3 entry daha
  • 8 bölümden oluşan 40 küsür dakikalık pek bilinmeyen bir lynch filmi. fazla bilinmemesinin sebebi lynch'in bu seriyi kimselere duyurmadan bölümler halinde çekip çekip yalnızca sitesinde yayınlamış olmasıdır. mulholland drive'dan, hatta lost highway'den "bir bok anlamadım" diyenlerin katiyen yaklaşmaması (sonuç: fatal erör), eraserhead'den etkilenip uyku düzeni bozulanlarınsa izlemeden önce epey düşünmesi gereken inanılmaz ruh sağlığı bozucu, asab bozan, uyku kaçıran, akla geldikçe ürperten ve uzun süre akıldan çıkmayan bir lynch şaheseridir bana göre.

    (bu entry'i sözlüğün ömrü boyunca topu topu iki-üç kişinin sonuna kadar okuyacağını bilsem de bundan sonraki cümlelerde tekme tokat spoiler olayına gireceğimin altına çiziyorum tam da bu esnada)

    tamamı bir oturma odasında geçen filmde karakterler üç adet tavşandan oluşur. (suzie, jack ve jane). 40 dakika boyunca beyninize işleyen boğucu bir arka fon müziği ve gemi sirenleri eşliğinde ilerleyen film yer yer (hem de en manasız anlarda) sitcom'lardan aşina olduğumuz kahkaha ve alkış efektleriyle süslenir. jane sürekli üçlü koltuğun en sağında bacak bacak üstüne atmış vaziyette oturur. kendisi filmin en statik karakteridir. kafasını konuşurken sola çevirmek haricinde hareket ettiği pek görülmez. suzie odanın bir köşesinde ütü yapar, bazen tavan arasına (bodruma?) gider gelir. jack ise filmin bir nevi dinamiğidir. sürekli eve girer çıkar. rabbits'in ilk birkaç dakikasını izleyen standart bir izleyicinin ardı ardına gelen anlamsız cümlelerden ve filmin tamamına hükmeden iç sıkıcı durağanlıktan dolayı zihninde oluşan ilk yorum "absürt tiyatro izleyeceğim heralde" olur. hatta "uff yeni bir godot vakası mı, ne gereği var ki?" gibi çemkirmeler bile görülür. ancak filmi izlemeye devam edildikçe anlamsız duran bu repliklerin aslında gayet konulu bütün bir senaryo oluşturduğu, tek tuhaflığın bu diyalogların yanlış sırada dizildiği anlaşılmış olur. hatta hareketlerin bile (odadan girip çıkmalar, yanyana oturmalar, o sırada orada olmaması gereken bir karakter) yanlış sırada yapıldığı şüphesi uyanır akılda. böylece rabbits'in salladığı oltayı yemiş olursunuz. zihninizde korkuyla karışık müthiş bir "bulmaca çözme" isteği uyanır ve girişirsiniz. bizimle arkadaşla yaptığımız bu oldu, hatta elimize kağıt kalem alıp filmi başa sara sara 2 buçuk saate yaydık. harcadığımız dakikalardan ve tükettiğimiz fosfordan çıkarttığımız şunlar oldu:

    filmi (bölümlerine ayırmayıp bütün olarak ele alırsak) en temelinde iki farklı zamana ayrıldığını görüyoruz. bunların birincisi, suzie, jack ve jane'in oturma odasında konuştuğu birincil/varsayılan zamanımız. film esasen bu zaman diliminde rutin bir döngünün içinde ilerliyor. jane sürekli koltuğun en sağında. suzie ya ütü yapıyor ya da koltuğun arkasında dikiliyor. bazen de sinir bozucu "kırmızı" sahnelerde odadan çıkıp ellerinde iki mumla çıkageliyor. her kapıdan girişte müthiş bir alkış alan jack ise filmin yarısını içeri girip çıkarak geçiriyor. ancak birincil zaman olarak adlandırdığımız bu zaman dilimi bazen suzie'nin elinde iki mumla çıkageldiği "kırmızı" sahnelerle "ikincil" bir zamana geçiyor. bu zaman diliminde koltuğun döşemesinin ve minderlerinin değiştiğini, arkadaki cama parmaklık takıldığını ve bir türlü ütüsü bitmeyen gömleğin ütüsünün yapılmış olduğunu görüyoruz. buradan hareketle bu zamanın ileriki bir ana tekabül ettiğini varsayabiliriz. toplam üç kere işlenen bu zaman diliminde karakterler asla biraraya gelmiyor. her birinde bir tanesi (sırayla jane-jack-suzie) odaya girip (yine anlamsız gibi duran) bazı anahtar sözcükler kullanarak monolog halinde bir olay anlatmaya çalışıyor. filmin gizeminin de bu "bilinmeyen olay" ekseninde döndüğünü düşünüyorum. (zaten filmin tagline'ı -sürekli yağmur yağan bir şehirde oturma odasında oturan üç tavşanın başından geçen korkunç bir olay- gibi birşeydi sanırım) yani üç tavşanın da bir arada olduğu birincil zamanda (ya da bu zamandan sonra) başlarına korkunç bir olay geliyor ve olaydan bir süre (ya da uzun bir süre sonra) bir zamanlar beraber oldukları bu eve gelip bize teker teker olayla ilgili hatırladıklarını anlatıyorlar. tavşanlar söz konusu olayı farklı biçimlerde hatırlıyor. monolog sahnelerde üçü de "yanlış birşeyler var" diyor. hatırlamakta güçlük çekiyor. ancak kirişin üzerinde beliren yanan kibritten olayda bir yangının meydana geldiği, ıslak köpeklerin olduğu, soğuk ve karanlık bir ortamda vuku bulduğu gibi ortak noktalar buluyoruz. ayrıca bu olay sonrasında karakterlere ne olduğunu kestirmek de çok güç bir hal alıyor. hayattalar mı, diriler mi? yalnızca bir ya da ikisi mi yaşıyor. ya da bir çeşit araf durumu mu var? aslında biz kafamızda bu soru işaretleriyle derinlere indikçe inelim, sormamız gereken asıl bir soru var ki bunun için ne kadar geç kaldığımızı anlıyoruz:

    -bi saniye yahu? bunlar tavşan mı insan mı?

    bence rabbits'in kilit sorusu budur. bu sorunun herhangi bir cevabına inanan izleyici işine geldiği gibi tüm öyküye farklı açılımlar yapabilir. tıpkı şöyle:

    1- "bunlar bildiğin tavşan": üç tavşanın hikayesini anlatacaksınız ve bunu teatral bir şekilde işleyeceksiniz "mecburen" insan kullanmak ve insanlara tavşan kostümü giydirmek zorundasınız. (konuşma ve rol yetisi olabilen başka bir hayvan bulursanız o da olur). yani olayları üç insanın başına gelmiş gibi düşünmemek, insani algılarla yola çıkmamak lazım. zaten karakterler tavşanlara has özellikleri yeterince barındırıyorlar. ürkek olmaları ve sesleri iyi işitmeleri (sürekli "dışarıda bir ayak sesi var" demeleri), yağmuru sevmemeleri (sürekli bir yağmur muhabbetinin dönmesi) gibi. yani ekrana bakarken oturma odasında oturan üç tavşan kostümlü insan yerine yuvalarında saklanan üç tavşanı gördüğünüzde bu gizemli "olayın" da anca tavşanların başına gelebilecek türde birşey olabileceğini varsayabiliriz. yani suzie ve jack olayı anlatırken "legs high" dediğinde tecavüzü düşünmememiz, jane "her sabah işe gidiyor ve her gece eve geri geliyor" dediğinde aklımıza "jack"in gelmemesi lazım. olayı bu kapsamda ele alırsak monolog sahnelerde geçen "salgın, sarı salyalar, elektrik, dikenli tel, kan, yangın" gibi anahtar sözcüklerle, tavşanların bir salgın hastalık nedeniyle karantinaya alınıp infaz edildiği sonucuna varabiliyoruz. tarihte görülen en büyük tavşan salgının adı myxomatosis. tavşan vebası olarak da geçiyor. (http://en.wikipedia.org/wiki/myxomatosis). wikipedia'da yazdığına göre 20. yy. başlarında ingiltere'deki tavşanları kırıp geçiren bir hastalık. (suzie'nin "limana" gittiğini söylediği cümle, şehrin sürekli kasvetli ve yağmurlu olması, sürekli duyulan gemi sirenlerine dikkat çekiyorum ve kafanızda hangi ülkenin uyandığını soruyorum). myxomatosis tavşanların çığrından çıkarcasına, delirircesine ürediği ve nüfus nedeniyle ekolojik dengeyi bozduğu anlarda ortaya çıkan bir hastalık. (kimbilir belki de üredikçe ve nüfusu milyar milyar arttıkça boku çıkan insan neslinin bir eleştirisidir bu öykü). ayrıca bir tavşanın ölüm anında arka ayaklarının kasıldığını ("sürünen şiş bir ayak") ve havaya kalktığını da ("legs high") belirtmeden geçemiyorum. hatta bu durumda "yeşil ceketli adam" da üniformalı bir infaz görevlisi olabilir. uzun lafın kısası rabbits insanları pek alakadar etmeyen, tamamen tavşanlara has ve yarattığı korku atmosferine tezat biçimde sit-com kahkahalarını bu ironiden alan bir yapıt olabilir. ya da imdb'de yer alan "gülme efektleri zamanla ilgili cümlelerden sonra geliyor" iddiası (ki ben katılmıyorum, çürüten cümleler mevcut) bir hayvanın zaman mefhumu hakkında konuşmasının doğurduğu mizahtan öte birşey değildir.

    2- "tavşana pek takılma bunlar insan ya": tavşan kostümlerini bir metafor olarak görüp rabbits karakterlerini insan olarak ele aldığımızda garip sonuçlara doğru yelken açıyoruz. öncelikle "bunlar insansa tavşan metaforu da ne ola ki?"nin sorusunu irdelemeye başlayalım. tavşanlar iyi işitmeleri ve hızlı koşmaları haricinde hiçbir savunma mekanizmaları olmayan korunmasız, ürkek hayvanlar. hatta gözlerine ışık tutunca kilitlenecek kadar çaresizler (filmin sonunda kapının açılıp odaya ışık girmesi ve hiçbirşey yapamamalarına bağlayabilirim buradan ama o zaman iyice karışacak). ayrıca filmi "alice in wonderland" göndermesi olarak düşünüp olayın bilhassa çarptırılıp sürreal bir bilinçaltı derlemesi olarak sunulmasını da ön görebiliriz. ancak rabbits'deki karakterleri insan olarak ele alıp tavşan metaforu üzerinde düşündüğümüzde bana kalırsa en büyük dayanağımız "sıçrama"dır. birincil zaman ve ikincil zaman arasındaki zaman sıçramasını ve diyalogların (belki belli bir düzende) sıçrayarak gitmesini anlatıyor olabilir lynch. öyküyü bu göndermelerden arındırdığımda ise elimizde yalnızca insanların başına gelebilecek korkunç olaylar üzerinde kafa patlatmak kalıyor. bu olaylar için de monolog kısımlardaki sözcükleri kullanıyoruz. “legs high, and old skin, smiling teeth..” üzerine düşündüğümüzde bunun iğrenç bir tecavüz ve sonrasında gelen infaz sahnesi (yangın) olabileceğini düşünüyoruz. hatta ikincil zamanda pencereye takılan parmaklıkla olayın failinin camdan girdiğini öne sürebiliriz. burada kopek hususuna da dikkat çekmek istiyorum. tavşan-tazı ilişkisini (kaç-kovala) düşündüğümüzde karakterlerin ıslak köpekler olarak belirttiği kişiler pekala yağmurlu bir gecede dışarıdan gelip eve giren suçlular da olabilir. sonuçta belki ölü, belki halen hayatta olan bir grup insanın tavşan metaforu içinde olay öncesi ve olay sonrasını görüyoruzdur.

    3- “belki de hem tavşan hem insanlar”: malum “olayın” ölümle sonuçlandığını varsayarsak araya yepyeni bir fikir ekleyerek (reenkarnasyon) karakterlerin ölümden sonra tavşana dönüştüğünü, ya da tam tersi bir dönüşüm yaşadığını düşünmek de mantıklı. yani bu seçenek diğer iki seçeneği de kapsıyor. karakterlerimiz belki de tavşan ve insan arası bir reenkarnasyon döngüsüne girip hem tavşan hem de insan olarak korkunç birer “olay” yaşıyor olabilirler. hatta suzie’nin filmin sonunda “i wonder who i’ll be?” cümlesinden bu döngüye alıştıklarını ve insan olmayı beklediklerini bile düşünebiliriz. jack’in “were you blonde, suzie?” repliği de bence bu savı destekliyor. diyalog ve hareketlerin karşışıklığının, karakterlerin hatırlama güçlüğü çekmesinin bu dönüşümü defalarca yaşamış bireylerin artık neyin ne olduğunu bilememelerinden gelen bir muamma olması da söz konusu. tavşan görünümlü birinin takım elbise giymesi gibi somut tuhaflıklar da en basit formülle bu şekilde çözülebiliyor.

    ancak şu da var ki ne kadar üzerine kafa patlatılırsa patlatılsın, rabbits’i anlamanın tek yolunun diyalogları sıraya dizmek ve sahneleri kronolojik olarak sıralamaktan geçtiği üzerine bir genel kanı var. bu dizilimi yapmak çok imkansız (biz pes ettik!): kaldı ki tüm bu diyalogların bütüncül bir senaryo oluşturup oluşturmadığından bile emin değiliz. olayın kilit noktası gibi duran "yaratık"lı sahnelerin reverse tekniğiyle ters çevrildiğini, istenirse bazı programlarla konuştuklarının normal hale döndürülebileceği gibi bir his de var içimde, uğraşmak lazım. neyse. ama sıralama işini kafaya koyan yeni izleyicilere fikir vermesi açısından bir "başlangıç" sahnesi bulmanızın gerekliliğini hatırlatmak istiyorum. bu düğüm bir ihtimal o şekilde çözümlenebilir. bu başlangıç için de benim son kanaatim tüm film içinde tek yakın plan çekime layık görülen telefondur. en azından telefon üzerine yapılan diyaloglar bir sıraya dizilirse elimizde arka arkaya şu tip replikler olabiliyor.

    jane: who was on the phone?
    suzie: it was the voice of a man.

    ya da

    jane: who was on the phone?
    jack: it was the man in the green coat''

    ardından..

    jane: did he say anything?
    jack: no... nothing..

    hani belki bir çıkış olur. bu denli öbekleşen birkaç diyalog daha mevcut ama hangisinin nereye koyulacağını bilmek dediğim gibi imkansız. tabi siz bana takılmayın, işbu entarinin tamamı çeşitli analiz ya da çözümlemelerden toparlama değil, birebir şahsi çıkarımlarımdır. zaten internette rabbits hakkında araştırma yaparsanız gayet "pop" duran imdb ve forum yorumlarından başka birşey bulamayacaksınız. kafayı yemeye devam. kolay gelsin..

    ps: tüm bunlar inland empire filmi tamamen yoksayılarak yazılmış görüşlerdir. söz konusu filmin rabbits öyküsüyle pek bir ilgisinin bulunmadığı apaçık. sadece kafa bulandırıyor. hatta rabbits'i her anını ezbere bilecek kadar çok izlediyseniz bu filmdeki rabbits sahnelerinin orijinal değil, remake olduğunu anlayabilirsiniz.
8 entry daha
hesabın var mı? giriş yap