bağım-lısıydı. alkolün etkisiyle giderek kavgaları daha şiddetli, daha kırıcı olmaya başladı.
alkol, sigara, çılgın partiler... hepsine bağımlıydılar. ama belki de en büyük bağımlılıkları aşklarıydı. zelda ve scott fitzgerald birbirine zarar veren ama ne olursa olsun birbirinden vazgeçemeyen bir çiftti. ve en kötüsü, karşılıklı zayıf noktalarını biliyor, tam da oradan acıtıyorlardı birbirlerinin canını. fiziksel ve sözlü şiddet eksik olmadı hayatlarından. bir yandan bağıra çağıra tartışırken, bir yandan arabaya atlar, tehlikeli virajlarda son sürat kullanırlardı aracı. kendilerini de, yaşadıkları ilişkiyi de öldürmek istercesine. hem yaratıcı ve ünlü, hem de böylesine yıkıcı ve çatışmacı bir çift oldukları için basının gözdesiydiler haliyle. bulunmaz malzeme. amerikan basını sık sık aşkları ve kavgaları hakkında yazdı. çoğu zaman yalan yanlış haberlerle.
takip eden senelerde scott fitzgerald son derece başarılı kitaplara imza attı ve ününü katladı. işin ilginç yanı yarattığı karakterler ve anlattığı hikâyelerde zelda'dan büyük ölçüde ilham almasıydı. bazı karakterleri tıpkı zelda'nm gerçek hayattaki laflarıyla konuşuyordu. giderek "ilham almak"tan çıktı, doğrudan "fikir çalmaya", hatta kısmen eser çalmaya kadar gitti bu durum. zelda fitzgerald yarı sitem yarı alay dolu sözlerle, evde kendi kendine tuttuğu günlüklerin nasıl kocasının hikâyelerinde karşısına çıktığını anlatırdı. paragraf paragraf. ama gene de devam etti scott fitzgerald karısından kopya çekmeye, zelda da kocasının kendisinden kopya çekmesine izin vermeye. senelerce sürdü karıkoca arasındaki bu "edebiyat patenti" meselesi.
peş peşe yayınladığı kitaplarla muazzam bir başarı elde eti scott fitzgerald. etrafı kendisine hayran kadınlarla ve başarısını alkışlamaya hazır eleştirmen ya da gazetecilerle çevriliydi. ancak bir türlü mutlu olamıyordu. giderek daha çok içmeye başladı. yazı yazmadığı zamanlar sabahlara kadar içiyor ve çoğu zaman bir yerlerde sızıp kalıyordu. en az onun kadar mutsuzdu zelda. birbirlerine yaramıyor, yaranamıyor ama döne dolaşa gene birbirlerine koşuyorlardı.
scott fitzgerald ile ernest hemingway'in bu dönemde palazlanan arkadaşlıkları edebiyat tarihçilerinin en çok merak ettikleri konular arasında. bir müddet aralarından su sızmadı bu müthiş ikilinin. beraber içip, beraber sızan iki bohem erkek yazar. ne var ki zelda kocasının bu yeni arkadaşından hiç hoşlanmadı. fazla maço buldu hemingway'i. kadınlara karşı fazlasıyla önyargılı. şişkin bir egosu olduğunu düşündü. onun kocasına iyi gelmeyeceğine inanıyordu. haklıydı belki de. nitekim zamanla bu iki dostun arası açıldı. arkadaşlıkları yara aldı.
gerçi zelda fitzgerald'm kıskançlığı da dillere destandı. çeşitli kıskançlık krizlerinde elbiselerini yaktı, eşyaları parçaladı, ortalığı yıktı. hatta bir keresinde kalabalık bir partide kendisine ve başkalarına ait mücevherleri kaynar suya atarak "mücevher çorbası" yapmaya kalktı. öfkelendiğinde gözü hiçbir şeyi görmüyordu. bir akşam kocası kendisiyle değil ünlü dans sanatçısı isadora duncan'la ilgileniyor diye herkesin gözü önünde kendini yemek yedikleri malikânenin geniş, mermer merdivenlerinden aşağı yuvarlayarak olay yarattı. yerden kaldırdıklarında üstü başı kan içindeydi.
bir kızları oldu. ama bu bebek her ne kadar her ikisi tarafından çok sevilse de, son tahlilde ne hayatlarının hızını düşürdü ne de ilişkilerini yumuşattı.
evliliklerinin daha sonraki senelerinde zelda fitzgerald hep kocasından ayrı bir kabiliyet alanı, bağımsız bir uğraş aradı kendine. baleye olan düşkünlüğünün ardında biraz da böyle bir arayış vardı. ancak kocası onun baleye olan ilgisini sürekli aşağıladı, vakit kaybı olarak niteledi. sonuçta bale faslı da tatmin etmedi zelda'yi- giderek kocasının yazıya ayırdığı zamanı kıskanmaya başladı. o yazarken sürekli dikkatini dağıtıyor ya da müdahale ediyordu. aynı evin içinde duramaz hale geldiler. ne var ki scott fitzgerald karısını mümkün mertebe evde tutmaya kararlıydı. dışarı çıkar çıkmaz kendine bir sevgili ya da flört bulur korkusuyla.
1930'da, uzun ruhsal bunalımlardan sonra zelda fitzgerald şizofreni teşhisiyle hastaneye kaldırıldı. ömrünün kalan on sekiz senesini sürekli psikolojik tedavi görerek geçirecekti. işin tuhaf yanı klinikte olmak üretkenliğini kamçılamışa benziyor. bu dönem sürekli yazdı. günlükler, hikâyeler, mektuplar... sadece başarılı bir roman yazmakla kalmadı, birbirinden iyi soyut resimler yaptı.
kocası onun kaldığı kliniklere yakın evler kiraladı, yazarken ona yakın olabilmek için. ancak ziyaret günlerinde buluşarak geçirdiler takip eden seneleri. ilaçlar, doktorlar ve eksikliği sonradan anlaşılan tedaviler arasında.
muhteşem gatsby gibi unutulmaz bir edebiyat şaheserini yaratan scott fitzgerald 1940 senesinde kalp krizinden öldü. aniden.
sekiz sene sonra asheville, kuzey carolina'daki bir akıl hastanesinde yangın çıktı. o yangında hayatını kaybeden hastalar arasında zelda fitzgerald da vardı.
--- spoiler ---
--- spoiler ---
cevapsız bir soru bıraktılar geride:
birbirlerini bu kadar didiklemeselerdi, her ikisi de daha uzun seneler yaşayıp, daha çok esere imza atmazlar mıydı?
"normal" bir kadın değildi zelda fitzgerald. peki olsaydı, olabilseydi, bugün edebiyat ya da sanat tarihçileri tarafından daha iyi biçimde anılmaz mıydı acaba? daha kaliteli ve çok sayıda eser bırakmaz mıydı geride?
belki de tam tersine, hem zelda hem scott fitzgerald birbirlerini ve kendilerini bu kadar didikledikleri, "normal" bir evlilik yürütemedikleri için, yani tam da bu sayede,
yazabildiler,
yaşayabildiler,
gittikleri son noktaya kadar.
--- spoiler ---
(bkz: elif şafak)
(bkz: siyah süt)
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap